II. Mahmud'dan başlayarak Osmanoğulları'nın son üç kuşağı onun soyundandır.

Osmanlı padişahlarının 27. si, İslâm halifelerinin ise 106. sı olan I. Abdülhamid (nam-ı diğer Hâmid-i Evvel) 20 Mart 1725(5 Receb 1137) tarihinde İstanbul'da doğmuştur. Babası Lâle Devri padişahı Sultan III. Ahmed, annesi ise câriye kökenli Rabia Şermî Sultan'dır. 7 yaşına geldiğinde annesini, 11 yaşında da babasını kaybederek hem yetim hem de öksüz kalmıştır. Sultan III. Ahmed'in III. Mustafa'dan sonra Osmanlı tahtına çıkan ikinci evlâdıdır. II. Mahmud'dan başlayarak Osmanoğulları'nın son üç kuşağı onun soyundandır. Patrona Halil İsyanı nedeniyle babası III. Ahmed tahttan indirildiğinde henüz beş yaşında olan I. Abdülhamid'in çocukluk ve gençlik hayatı Topkapı Sarayı'nda Şehzâdegân Dairesi de denilen Kafes Kasrı'nda göz hapsinde geçmiştir. Onunla birlikte kardeşleri de aynı muameleye tabi tutulmuştur. Ta ki ağabeyi olan III. Mustafa'nın tahta çıkışına kadar... Bu sürenin toplamda 44 sene sürdüğünü düşünürsek onun çektiklerini tahmin etmekte güçlük çekmeyiz. Bu durum şüphesiz onun eğitimine de olumsuz olarak yansımıştır. Neticede iyi bir eğitim görememiştir. I. Abdülhamid'in Şimşirlik günlerinde sık sık Kur'an-ı Kerim ve tarih kitapları okuduğu, kitap istinsah(kopya) ettiği, bunların yanında ok ve yay yapmakla meşgul olduğu rivayet edilir.

I. Abdülhamid'in eşleri Ayşe Sineperver Kadın, Hatice Ruhşah, Nakşıdil Sultan, Nevres Hatice, Hümaşah Kadın, Fatma Şebsefa, Binnaz Kadın, Mutebere Kadın, Dilpezir Kadın, Mislinayab Kadın'dır. Oğulları IV. Mustafa(29. padişah), II. Mahmud(30. padişah),  Şehzâde Abdullah, Şehzâde Mehmed, Şehzâde Ahmed, Şehzâde Abdurrahim, Şehzâde Süleyman, Şehzâde Abdülaziz, Şehzâde Mehmed Nusret, Şehzâde Murad Seyfullah'tır. Kızları ise Ayşe Sultan, Hatice Sultan, Esma Sultan, Aynşah Sultan, Rabia Sultan, Melekşah Sultan, Fatma Sultan, Âlemşah Sultan, Saliha Sultan, Hibetullah Sultan ve Âmine Sultan'dır.

Sultan I. Abdülhamid Han, ağabeyi III. Mustafa’nın ölümü üzerine, 21 Ocak 1774’te Osmanlı Devleti’nin en sıkıntılı zamanlarından birinde 49 gibi ileri denilebilecek bir yaşta Osmanlı tahtına çıkmıştır. Sultan III. Mustafa ölüm döşeğindeyken oğlu Selim'in tahta çıkmasını istese de bu gerçekleşmemiştir. 27 Ocak 1774'te Eyüp Sultan'da kılıç kuşanmıştır.  Padişahlar o güne kadar bir gelenek olarak hep Hz. Ömer'in kılıcını kuşanırlardı. O, bu geleneğin dışına çıkarak Hz. Ömer'in değil, Peygamber Efendimizin kılını kuşanmıştır.

Sultan I. Abdülhamid ilk icraat olarak İran ve Avusturya gibi komşu ülkelere elçi göndermiştir. Sultan I. Abdülhamid ilk iş olarak da cephedeki mevcut sadrazam ve Serdar-ı Ekrem Muhsinzâde Mehmed Paşa'ya bir ferman göndererek görevinin devamını sağlamıştır. I. Abdülhamid tahta çıktığında Osmanlı-Rus Savaşı devam ediyordu; dolayısıyla da ordu seferdeydi. İstanbul'da yiyecek(iaşe) sıkıntısı vardı. Çiçeği burnunda padişah bu durumu gerekçe göstererek emri altındaki askerlere cülus bahşişi yapmamıştır.  

Sultan I. Abdülhamid'in dikiş tutturamayan Sadrazam Mehmedleri

Osmanlı Devleti'nde padişah her zaman aynı sülâleden olsa da sadrazamlarda böyle bir mecburiyet yoktu. Padişah dilediğini sadrazam yapabilirdi. Sadrazamın güven verici ve becerikli olması padişahın işlerini kolaylaştıran bir unsurdur.  Çünkü üç kıtaya hükmeden koca ülkede padişahın her işe yetişmesi mümkün değildir. Bu hassasiyet çerçevesinde bazen çok mahir sadrazamlar bulunup vazife başına getirilse de bazen çok acemi sadrazamlar da başa geçmiştir. Bu konuda talihli padişahlar olduğu gibi son derece talihsiz padişahlar da olmuştur. Bazen de maharetli olduğu halde niyetleri kötü sadrazamlar da olmuştur.

Sultan I. Abdülhamid Han tahtta kaldığı 15 sene içerisinde yedisi "Mehmed" isminde olmak üzere, dokuz sadrazamı göreve getirmiş, beğenmeyince de görevden almıştır. Bunlar Muhsinzâde Mehmed Paşa, İzzet Mehmed Paşa, Derviş Mehmed Paşa, Darendeli Cebecizâde Mehmed Paşa, Kalafat Mehmed Paşa, Seyyid Mehmed Paşa(Kara Vezir), Hacı Yeğen Mehmed Paşa, Şahin Ali Paşa ve Koca Yusuf Paşa'dır.

Sultan I. Abdülhamid "Veli" denecek kadar dindar bir padişahtı.

Sultan I. Abdülhamid Han çok dindar, ehli takva, şefkatli ve merhametli bir padişahtı. İnsanların hâlinden anlayan ve toplumla hemhâl olan bir sultandı. Peygamberimize ve onun ehlibeytine olan muhabbeti çok büyüktü. Rivayetlere göre keramet ehli ve veli mertebesinde bir insandı. Şeyhlere ve hocalara itimadı çoktu. Nakşibendî şeyhlerinden Şemseddin Habîbullah Efendiye intisaplıydı. Kültürlü, gayretli, zeki ve ileri görüşlüydü. Ümmetin huzur ve refahı için elinden geleni yapmanın azmi ve gayreti içerisindeydi. Devlet işleriyle yakından ilgilenirdi. Kutsal mekânlarımız olan Mekke ve Medine'yi gözü gibi korur, bu mübarek beldelere hizmette kusur etmemek için özel bir itina ve gayret gösterirdi.

Sultan I. Abdülhamid ilerici ve yenilikçi bir padişahtı. Yaşadığı acı tecrübeler ona ordunun vakit kaybetmeden yenilenmesi gerektiğini öğretmişti. Bu kapsamda Humbaracı ve Topçu Ocağı askerlerinin talim ve terbiyesine ehemmiyet vermiştir. Kaptanıderyâ Cezayirli Gazi Hasan Paşa aracılığıyla Osmanlı donanmasını modernize etmeye çalışmıştır. 1775’te açılan Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyun’da deniz subaylarının yetiştirilmesine imkân tanımıştır. Zamanında hafif de olsa gemi inşa faaliyetlerine başlanmıştır. Tımarlı Sipahilerle Yeniçeri Ocağı’nın düzene sokulması, Lağımcı ve Humbaracı Ocaklarının düzenlenmesi hakkında yeni kanunlar çıkarmıştır. Haliç’teki Riyâziye Mektebi’nde Baron de Tott ve Kampel Mustafa'nın dersler vermesini sağlamıştır. Sürat Topçuları Ocağı’nı geliştirmiş, Tersane Mühendishanesi'nın açılmasını sağlamıştır. Halil Hamîd Paşa döneminde, Râşid Efendi ve Vâsıf Efendi, İbrâhim Müteferrika Matbaası’nı yeniden faaliyete geçirmişlerdir.

Sultan I. Abdülhamid Han, Sadrazam Koca Yusuf Paşa’nın 1788’de Avusturya İmparatoru II. Josef’i mağlup etmesi üzerine "Gâzi "ünvanını kullanmaya başlamıştır.

I. Abdülhamid döneminde İstanbul'da ciddi bir kısım yangınlar yaşanmıştır. 1777'deki Kıztaşı Tavşantaşı yangınları ile 1782'deki "Harik-i Kebir" diye adlandırılan yangın en büyük yangınlar olarak hafızalardaki yerini almıştır. Bu yangınlarda büyük maddî ve manevî kayıplar verilmiştir. Bu yangınlarda rivayetlere göre yirmi bin ev yanarak kül olmuştur.

En zor şartlarda bile Osmanlı Devleti'ne hizmet etmek için varını yoğunu ortaya koyan Sultan I. Abdülhamid, zamanın bütün zorluk ve imkânsızlıklarına rağmen imar çalışmalarına gereken önemi vermiştir. Kendi adını verdiği Eminönü Hamidiye Külliyesi, annesi Rabia Şermî Sultan adına inşa ettirdiği Beylerbeyi Camii, muvakkithane, hamam, sıbyan mektebi, Medine-i Münevvere'deki medrese, Emirgan Çeşmesi, Hasköy Silahdar Yahya Efendi Çeşmesi, Gülşehir Kurşunlu Camii, Yozgat Ulu Camii, Unkapanı Şebsafa Camii ve Karavezir Medresesi onun imar sahasında bizlere bıraktığı en önemli kadim eserlerdir.

Peygamber sevgisinin şahikası: Kasîdetü'l Hucriyye(Hücre Kasidesi)

Birçok padişah gibi Sultan I. Abdülhamid Han'ın da özelde şiire ve genel anlamda da edebiyata ilgisi vardır. Aruzu ustaca kullanan I. Abdülhamid Arapçaya da bu dilde şiir yazacak kadar hakimdir. Onun en bilinen şiiri 1777 yılında Arapça lisanında yazdığı "El-Kasîdetü'l Hucriyye(Hücre Kasidesi)'dir.  Peygamber Efendimizin ahlâkının ve bütün güzelliklerinin tasvir edildiği ve kendisine yakarışta bulunulduğu bu şiir, asırlardan beri "Ravza-i Mutahhara(Peygamberimizin Kabri)"nın duvarlarını süslemektedir. "Mir'âtü'l-Haremeyn" adlı iki ciltlik eserin yazarı Eyüp Sabri Paşa'nın verdiği bilgilere göre, padişahın samimi hissiyatını edebî bir dille beyan eden bu güzel kaside Hücre-i Saadet’in kıble duvarına nakşedilmiştir.  Bu bir şair için çok büyük bir şereftir. Bu büyük şeref I. Abdülhamid Han'a nasip olmuştur.  Söz konusu kasideyi önemine binaen sizlerle paylaşmak istiyorum:

"Yâ Rasûlallâh! Efendim! Tutuver elimden/Senden başka kimsem yok, meyledemem başkasına/Bütün kâinatta hidayet nuru sensin/Ey güvenilenlerin en hayırlısı, cömertliğin sırrısın/Hakikattir, bütün varlıkların imdadı sensin/Allah için insanların yol göstericisi ve hatalara set çekicisin/Ey hamd makamında (Makâm-ı Mahmud'da) bulunmaya layık olan Efendim/Tek, eşsiz, doğurulmamış ve doğmamış olan Rabbimin huzu­runda/Ey iki parmağından fışkırarak nehirler akan/Ordulara yardım ederek susuzluğunu gideren/Beni korkuya düşüren bir zarara uğradığımda/“Ey Efendiler Efendisi, ey sığınağım!” diye seslenirim sana/Hatalarımdan dolayı benim için Rahman'a şefaatçi olmanı/Hayal bile edemeyeceğim bir şekilde bana ihsanda bulunmanı/Daima ve ebediyyen memnuniyet nazarıyla bakmanı/Her zaman lütufta bulunarak kusurlarımı gizlemeni niyaz edi­yorum/Beni de içine alan o bağışlayıcılığınla şefkat eylemeni istiyorum/Çünkü benim zâtından başka bir Efendim yok/Öyle bir seçilmiş zâta tevessül ediyorum ki/O, Vâhid ve Ehâd’in sırrı, semalara yükselenlerin en üstünüdür./O, Güzel’in yaratıcısı, güzelliğin Rabbi olan Allahü Teâlâ'dır/Varlıklar içinde o güzel gibi bir güzel bulamadım/Odur mahlûkatın en hayırlısı, peygamberlerin zirvesi/Halk içindeki en değerli hazine ve onları doğru yola iletendir/Onunla (Rabbime) sığınıyorum, umulur ki Allah’ım beni bağışlar/İşte benim inancım ve itikadım budur!/Ömrüm sürdükçe O’nu medhetmeye şevkim hiç bitmeyecek/Arşın Rabbi katında benim dayanağım O’nun muhabbetidir/En güzel salât ona olsun ve bu ebediyyen devam etsin/Selâm ile birlikte, hem de sınırsız ve sayısızca/Selâm olsun şeref sahibi âline ve ashabına da/Ki onlar müsamaha denizi, cömertlik ve yardım ehlidirler."

Hotin ve Özi’nin düşmesi ve üzüntünün sebep olduğu inme(felç) hastalığı

Sultân I. Abdülhamid tahta çıktığında en büyük hedefi ağabeyi III. Mustafa zamanında başlayan ve beş yıldır süren Osmanlı-Rus Savaşı'nı bitirmekti. Fakat bunu yaparken ciddi toprak kayıpları yaşamamak niyetindeydi. Ne alabilirse bunu kazanç olarak görecekti. En sonunda da uygun bir barış antlaşması imzalayıp bu defteri kapamak düşüncesindeydi. Fakat Osmanlı ordusunun Kozluca ve Şumnu’da bozguna uğrayıp dağılması padişahın planlarını altüst etmişti. Artık bütün kozlar kadim düşman olan Rusların eline geçmişti.

Sultan I. Abdülhamid Han tahta geçtikten altı ay sonra, 21 Temmuz 1774'te Osmanlı Devleti ile Rusya arasında, Güney Dobruca'daki Küçük Kaynarca kasabasında Küçük Kaynarca Antlaşması imzalanmıştır. 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı'nı sona erdiren bu antlaşmayı Osmanlı Devleti adına Sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa, Ruslar adına ise Petro Rumyantsev imza altına almıştır. Bu antlaşma Osmanlı Devleti'nin 18. yüzyılda imzalamış olduğu en ağır antlaşmaların başında gelir. Bu antlaşmaya göre Osmanlı Devleti; tarihte ilk kez savaş tazminatı ödemiştir. Karadeniz artık Türk gölü olmaktan çıkmıştır. Ruslar, Karadeniz'de donanma bulundurma hakkı elde etmiş, Rus gemileri boğazdan daha etkin geçme hakkına sahip olmuştur.  Daha evvel İngiltere ve Fransa'nın faydalandığı kapitülasyonlardan Ruslar ilk kez faydalanmıştır. Yine bu antlaşma neticesinde Osmanlı İmparatorluğu, dünya üzerindeki üç büyük devletten biri olma özelliğini kaybetmiştir. Avrupa devletlerinin üstünlüğünü kabul etmiştir. Uluslararası saygınlığını yitirmiştir.

Sultan I. Abdülhamid Han dönemindeki en mühim üzücü hadiselerden biri Kırım'daki Özi ve Hotin kalelerinin Rusların eline geçmesidir. I. Abdülhamid Han'ın Hotin ve Özi’nin düşmesi münasebetiyle bizzat kaleme aldığı hatt-ı hümâyûn insanı ağlatacak kadar derin mânâlıdır. Bu metindeki şu sözler onun ruh hâlini göstermesi açısından önemlidir: “Özi’nin düştüğü takriri âlimallah beni yeniden kederlendirdi; bu kadar Müslüman erkek, kadın, küçük ve büyüğün kâfir elinde kalması beni mahzun eyledi. Yârab! Sen Mâlik’ül-mülksün. Senden niyazım, ölmeden bu beldeleri tekrar Müslümanların eline geçtiğini bana göster."

Her padişah gibi I. Abdülhamid de Osmanlı'yı zirveye taşıma azmi ve gayretindeydi. Fakat tahta çıktığı zamanlar zor zamanlardı. Hotin ve Özi’nin düşmesi, Kırım'ın elimizden çıkması onu içten içe yiyip bitirmişti. Bunun işareti olarak da felç geçirmiş, ardından da 7 Nisan 1789 tarihinde darü'l bekâya irtihal etmiştir. I. Abdülhamid'in naaşı, içinde Peygamberimizin ayak izinin de bulunduğu Eminönü Bahçekapı'daki türbesine defnedilmiştir.