Tasavvufun en kritik döneminde ve en önemli merkezinde, III. asırda Bağdat’ta yaşamış bir sûfî olan Harrâz ekseriyetle fenâ-bekā teorisinin kurucusu olarak bilinir. Erken dönemde fenâ kavramı neredeyse tevhîdle ve dolayısıyla tasavvufla eşanlamlı kullanıldığı için Harrâz’ın aynı zamanda tasavvufun kurucuları arasında yer aldığını da söyleyebiliriz.

Ardında birkaç risâle bırakmıştır Harrâz. Bunlardan en çok bilineni ve Türkçede müstakil bir kitap olarak neşredilen Kitâbü’s-Sıdk’tır. Bunun yanı sıra bilinen 6 kısa risâlesi daha vardır. Bu risâlelerin bilinen tek yazma nüshalarının ülkemizde, Kastamonu Yazma Eserler Kütüphanesi’nde bulunması tarihin ibretlik bir cilvesi olsa gerek. İlk kez 1967’de neşredilen bu risâlelerden beşi, Naile Baltacı tarafından tanıtıcı bir giriş eklenerek Türkçeye çevrilmiş ve tıpkıbasımlarıyla beraber Risâleler adıyla Litera Yayınları tarafından okurun istifadesine sunulmuştur.

Harrâz’ın “fenâ-bekā” perspektifli söylemi özellikle Kitâbü’s-sıfât’ta kendini gösterir. Risâle baştan sonra fenâ yolculuğunda sâlikin geçeceği hâl ve makamları anlatır. Sadece 2 varaktan müteşekkil Kitâbü’d-dıyâ’da fenâ ehlinin yedi tabakasını izah eder. Kitâbü’l-keşf ve’l-beyân ise tasavvuf üzerindeki ilk dönem tartışmalarının ana eksenini oluşturan velâyet-nübüvvet problematiğine hasredilmiştir. Nübüvvetin velâyetten üstünlüğünü ve asıl velâyetin ne olduğunu ortaya koymaya çalışır burada Harrâz. Kitâbü’l-ferâğ da başta rûhun bekāsı olmak üzere yine dönemin tartışmalı meselelerini ele alır. Kurucu bir dil kullanan Harrâz tasavvufu işâret ilmi, îmânı ise tevhîd olarak niteler burada. Son risâle olan Kitâbü’l-hakāik’te de 74 tasavvufî terimin tanımını verir Harrâz. Bu terimlerin önemli bir bölümü hâller ve makamlar arasında yer alır.

Harrâz’ın, Muhâsibî’yle örtüşen akıl tanımını vererek nihayetlendirelim yazıyı: “Akıl, nefsi amelin esaslarına götüren kalbdeki bir nûrdur. Kim marifetin nûruyla Allah’tan gayrıya iltifat etmeksizin Allah için amel ederse o, akıllıdır.”