Tasavvuf, III.-IV. asırlarda, özellikle Bağdat’ta ve ikincil olarak Horasan’da teşekkül etmiş bir din ilmidir. III. asrın sonuyla IV. asrın başında Horasan tasavvufunu, hikmet hareketini temsil eden ilk isimse Hakîm Tirmizî’dir (ö. 320/932). Tirmizî daha çok velâyet teorisi ve Hatmu’l-evliyâ’sıyla bilinse de dönemin İslam ilimlerini ilgilendiren hemen her konuda risaleler kaleme almıştır. Risalelerinden biri de sadr, kalb, fuâd ve lübb arasındaki farklara odaklanan Beyânü’l-fark’tır. Eser Kalbin Anlamı başlığıyla Türkçeye kazandırılmıştır.

Tirmizî’nin çıkış noktası Kur’ân’ın farklı anlam tabakaları olduğu hakikatidir. Eseriyle öncelikle bunu ispat eder. Kur’ân’da kalb için kullanılan dört terimin farklarını izah ederek bu hipotezini delillendirir. Muhtemelen, Kur’ân’ın ilk anlamından öte anlamlarının olup olmadığına dair dönemin tartışmaları bağlamında bir rolü olmalı Tirmizî’nin bu risalesinin.

Kalbin iç güçleri denebilecek bu dörtlü, insanın idrak düzeylerine işaret eder. Elbette aralarında bir hiyerarşi vardır; buna göre öncelikle genel anlamdaki kalbin dış zarı olarak niteleyebileceğimiz sadr gelir. Sadr bilginin kalbe ilk girdiği yerdir. Ardından özel anlamdaki kalb, fuâd ve lübb gelir. Buralarda bilginin tecrübe edilmiş çeşitli dereceleri bulunur. Bunu şöyle izah eder Tirmizî: “İslam’ın yeri sadrdır. İmanın yeri kalbdir. Marifetin yeri fuâddır. Tevhidin yeriyse lübbdür”. Buradan ayette zikredilen, Bedevîlerin “iman ettik” demeleri üzerine Cenâb-ı Hakk’ın uyarısı hatırlara gelir: “Siz iman etmediniz, ama «Boyun eğdik» deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi” (Hucurât 49/14). İslam’ın sadrda ve imanın kalbde yerleştiği düşünülürse bahsi geçen Bedevîler henüz sadr düzeyinde teslim olmuş, iman kalblerine inmemiştir.

Kalbin Anlamı, sûfîlerin çok katmanlı düşünce biçimlerini gösteren, erken tarihli, temsil kabiliyeti yüksek bir metin olarak sadece tasavvufla değil, İslam düşüncesiyle ilgilenen herkesin ilgisini çekecek bir eser.

-