Genelde halk müziğimizde "âmâ âşık" deyince hepimizin aklına hemen Âşık Veysel gelir. Veysel Baba, Veysel Usta… Gözleri doğuştan görmeyen ya da çok az gören, sadece karaltıları seçen bir âşık daha var ki onu bilmemek gerçekten bir büyük kayıp, büyük bir ayıp. Gerçi türkülerini çoğumuz dinlemiştir; dinlerken de duygularının şaha kalktığını hissetmiştir. İçinden doru kısraklar bozkırlara doğru dört nala koşmuştur. Bozkır gecelerine keleplenen bir ayın altında hayat denen muammanın düşüne dalmıştır. Ölümle ayılmıştır en derin düşlerden. Bir yakınımızı, bir dostumuzu, bir arkadaşımızı kara toprağa emanet ettiğimizde bir türkü dolanır dilimize, “Vay dünya dünya fanisin dünya/Vay dünya dünya yalansın dünya/Can ile cananı alansın dünya alansın dünya”.
“El Vurup Yâremi İncitme Tabip” türküsünün sahibi Âşık Sadık Doğanay… Demek ki tabiplerin de çare bulamayacağı, elini atınca sızlayacak, incinecek yaralar var. Yaralarımız… Gönül yaraları… Aslında Sadık Dede “El Vurup Yâremi İncitme Tabip” mısraından başka bir şey söylemese de olurmuş. Ne muazzam bir mısra, insanın içine mermi gibi işleyen, sımsıcak kanını akıtan, ığıl ığıl… Anadolu âşıklarını dinlerken toprağın sesini duyarız, toprağın kokusu dolar içimize. Burnumuzun direğini sızlatan bir hasretle dolarız, bir hüzünle ve sonsuz bir acıyla… Baştan sona bir sahicilik sarar benliğimizi, bir gariplik… Yüzyılların yokluğu, yoksunluğu sızlar âşıkların mızrabında…
Sadık Usta: “Şikâyetim vardır kara bahtıma/Zalim talih kader sana ne deyim/Oturmadım şu dünyanın tahtına/Zalim talih kader sana ne deyim” diyerek tarihin ve talihin Anadolu insanının omzuna yüklediği ağır yükten söz açar.
Tokat’ın Zile ilçesinde bir dağ köyünde doğmuş Âşık Sadık. Kulaklarında sonsuz dağ rüzgarlarının sesi. Yüreğini dolduran çam kokusu… Cem Özer 2009 yılında hazırladığı “Zileli Âşık Sadık Doğanay’ın Hayatı, Sanatı ve Sanatçı Kişiliği” adlı yüksek lisans tezinde şu bilgileri veriyor: “Sadık Doğanay, Tokat’ın Zile ilçesine bağlı, etrafı ormanlarla kaplı bir dağ köyü olan, Yücepınar Köyü’nde toplam altı çocukları olan İbrahim ve Feruze Doğanay çiftinin üçüncü çocuğu olarak 1933 yılında dünyaya gelmiştir. Doğuştan iki gözü de görmediği için kimi köylüler ‘‘süt vermeyin ölsün” demişseler de Sadık Doğanay’ın annesi olan Feruze Ana çocuğunu emzirip büyütmüş ve Âşık Sadık Yedi yaşına girdiği yıllarda kendi isteğiyle, amcası ve aynı zamanda ustası Abuzer Doğanay’ın da (Sefil Edna) teşvik etmesiyle, eline bağlamayı ve aynı zamanlar da kemanı almıştır. Ömrünün sonuna kadar da tek geçim kaynağının zakirlik olmasından dolayı hiç bırakmamış ve yaşadığı her güne müziği dâhil etmiştir.
Âşık’ın amcası "Sefil Edna" genellikle tarla işlerinden dolayı yazları köyde, kış aylarıda ise at sırtında çevre köyleri ve yakın vilayetleri zakirlik yapmak için çok gezermiş. Haftalarca bazen de aylarca köye gelmez, köyde durduğu zamanlarda ise bildiklerini yeğeni Sadık Doğanay’a öğretirmiş.”
Sadık Doğanay, gözlerinin görmemesi nedeniyle okula gidememiş. Eğitim tezgâhından geçmemiş yani. Özünü gür tutmuş, hayatı boyunca kendisine lazım olmayacak malumatları zihnine doldurmamış. Saf… Genelde bir engeli olan insanlar o engelli organ dışındaki diğer organlarını çok iyi kullanır. Sadık Dede de aynı şekilde gözü dışındaki bütün organlarını iyi kullanarak kendini yetiştirmiş. Engelli olmasına rağmen hayat dolu, şakacı biri. Çocuklarını okutabilmek ve ailesini geçindirebilmek için hayata dört elle sarılmış. Hatta kardeşi Rıza Doğanay’a okumayı yazmayı öğretmiş. Rıza Doğanay, her zaman ‘‘Bana okumayı o öğretti, onun sayesinde bir iş sahibi oldum” dermiş.
Âşık Sadık Baba güçlü bir geleneğin, âşıklık geleneğinin içinden gelir. Usta çırak ilişkisi içinde yetişmiştir. Dedesi Sefil Kemteri ünlü bir âşıktır. “Âşık Sefil Edna” mahlaslı Abuzer Doğanay, hem amcası hem kayınpederi. Sadık Doğanay Alevi gelenekte önemli yeri olan cemlerde zakirlik yapmış ve kendini yetiştirmiş. Kırk altı yıllık ömrüne geleneğimizin, kültürümüzün yapı taşları şiirler, türküler sığdırmıştır. türküler.com kültür sitesinde şu bilgiler yer alıyor: “Gezgin bir âşık olarak sık sık yakın çevredeki çeşitli illeri ve köyleri dolaşmış, Alevi-Bektaşî cem ayinlerinde dedelik ve zakirlik yapmış, çevredeki birçok konserde mahalli sanatçı olarak bağlama çalıp türküler, deyişler söylemiştir.
Âşık, yörede artık iyiden iyiye ismini duyurmaya başlamış, Abdullah Papur, Ali Ekber Çiçek, Arif Meşhur, Davut Sulari, Kul Ahmet, Mahsuni Şerif gibi döneminde popüler olan birçok sanatçı ve âşıkla tanışmıştır. Bu kişilerden bazıları ilerleyen zamanlarda Sadık Doğanay’ın köyündeki evine misafir olmuştur. Örneğin; Davut Sulari üç ay boyunca köyde kalmış, günlerce Sadık babayla, saz çalıp meşk etmişlerdir. Sulari’den başka, Abdullah Papur, Ankara da yaşayan, Zileli dönemin meşhur bağlama yapımcılarından Hüseyin Tavşancı, Karslı Galip Çavuş da köye gelip kendisine misafir olanlardandır. Âşık Sadık Doğanay, o dönemde birçok sanatçı ve âşığı sanatıyla etkilemiş, âşıklığa heveslenen birçok gence de önayak olmuştur.
Âşıklığa başladığı ilk yıllarda Nesimi, Virani, Şah Hatayî, Fuzuli, Pir Sultan Abdal, Âşık Veli, Seyit Seyfullah, Kâtibi, Kul Himmet, Derviş Ali, Sıtkı ve daha birçok âşığın deyişlerini ustamalı olarak söylemiş, bununla birlikte de yavaş yavaş kendi deyişlerini havalandırmıştır. Kendi deyişlerindeki konular daha çok tasavvuf ağırlıklı, Nazım biçimleri ise Türkü, Koşma, Semai şeklindedir. Genellikle 11’li ve 8’li hece veznini kullanmıştır. Deyişlerinde Sadık, Âşık Sadık ve Sadık Baba mahlaslarını kullanmakla birlikte bu araştırma sırasında derlediğimiz yeni şiirlerde, Sefil Sadık ve Sefil Sadık Baba mahlasını da kullandığı görülmüştür. Ayrıca yine bu çalışma sırasında Kubilay Dökmetaş tarafından bize ulaştırılan âşığın 1972 tarihli bir fotoğrafının arkasına Dr. Recai Özdil tarafından “Sadık Baba” ve “Sefil Sadık” mahlasları da not olarak düşülmüştür.
Çocuklarını okutmak amacıyla 1978 yılının Eylül ayında Zile’ye yerleşen Sadık Doğanay, 23 Ocak 1979’da Zile’de geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etmiş, doğduğu köy olan Yücepınar’da dedesi Kemterî ve ustası (amcası) Sefil Edna’nın yanlarına defnedilmiştir. Âşığın ölümünden sonra ailesi 1988 yılına kadar Zile’de ikamet etmiş, daha sonra İstanbul’a taşınmışlardır. Eşi Satı, çocukları Zöhre, Abuzer, Kemalettin ve Mürüvvet hâlen İstanbul’da yaşamaktadırlar. Yadigâr ise 2018 yılında Ankara’da vefat etmiştir.
“El Vurup Yâremi İncitme Tabip” türküsü dışında “İzzetli hürmetli bilirim seni/Erin ere yolu düş gelir böyle/Kişi sevdiğini tenhada bulsa/Dostun dosta huyu hoş gelir böyle”, “Bir güzelin hasretinden ahından canan ahından/Tutuştu her yanım yandı ha yandı yandı ha yandı/Aşık oldum onun mah cemaline mah cemaline/Aşkından her yanım yandı ha yandı yandı ha yandı”, “Gönül gel varalım Gülşen bağına/Meramın yar ise bir tane yeter/Dünya fani değil hikmetine bak/Heva-î Cehl ile efsane yeter”, “Dönberi yüzün göreyim/Dilbere benzettim seni/Hakkın nişanı var sende/Esrara benzettim seni”, “Bir yere toplandı cümle Âşıklar/Biri birlerinden sohbet isterler/İkrarımız birdir ezel ezelden/Bir gerçek veliden ilham isterler.” gibi onlarca sözlü kültür anıtı eserler bıraktı.