Roger Garaudy’nin, İslam’a ulaşacak hayat yolculuğuna, Don Kişot’u rol model alarak başladığını biliyor muydunuz? Ben bilmiyordum. Bir film izledim ve Don Kişot karakterinin anlam dünyası üzerine düşünürken Garaudy’nin Don Kişot: Yaşayan Şiir başlıklı bir kitabı olduğunu gördüm. Gerçekten içinde çokça imkanlar barındıran bir karakter Don Kişot, diye düşünmekten alamadım kendimi.

Beni bu düşünceye sevk eden, yönetmenliğini Oliver Laxe’in yaptığı Mimosas (2016) filmi oldu. Fas’ın meşhur Atlas Dağları’nda muhteşem manzaralar eşliğinde çekilen film öleceğini hisseden bir şeyhin kendi topraklarında gömülmek arzusuyla bir kervanla sarp dağlardan yolculuk yapmasını anlatıyor. Şeyh yolculuk esnasında vefat edince kervan onu istediği yere götürmekten vazgeçiyor, kervanda bulunan Ahmed ve Said para karşılığı biz naaşı götürürüz diyorlar ve burada esas hikaye başlıyor. Bu noktada filmin ikinci boyutu olan modern Fas’ın küçük bir şehrindeki taksiciler arasından çıkan meczub karakterli Şekib devreye giriyor ve bu zaman dışı yolculuğa rehber olarak müdahil oluyor.

Film aslında Ahmed’in seyrusülûkünü anlatıyor. Önce ölmekte olan şeyh ona rehberlik yapıyor, sonra onun naaşı. Ardından meczub Şekib onun irşad vazifesini devam ettiriyor ve Ahmed’in içindeki manevi cevheri tahrik ediyor. Bu yüzdendir ki Şekib ona “sende şeyh yüzü var” diyor.

Özellikle filmin son sahneleri Şekib’in Don Kişotvâri bir hayır öncüsü olmasını, Ahmed’in Sanço Panza misali kendini ona teslim etmesini anlatıyor. Şekib’in ve filmin en mühim dersi, motoru yenilenen -muhtemelen Ahmed’in kalbini temsil ediyor- oldukça eski bir taksinin camına yapıştırılan “La tense zikrallah” ibaresi. Allah’ı zikretmeyi unutma! Şekib, Ahmed’e her daim yüzünü Allah’a dönmesi gerektiğini öğretiyor. Bu açılardan tasavvufî temalı bir film olan Mimosas izlenmeyi ve tefekkür edilmeyi hak ediyor.