Erkeklerin adeta eli, ayağı ve dili olan kadınlarımız bunca fedakârlıklarına yeterince karşılık bulamamaktadırlar. Maalesef günümüzde kadınlarımız onca yararlılıklarına rağmen şiddete maruz kalmaktadırlar. Bu, çağdaş Türkiye’nin ağlayan yüzüdür.

Her geçen gün feminizme kurban edilen kadınlar hayatımızın öznesidir.

Kadınlar hayatımızın öznesidir. Onların olmadığı bir hayat, nereden bakarsanız bakın eksiktir. Kadın elinin değdiği her iş başa varır. Onlar annedir, abladır, bacıdır, vefalı eştir. Kadınlarına değer vermeyen toplumların ilerlemesi, muasır medeniyet seviyesine yükselmesi mümkün değildir. Bunun canlı örneklerini geçmişteki yaşantılar açıkça göstermiştir.

Toplumların belkemiği olan kadınlarımızın kıymetleri yeterince bilinmiyor. Bazı ülke ve bölgelerde ayrımcılığa tabi tutuluyorlar. Acıları evvela kadınlar çekiyor. Ailenin yükünün en ağırını onlar taşıyor. Aileyi kadınlar ayakta tutuyor, dengeyi sağlıyor, çekip çeviriyor.

Kadınlarımız anne olmaları vasfıyla varlık sebebimizdir aynı zamanda. Kadınlarımız hayatın ağır yükünü omuzlayarak erkeklere yardımcı olan eli öpülesi mübarek varlıklardır. Onlar olmasaydı, erkekler hayat denen bu ağır yükü öyle kolay taşıyamazlardı.

İnsanları ‘kadın-erkek’ diye ayrıma tabi tutup değerlendirmek ne kadar ahlâkî ve samimi bir davranış olur? Bu hususta ciddi endişelerim var. Çünkü kâinatı yaratan Allah, kendisinin halifesi olarak dünyaya gönderdiği insana hitap ederken onun cinsiyetini ön planda tutmuyor. Ayetlere baktığımızda bunların çoğunun “Ey insanlar…” diye başladığını görürüz. Hiçbir ayet “Ey erkekler, ey kadınlar...” diye başlamıyor; Rabbimiz genel hitapta bulunuyor. Çünkü Allah, insanî vasıfları esas alarak kullarına sesleniyor. Kulu bir bütün olarak görüyor.

Dünya kurulduğundan bugüne kadar, şöyle veya böyle, kadınlarla erkekler birbiriyle kıyaslanmış, müspet ve menfi kanaatler ileri sürülmüştür. Fakat birbirini tamamlayan bu iki kesim genelde birbiriyle uzlaştırılacak yerde, aksine "feminizm" adı altında kışkırtılmıştır. Bu tutum, her iki kesime de sevgi ve zaman kaybettirmiştir. Oysa kadınla erkek bir elmanın eş parçaları gibi görülmeliydi. Onları düşmanlaştırmak hiç kimseye bir şey kazandırmamıştır.

Kadınların mağduriyetinin zeminini hazırlayanlar genelde vefa duygusundan bîhaber erkeklerdir. Görünen o ki gelinen noktada erkekler kadınları hakkıyla ve lâyıkıyla taşıyamıyor. Çoğu erkek yaşadığı ortamın tek hâkimi olmak istiyor. Tabii ki bunlar sağlıklı ruh halleri değildir. Hayat paylaşmaktır. Acılar paylaşıldıkça azaldığı gibi, mutluluklar da paylaşıldıkça çoğalır. Paylaşmak için de kadınlar her zamanda ve zeminde yanı başımızdadır.

Eski Türklerde kadın çok kıymetli ve muhterem bir varlıktı.

Eski Türklerde kadın çok kıymetli bir varlıktı. Kadına duyulan saygı ve sevgi üst düzeydeydi. Öyle ki "ana hakkı" ile "Tanrı hakkı" bir tutulmuştur. Türk dillerindeki kelimelerde cinsiyet ayrımının (müennes/müzekker, erkeklik/dişilik) olmaması da kadınla erkek arasında fark gözetilmediğini gösterir. Aksine kadın bazı yerlerde daha ön plandadır.

Eski Türklerde aileye çok büyük bir kıymet verilmiş, ailenin ayrılmaz bir parçası olan kadın, adeta baş tacı edilmiştir. Kadın her şeyden evvel eş ve anne olarak görülmüştür. Ailenin, dolayısıyla da toplumun mutluluğu ona endekslenmiştir. O ki çocuk doğurmakla kalmaz, onu besler, büyütür, ona kol kanat gerer, ilk eğitimini de kendisi verir. 

Eski Türklerde kadın, anneliğinin yanında daima kocasının yanında ve yakınında yer alan asil bir kahramandı.  Kadın ata biner, silah kullanır, yeri geldiğinde düşmana karşı kahramanca savaşır. Orta Asya Türk devletlerinden İskitlerde, Hunlarda, Göktürklerde ve Uygurlarda kadınlar çok mühim konumdaydı. Hakları ve yetkileri çoktu. Özellikle İskitlerde kadınlar asker olarak yetiştirilir, erkeklerle birlikte savaşırlardı. Büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını Mete’nin hanımının imzalamış olması eski Türklerde kadının hangi konumda olduğunu göstermesi açısından önemlidir.Oysa Batılı devletlerde kadın estetik bir unsur olmanın ötesinde bu gibi özelliklere sahip bir varlık olarak görülmez.

Eski Türk devletlerinde kadınlar cemiyet hayatında olduğu gibi, siyasî hayatta da önemli roller üstlenmiştir.  Hun Türklerinde kadın, erkeğin eksiklerini tamamlayan bir unsur olarak görülürdü. Türklerde devlet işleri de dahil olmak üzere, kadının dahil olmadığı iş yok gibiydi. Yabancı devlet elçileri hakanın huzuruna çıkarken eşleri de yanlarında bulunurdu. Hatta hakanların eşleri tek başlarına bile elçileri kabul etme hakkına sahiptiler.  Kabul törenlerinde, ziyafetlerde, şölenlerde hatunlar hakanın solunda otururdu. Siyasî ve idarî meselelerde görüş beyan ederlerdi. Bunların ötesinde kadınlar harp meclislerine bile katılırdı. 

İslâmiyet'in kadınlara bakışı sağlam temellere dayanmaktadır.

Yüce Allah biz insanları bir erkekle bir dişiden yaratmıştır. Bu, kadınla erkeğin birbirini tamamlamaları içindir.O isteseydi tek cinsten de ibaret olabilirdik. Fakat hikmeti icabı bizleri iki ayrı cins olarak yaratmayı tercih etmiştir. Bunda da şüphesiz ki sayısız hikmetler vardır. Allah’ın yaratış hikmetinden sual edilmez. Her şeye hikmet nazariyle bakmalı ve varlığın içinde saklı olan hikmeti görmeliyiz. Yüce Rabbimiz kadının yaratılışıyla ilgili olarak şöyle buyuruyor: “Onda sükûn bulup durulmanız için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır." (Rum Suresi 21. Ayet)

İslâmiyet'in kadınlara bakışı sağlam temellere dayanmaktadır. Bunu Kur'an ayetlerinde ve hadislerde açıkça görürüz. Bilindiği gibi İslâmiyet gelmeden evvel, Arap Yarımadasında kadınlar hor ve hakir görülüyordu. Gerçi geçmişteki Avrupa’ya baktığımızda orada da kadının ikinci sınıf vatandaş olarak görüldüğü, hatta insan yerine konulmadığı, uğursuz sayıldığı bilinen bir gerçektir. Dünyada kadının onuru ayaklar altındayken İslâmiyet insanlığın üzerine bir güneş gibi doğarak kadının üzerindeki buzları eritmiştir. Bu yüce din sayesinde anamız, bacımız, eşimiz olan kadınlar gerçek kimliğine kavuşmuştur.

Günümüz Müslümanları arasında kadına değer vermeyen kişiler varsa, bu yüce dinimizin meselesi değildir. Bu, kişilerin şahsî tasarruflarının vahim bir sonucudur. Avrupa’daki ahlâksızlıkları Hıristiyanlığa bağlayamayacağımız gibi Türkiye’deki ve diğer İslâm ülkelerindeki menfî hareketleri de Müslümanlığa bağlayamayız. Aksine kişi Müslümanlığa ne kadar sarılırsa ahlâksızlıklardan, maddî ve manevî ziyandan o ölçüde uzak olur. Müslümanlık manevî temizliğin özüdür. Bu inancın gereğini yerine getirenler pak bir ruha sahiptir. Bunu içtimai hayatta görmek mümkündür.

Dinimiz emir ve yasaklar konusunda kadın erkek diye bir ayrıma gitmiyor. Malum olduğu üzere Kur’an’ın hitabı “Ey kadınlar, ey erkekler” şeklinde değil, “Ey iman edenler!” şeklindedir. Temel hak ve sorumluluklar hususunda da muhatap insandır. Bunun erkeği, dişisi diye bir ayrım söz konusu değildir. Allah katında üstünlük ancak takvadadır. Öyle kadınlar vardır ki Allah’a yakınlık ve kulluk bakımından erkeklerden fersah fersah ilerdedir.

İslâm, insanı bir bütün olarak muhatap alır. Kadın olsun, erkek olsun; kişi Kur’an ahlâkıyla ahlâklandıkça yücelir. Ondan uzaklaştıkça da zelil ve rezil olur. Şereflerin en büyüğü Müslüman olarak yaşamak ve iman üzere emaneti teslim etmektir. İmtihan sırrına vakıf olduğumuz sürece kâmil mümin vasfını kazanacağız; ondan koptukça sıradanlaşacağız.

Kadına karşı şiddet, en sık rastlanan insan hakları ihlâllerindendir.

Dünyada kadınların elinin değmediği yenilik yok gibidir. Gerçekten de dünyadaki her eserde kadının hüneri apaçık görülmektedir. Onlar erkeklerin yaptığı işlerin pek çoğunu yapmakla kalmamış, evin kadını, çocukların annesi olması rolüyle asıl ağır yükü omuzlamışlardır. Geleceğin nesli onların maharetli ve mübarek ellerinden geçmiştir.

Kadın her alanda erkeğinin yanında yer almıştır. Onun ağır yükünü paylaşarak hafifletmiştir. Analık ve eşlik vazifelerini şikâyete mahal vermeden büyük bir görev aşkıyla,  zevkle ve hakkıyla yerine getirmiştir. Onlar kurdukları mutlu yuvaların temellerinin sağlam olması için her türlü fedakârlığı ve feragati göstermişlerdir. Bu yolda ezilmeyi bile göze almışlar, hatta ezilmişlerdir. Fakat hiçbir zaman zalimlerden ve ezenlerden olmamışlardır.

Erkeklerin adeta eli, ayağı ve dili olan kadınlarımız bunca fedakârlıklarına yeterince karşılık bulamamaktadırlar. Maalesef günümüzde kadınlarımız onca yararlılıklarına rağmen şiddete maruz kalmaktadırlar. Bu, çağdaş Türkiye’nin ağlayan yüzüdür. Bu çirkin suret bizi gelişmiş dünya devletlerine karşı küçük düşürüyor. Ülkemiz bu ilkelliği asla hak etmiyor.

Kadına karşı şiddet dünyanın genel sorunlarından biridir. Fakat geri kalmış ülkelerde diğerlerine nazaran daha yaygındır. Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi kadınlara yönelik şiddeti; “ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma” (1. madde) şeklinde tanımlamaktadır. Bu tanımın son yorumlamalarına “kadını ekonomik ihtiyaçlardan yoksun bırakmak” da dâhil edilmiştir.

Toplumların belkemiği olan kadınlarımızın kıymetleri yeterince bilinmiyor. Bazı ülke ve bölgelerde ayrımcılığa tabi tutuluyorlar. Acıları evvelâ kadınlar çekiyor. Ailenin yükünün en ağırını onlar taşıyor. Aileyi kadınlar ayakta tutuyor, dengeyi sağlıyor, çekip toparlıyor.

Kadına karşı şiddet, en sık rastlanan insan hakları ihlâllerindendir. Üstelik bu sadece Türkiye’nin meselesi de değildir. Gelişmişler de dâhil olmak üzere pek çok dünya ülkesinde hayatın yükünü sırtlarında taşıyan kadınlara şiddet uygulanmaktadır. Bu, insanlık dışı çirkin bir eylemdir, bizimle her şeyini paylaşan kadına vefasızlığın en vahimidir.

Millet olarak İslâm dinini hakkıyla ve lâyıkıyla anlasak ve yaşasak aile içi şiddet diye bir meselemiz olmaz. Çünkü gerçek Müslüman hiç kimseye zulmetmez; herkese adil davranır. İslâmiyet'in yegâne kutsal kitabı olan Kur'an-ı Kerim ve hadisler var oldukça bizim Batı'dan akıl ve kanun almamıza gerek yok. Onların kanunları bizim toplumumuzu ifsat eder.

Dünya Kadınlar Günü'nün başlangıcının yürek burkan hikâyesi

Kadının olmadığı bir hayat düşünülebilir mi? Kadınlar her zaman hayatın içindedir, öyle de olmalıdır. Çünkü hem nüfus olarak, hem de tesir olarak hayatın öbür yarısını teşkil ederler. Fakat nedense Mart ayı geldi mi, özellikle 8 Mart’ı içine alan hafta içerisinde, iletişim araçlarının çoğu, kadını sömüren yayınlar yaparlar. Feminizm adı altında kadınlarla erkekleri düşmanmış gibi gösterme yarışına girerler. Bundan bile fayda (rant) elde etmeye kalkışırlar.

Aslında kadınla erkek birbirini tamamlayan iki parçadır. Birinin yokluğu hayatı eksik kılar. 8 Mart'ın Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanması, uluslararası düzeyde kabul gören bir hâl alması 1970’lere rastlasa da, bu tarihe kaynaklık eden olay ve dünya kadınlarının ortak bir gün kutlama isteğinin gündeme gelişi 1800’lerin ortasını bulur. ABD’nin New York kentindeki Cotton tekstil fabrikasında çalışan işçi kadınlar, 1800’lü yılların ortalarından beri daha iyi çalışma şartları, emeklerinin karşılığında hak ettikleri ücret ve daha iyi yaşam için mücadele vermektedir. Ama bunca yıllık mücadeleye rağmen elde edebildikleri pek bir şey yoktur. En sonunda, 8 Mart 1908 günü, haklarını alabilmek için son çare olarak greve giderler. Ancak patronlar bu greve zalim bir şekilde müdahale ederler. Greve giden kadınlar fabrika binasına kilitlenirler. Patronlar bu yolla grevin başka fabrikalara sıçramasını engellemek isterler. Ancak beklenmedik bir şey olur ve fabrika yanmaya başlar. Ne yazık ki yangından fabrikada bulunan kadın işçilerden çok azı kaçarak kurtulmayı başarır Yanan fabrikadan kaçmayı ve fabrikanın çevresine kurulmuş olan barikatları aşmayı başaramayan 129 kadın işçi yanarak ölür. O günden beri 8 Mart, Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanıyor.

Nereden bakarsanız bakın, dünyanın en zor zanaatıdır kadın olmak…

Kadın, dünyamızın ışığıdır. O hem ışıtır hem de yürekleri ısıtır. Kadın hayatın her sahasında varlığını hissettirmektedir. Onlar erkeklerin gözbebeğidir; başlarımızın tacıdır. Fakat bu kutsal varlığı suistimal eden erkekler de az değildir. Bukalemun misali renkten renge girerek kadının şahsiyetini, istekleri doğrulduğunda yönlendirenler hep olagelmiştir. Art niyetli kişiler dünyadan silinmedikçe bundan sonra da kadınlar kötü emellere alet edilecektir.

Nereden bakarsanız bakın, dünyanın en zor zanaatıdır kadın olmak. İş kadını, ev kadını, anne ve eş olmak. Bunlar kolay mı sanıyorsunuz? Töre cinayetlerine kurban giden, dövülen, hakarete ve cinsel tacize uğrayan, yaşamın dışına itilmeye çalışılan kadınlar gördükleri kötü muameleye rağmen yine vazifelerinin başındadır. Alınları ak, başları diktir.

Ülkemizde her yıl, dünyada olduğu gibi 8 Mart’ta Dünya Kadınlar Günü kutlanıyor. Bazı kesimler bu anlamlı günü, kadınların gövde gösterisi hâline dönüştürmeye çalışıyor. 8 Mart’ı kadınların erkeklerle mücadele günü hâline dönüştürmek isteyenler her iki kesime de zarar verdiklerinin farkında mıdırlar? Erkeksiz bir kadın eksik olduğu gibi, kadınsız bir erkek de aynı ölçüde eksiktir. Gaye üzüm yemek değil de bağcıyı dövmekse bu, kimseye bir şey kazandırmadığı gibi, meselelerin çözümü hususunda topluma zaman kaybettirir.

Tarihimizde 93 Harbi olarak anılan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, Erzurum’daki Aziziye Tabyası’nın savunulmasında kahramanca savaşan, mermileri sırtlayan Nene Hatun, Cumhuriyetin yetiştirdiği ilk kadın avukat Süreyya Ağaoğlu, Cumhuriyetin yetiştirdiği ilk kadın tiyatro sanatçısı Afife Jale, Cumhuriyetin yetiştirdiği ilk kadın heykeltıraş Sabiha Bengütaş, Cumhuriyetin yetiştirdiği ilk kadın doktor Safiye Ali, dünyanın ilk bayan savaş pilotu Sabiha Gökçen, fırsat tanındığında kadınların neler yapabileceğini, nelere kadir olduklarını gösteren sembol isimlerdir. Bu şahsiyetler milletin gönlünde yaşamaktadır. ‘Feminizm’ adı altında kadın erkek düşmanlığını körükleyenlerin bu öncü kadınları örnek alarak kadın konusuna yapıcı bir tutumla yaklaşmaları herkesin yararınadır.

21. yüzyılda Türkiye’de hâlâ ‘kadının adı yok’ diyenler hatayı biraz da kendilerinde aramalıdır. Türkiye’de kendilerini yetiştiren, eğitim alan kadınlar her yerde erkeklerle boy ölçüşebiliyorlar. Kadınların üst kademelerde görev almasını engelleyen kanun mu var? Aksine ülkemizde bazı alanlarda kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık bile yapılıyor.

Günümüzde ülkemizdeki kadınlar pek çok kilit noktada görev yapıyor; işlerinde çok da başarılı oluyorlar. Fakat bu demek değildir ki kadın toplumda istenilen düzeyde temsil ediliyor. Bu konuda yine de ciddi meselelerimiz vardır. Bunları da elbirliğiyle, gürültü patırdı çıkarmadan halledebiliriz. Her işte olduğu gibi bu konuda da samimiyet esastır.

Filistinli kadının her günü acı ve keder içerisinde geçer.

Kadınlar sıkıntıların merkezinde bulunuyor. Hayatî tehlikeler ve savaşlar bakımından dünyanın en sıcak bölgelerinden biri olan Filistin’de ölümle yaşam arasında sıkışıp kalan kadınların yaşadıklarını duyunca insanın merhamet duyguları gözyaşlarına karışarak akıyor. İsrail işgali altındaki Filistin topraklarında kadınlar kocalarının yanı başında kurtuluş mücadelesi veriyorlar. Bu kutsal davada eşlerini hiçbir zaman yalnız bırakmıyorlar. Bu kahraman kadınlar şahadet mertebesine erişmek için kendilerini silahların önüne atabiliyorlar.

Filistin’de erkek nüfus hızla azalıyor. İsrailliler, Müslüman erkeklerin kökünü kurutmak için planlı bir çaba içerisindeler. Filistinlilerin ailelerindeki erkeklerin çoğu ya şehit olmuş, ya da gazi… Bu ailelerde yük kadınların omzuna yüklenmiş durumdadır. Kocasını savaşta yitiren kadınlar, çocuklarını sahiplenip yaşama mücadelesi veriyorlar. Yemiyorlar; çocuklarına yediriyorlar, içmiyorlar onları içiriyorlar, giymiyorlar yavrularını giydiriyorlar. Evlâdına kol kanat germe duygusu yüksek olan analar, Filistin’de vatanları ve çocukları için yaşıyorlar. İşgalcilerin ölüm yağdırdığı bu topraklarda kadın olmak çok ama çok zor…

Filistinli kadınlar vatanları için ölmeyi ve hapse girmeyi göze alabilen sıra dışı insanlardır. Yaşadıkları zorlu hayat onları dirençli kılmıştır. Günümüzde İsrail zindanlarında kurtuluşu bekleyen mücadeleci Filistinli kadınlar vardır. Buradaki kadınlar açlığa ve susuzluğa mahkûm ediliyor. Bilerek zorlaştırılmış, gayri insanî şartlarda yaşamaya mecbur bırakılıyorlar. Zindanlarda hasta düşen kadınların tedavilerine müsaade edilmiyor. Bu kör olası hapishanelerde doğuran kadınlar bile var. Yeni doğan çocuklar anneleriyle beraber mahkûm hayatı yaşamaya zorlanıyorlar. Böylelikle Filistinli bebekler gözlerini hayata açar açmaz hapishaneyi tanıyorlar. Sorarım size: Ne günahı var bu kadınların, ne günahı var bu bebeklerin? Cevabını da vereyim isterseniz: Bu kadınların günahı; ülkelerinin işgaline direnmeleri, bebelerin günahı da haysiyetiyle yaşama mücadelesi veren, özgürlük isteyen annelerin çocukları olmaları… Gerçek bundan ibarettir, öbürler yalan yanlıştan ibaret… Saldırganlıkta sınır tanımayan, insaf fakiri siyonistlerden başka ne bekliyordunuz?

Filistinli kadının her günü acı ve keder içerisinde geçer. Çünkü ya eşini ya çocuğunu bu topraklar için şehit vermiştir. Eşi ya da çocuğu İsrail zindanlarında ömür çürütmektedir. Şanslı olanların çocukları ve eşleri sağ olsa da onlar da ya bir baskında ya da adi bir saldırıda şehit olmaya namzettir. Onun için Filistinli kadının geceleri gözüne uyku girmez. Hayat arkadaşını ve çocuğunu uyurken doya doya seyreder. Çünkü yarının neler getireceği, neler götüreceği hiç belli değildir. Bu topraklar acı gelecekleri bağrında uyutmaktadır.

Filistinli kadınlar teslimiyetin veya mücadelenin kaçınılmaz olduğu bir hayata doğuyorlar. Onlar onurlarını ve vatanlarını baş tacı ettikleri için teslimiyeti değil, mücadeleyi tercih ediyorlar. Bunun bedelini de çilelerle ödüyorlar. Filistinli kadınlar silahların gölgesinde yaşamaya mecburlar. Filistin’de kadınlar ateşten gömlek giyiyorlar üzerlerine. O gömlek onları yakıyor ama onu çıkarıp da atamıyorlar. Dünyanın sözde kadın teşkilatları Filistinli kadınların bu dramını görmüyorlar mı acaba? Yoksa Filistin’de yaşayan hemcinslerini kadından ve insandan saymıyorlar mı? Asıl mağdur, asıl ezilen Filistinli kadınlar olduğuna göre niçin bu eziyetleri, acıları, trajedileri görmezlikten geliyorlar? Avrupa’daki kadının korunmaya ihtiyacı yok. Asıl korunması gereken Filistinli kadınlar. Fakat korunmuyorlar işte.