Mevlid kandillerinde Süleyman Çelebi’nin (ö. 1422) Vesîletü’n-necât isimli mevlidinin cami ve tekkelerde okunması gelenek olduğu gibi, 18. yüzyıl Osmanlısına geldiğimizde Kutbünnâyî Osman Dede’in (ö. 1729) himmetiyle, kendisinin yazdığı ve bestelediği Mi‘râciyye’nin okunması da bir gelenek hâline gelmiştir. Tekke ve zâviyelerin 1925’te seddolunmasının ardından bu gelenek de sâir geleneklerimiz gibi sırlanmış. Fakat bazı himmet sahibi ehl-i aşkın hamiyetleriyle 1950’lerde bu gelenek ihyâ edilmiş. Şimdilerde Bursa’daki Eşrefî/Kâdirî dergâhı olan Nu‘mâniyye tekkesinde her sene Mi‘rac kandilinde devam ettirilmekte. Bir hafıza yönetmeni olan, daha evvel Ma‘şuk’un Nefesi’yle (2014) mevlid geleneğine odaklanan Murat Pay’ın bu filmi, işte bu mi‘râciyye geleneğinin ihyâsı üzerine kurulu.
Râci isimli baş kahramanın hayatı etrafında kurgulanan bir senaryo ile bilgi veren bir belgesel formu filmde başarılı şekilde mezcedilmiş. Râci sanki A‘mâk-ı Hayâl’den günümüze gelmiş bir karakter. Diğer taraftan bu ismin seçilmesinde -eğer kök olarak ra-ce-a fiili alınırsa- Râci’nin “dönen” anlamı da etkili olmuş olabilir. Zira Râci film boyunca bir mânâ etrafında dönmekte. Semâ meşk etmeye çalışıyor, ardından Mi‘râciyye’nin sırlı nevâ bahrinin peşine düşüyor ve nihayet çocukluğuna, süte ve mi‘râca geri dönüyor. Filmde kendisine atıf yapılan, tasavvufun öncü ismi Cüneyd-i Bağdâdî’nin tasavvuf tanımı bu noktada hatırlanmaya değer: “Olmadan önceki hâle dönmek.”
Film eskinin “ölmediği”ni, sadece “sırlandığını” hatırlatıyor izleyiciye. Geçmişin bugünde, geleneğin modernde var olmasının mümkün olduğunu gösteriyor. Filmin son sahnesinde, Nu‘mâniyye dergâhından yükselen kamera, iç içe ve ruhsuz modern binalar arasında eski bir tekkenin içinde mi‘râciyye okuyan ve dinleyen cemaatiyle, huzurlu ve ferah bahçesiyle nasıl var olabildiğine odaklanıyor. Bu fikir, tasavvufun ve topyekün bir geleneğin yaşatılmasının hâlen mümkün olduğuna dair bir umut aşılıyor izleyiciye.
Mi‘râciyye: Saklı Mîras filmini izlemek isteyenler buradan ulaşabilir.