Geleneksel sanatlarımız modern hayat içine gözünü açıp, nisyan perdesini araladığı günden itibaren mazi içinde kaybettiği izi ihtirasla sürmeye başladı.
Milli benliğimizin hakiki birer aynası güven vesikası olan geleneksel plastik sanatlarımız, insanımıza kendi asli (orijinal) değerleri üzerinden ibda fırsatı, medeniyetini yeniden ihya ve inşa iradesi kazandıracak yeni bir başlangıcın zeminini oluşturuyordu.
Diğer yanda; bütün zamanların (kendi gelenek ve iç dinamiklerinin yanında), kendinden önceki bütün tecrübelerin ve tesirlerin, birikim ve donanımıyla gelip, çelik tabanlı ayakları ile geleneğimizin, yani geçmişimizin üzerine basan ve onu ezen Batı zihniyet ve sanatı, ülkemizde hükmeden kesimlerin adeta dini gibiydi.
Onlar bu ithal sanat anlayışlarını kuvvetli bir iman halinde yaşatırken geleneğe ait olana karşı tiksinti ve küçümseme hissi içinde, kendisi gibi düşünmeyenlere karşı kibirli ve hasım idiler.
İlk izciler, bu kültürel ezilmişlik vasatında, delikanlı bir duruşla keşif ve tespitlerine yaratıcı vasıflarını da katarak milli bir sanat zihniyetini tesis için fevkalade gayret sarf ettiler. Muhafazakâr kesimleri edebiyat ve musiki dışında (ki bu alanlarda da ilgi oldukça nisbîdir) sanatla özellikle plastik sanatla ilişkilendirdiler. Bu ilişki ile şehir ortamında köy hayatı süren -büyük bir çoğunluğu itibariyle- söz konusu kesim için şehirlileşme süreci başlamış oldu. Bu insanlar, ya sanatın kendisine ya da sanat ürünlerine karşı yoğun bir ilgi duymaya başladı.
Ancak günümüzde giderek artan bu ilgi, zamanı, eşyayı, tabiatı anlamlandırıp yeni ile eskinin sentezinde, orijinal bir güzel anlayışı ve yeniden doğuşun (Rönesans) önünü açacak bir dinamik olmaktan uzaktır.
İnsanımızın yeniden şehirlileşme sürecinde sanat ürünlerine ilgi duyması ve bu ürünlerin aynı zamanda turistik hediye bağlamında özgün bir yer edinmesi, söz konusu sanat alanına ilginin yoğunlaşmasına sebep olmuştur. Bu alanın günümüzdeki ustaları, hâlâ isimlerini saygı ile sıraladığım büyük usta ve yol erlerinin zihniyetini, ahlâkını sürdürerek meseleyi diğerkâm bir anlayışla bir emanet telakki ederek yeni nesillere taşımaktadırlar.
Klasik sanat ürünlerinin Batı tarzı sanat ürünlerinin rağmına bir yatırım ve prestij alanı olarak değer ifade ettiğini vurgulayarak zenginlerimizi yönlendiren meşhur antikacı Rafi Portakal’ın hakkını da teslim etmek lazım. Onun tavsiyesini dikkate alan değerli iş adamlarımızı, özellikle Sakıp Sabancı’yı minnet ve şükranla anmak boynumuzun borcudur.
Sakıp Ağa, oluşturduğu değerli koleksiyonunu uluslararası zemine taşıyarak medeniyet vasfımızı insanlığın dikkatine sunmak suretiyle bir kültür elçisi olmasının yanında, malikânesini bu koleksiyonu için müze haline getirerek halkımızın hizmetine sunma yürekliliğini göstermiştir.
Plastik esaslı sanatlar şunlardır:
Mimari, Hat, Tezhip, Minyatür, Ebru, Cilt, Çini, Revzen-i menkuş (vitray), Ahşap Oymacılığı, Kündekârlık, Kaşıkçılık, Sedefkârî, Tespihçilik, Hâkkâkkık, Katı (kâğıt oyma sanatı), Taş İşçiliği (heykeltıraşî), Mahyacılık, Halıcılık, Keçecilik, Dokumacılık, Basmacılık, Dericilik, Eyercilik-Semercilik, Kürkçülük, Mâdenî Sanatlar (kuyumculuk, savatçık, bakır, tunç, pirinç ve benzeri mâdenlerle yapılan el sanatları, tezyinî demir sanatları-ferforje), bıçakçılık (geçmişte her türlü silah işçiliği; kılıççılık, tüfekçilik vb.) gibi, unuttuğum daha birçok plastik el sanat veya zanaatını terkip eden iki alan vardı: Mimari ve kitap… Bu kapsayıcı alanlar, terkip ettikleri sanatları besleyen güçlü damarlardı.
Bugün geleneksel sanatlarımızın hemen her alanında ve çeşitli ortamlarda, ciddi eğitim imkânı var. Akademik faaliyet alanı yanında belediyeler, vakıflar, dernekler ve sanatçıların atölyelerinde usta çırak usulüyle sonuç alınabilen bu eğitim sürecinden her yıl çok sayıda yeni sanatçı, geleneği geleceğe taşıma maslahatına katılıyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı da bu sanat dallarında yarışmalar açıp dereceye giren ya da mansiyon alan eserleri kataloglar halinde yayınlayarak teşvik ve destek vermektedir.
Artık İstanbul’dan Anadolu’nun şehirlerine yansıyan, birçok üniversitede lisans ve lisansüstü seviyesinde eğitimi yapılan geleneksel sanatlarımız, çağdaş plastik sanatlar gibi hazır malzeme, alet imkânına da kavuşarak, sanatçının sanatına daha fazla zaman ayırmasına fırsat sağlamaktadır.
Büyük ölçüde dünü tekrar eden, yer-yer şabloncu bir zanaat karakteri gösteren uygulamalar yanında özgün ve yeniliğin ufuklarını yansıtan, geleneksel olanın yapısını bozmadan, tabii akışla kendi disiplini içinde gelişme trendini yakalayan denemeler de yer almakta, bu da farklılığa dayanan bir dinamizm üretmektedir.
Burada özellikle giderek naivlik çizgisinde seyreden minyatürümüze dikkat çekmek istiyorum. Levnî’nin ve İpşiroğlu’nun deyimiyle “Bozkırın Rüzgârı” Mehmed Siyah Kalem’in bütün zamanlara hükmeden sanat mükemmeliyeti ortadayken günümüz minyatür örneklerini anlamakta zorlanıyorum. Ancak bir iki istisnası var elbette ki.
Büyük İmparatorluk coğrafyasının neredeyse bütün şehirlerini resimleyerek zamanımıza değerli belgelik tespitler halinde miras bırakan Matrakçı Nasuh’un ruhaniyetinde sanatını icra ile kendi harikulâde üslubunu inşa eden Nusret Çolpan’ı kutlamak istiyorum.
Onun özgün yorumları İznik Vakfı’nın fırınlarında pişerek İstanbul metrosunun istasyonlarını aydınlatıyor. Yerin onlarca metre altına doğmuş güneşler gibi ışık ve ısı yayıyor, bu gayritabiî mekânları yaşanılabilir kılıyorlar.
Mimari dışındaki plastik sanatlarımız, bu iz sürme işinin başlarında yakaladığı belli sayıda formu (kalıp ya da şablon), tekrar etmekten dolayı -fasit bir daire girdabında- kendi izine düşmüştür.
Değil midir ki geçmişte, medeniyetimiz kendi izine düşmekle, kültürel soğuma süreci sonucunda helak olmuştu. Oysa şimdi ayak izine damlayan gözyaşımızın, yeniden dirilişimize ve yeniyi inşa edişimize rahmet olabileceği kanaatimiz giderek zayıflıyor.
Mimar Kemaleddin Bey’le başlayan, Arif Hikmet Koyunlu, Sedat Hakkı Eldem’le devam eden ve Turgut Cansever’le kemalini bulan, milli mimarimizin bu yeni dönemi, göz kamaştırıcıdır.
Özellikle Sayın Turgut Cansever, evrensel zemine taşıdığı sanat dehası ile gelenekle geleceğin sentezi ve milli sanat anlayışımıza örnek olması yanında, milletimizin sanat iddiasının da süreceğinin destansı bir delilidir diye düşünüyorum.
Geleneksel plastiğimizin geçmişte olduğu gibi mimarimize mütemmim olması, yeni yorum, orijinal tasarım ve dizaynlarla zamanı fethetmesi elzemdir.
Bunun dışında geleneksel sanatlara ve zanaatlara yönelik olarak Kültür ve Turizm Bakanlığ’ının tüm yurtta onlarca merkezde gerçekleştirdiği kurslardan da bahsetmek bir gerekliliktir. Bu kurslarda en önemlilerinden Topkapı Sarayı Nakışhanesi’nde Mimar Kalemkâr Semih İrteş yönetimindeki tezhip kursu, Süleymaniye Kütüphanesi’nde gerçekleştirilen Fuat Başar yönetimindeki Ebru Kursu ve Prof.Dr. Ali Alparslan yönetimindeki Hüsnü Hat kursu sayılmalıdır.
Geleneksel sanatlara uluslararası boyutta, İslam Konferansı Örgütü’ne bağlı olarak faaliyet gösteren IRCICA önemli katkılarda bulunmaktadır. Gerek sergiler gerekse yapılan toplantı – panel ve icazet törenleri bunlardandır.
Ayrıca uluslararası Hüsnü Hat yarışması bu faaliyetlerin ilki ve en önemlisidir. Ve artık bir gelenek haline gelmiştir.
Geleneksel sanatlara ait faaliyetlerin en önemlilerinden bir tanesi de İstanbul Büyükşehir Belediyesi Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı olarak yüzlerce merkezde, binlerce kursiyerle faaliyet gösteren İSMEK’ten bahsetmek gerekmektedir. Bu çalışmalarıyla İSMEK şimdiden diğer şehirlere örnek olmuştur. Ayrıca ders yılı sonunda ürünlerini geniş katılımla sergilemeleri ayrı bir zenginlik olmaktadır. Tabana yayılmış olan bu faaliyetlerin esas faydası sonraki yıllarda ortaya çıkacaktır
Geleneksel sanatlara ait kurs-eğitim merkezlerinin artışına paralel olarak; buralarda üretilen eserlerin sergileneceği mekânlarda bir artış olmamıştır. Sergi mekânlarının sınırlı olması da ayrıca geleneksel sanatların daha fazla gelişmesini engellemektedir.
Özellikle ebruculuğumuzu en çok on–on iki yıl öncesindeki az sayıdaki zanaat erbabı ile sınırlı tutan bilinçli ya da bilinçsiz anlayıştan kitlelerin ilgisine açan kurs faaliyetleri hazır ve ulaşılabilir malzeme üretimi ile mümkün oldu.
Ülkemizin önemli ebru sanatçıları arasında yer alan Hüseyin Yalçınkaya, bu sanatın kitlelerle buluşmasını sağlayacak zemini hazırladı. Ebru boya ve malzemelerini geliştirip, standardize ederek kullanıma hazır hale getirdi.
Denebilir ki el hünerine dayanan geleneksel sanatlarımız, gördüğü yoğun ilgi ile her geçen gün gelişerek varlığını daha derinden hissettirecektir.