İmkân mı insan mı? Tabi ki insan! Başlı başına insan bir imkândır. Kendine yeten ve kendinde olanla başkasını da imar edendir. Dışarıdan yaptığı yığınakların hiçbiri kişinin insanlık cevherleriyle kıyas edilemez. Öyleyse imkân kelimesi üzerinde iyice anlaşmak gerekiyor. Arapça karşılığı güç, potansiyel ve olanak demek. Zoru kolaylaştıran, güç takviye eden ve imkânsızı mümkün kılan her ne ise o imkândır. Edebiyat taşımalı imkânlarla yürüyebilecek bir serüven değil. Doğuştan ya da emek mahsulü imkânlar gerekli. Edebi kudreti, şiirsel iktidarı, tasavvur ve tahayyül dünyası olmayan birisi şair ve yazar olma imkânını başka iklimlerde devşirdikleri ile sağladığını zanneder. Birçok kişi aşamadıkları engelleri bertaraf edebilmek için bu tür insanların etrafında kümelenirler. Korunaklı alanlarda bulunmanın her zaman hissedilir avantajları vardır.

Edebiyat ortamları genellikle sahip oldukları bu imkân ve avantajlara göre değer görüp müşteri bulur. Artık söz söylemenin gücü değil, söylenen sözün taşıyıcılığı ve de pazarlamasıdır göz önünde bulundurulan. Bu durumda çok basit ve çok sıradan bir cümle bile renkli yorumlarla albenili hale getirilerek piyasaya sürülebilmektedir. Evet, sözün piyasası vardır. Kapağı ile, baskısı ve yayınevi ile bir kitap içindekilerden bağımsız olarak çok satanlar listesine girebilmektedir. Yazdığınız kitapla tek başınaysanız ne denli etkili bir yazar olursanız olun, kıyıda köşede kalmaya mahkumsunuz. İmkânlarınız vasatın altında olduğu için ilk zamanlar bundan garip bir şekilde hoşnutluk duyup mutlu olmaya çalışırsınız. Hatta kendiniz gibileri ‘amatör ruh’ tabiriyle yüceltme yoluna bile gittiğiniz olur. Asıl olanın yazdıklarınızın satması değil okunması olduğuna iyiden iyi kendinizi inandırırsınız. İmkânsızlık gözünüzde büyümeye başlar. Okur-yazar söyleşilerine gitmek için bile belediye otobüsünü tercih edersiniz. Çağrıldığınız yerde çay ve su dışında hiçbir ikram kabul etmezsiniz. Program sonrası size sunulan çiçeği orada sizi dinleyenlerden birine hediye edersiniz. Geldiğiniz gibi geri gidersiniz. Oysa siz bir sürü imkânlarınızı da yanınıza alarak gelmiş olsaydınız karşılamanızdan tutun da programınıza kadar her şeyin rengi değişecekti. Hatta önceden ‘konferans kabul şartları’ diye madde madde sıralanmış bir istek listesi göndermiş olsaydınız paşalar gibi karşılanacaktınız. Hayatın her alanında olduğu gibi yazarlık yolculuğunda da yoksulluğun izleri kolay kolay silinmez. Gülüşünüzde bile bu mahcubiyetin acemi duruşu salınmaktadır.

“Sanat ve edebiyat önce vehbi sonra kesbidir”

İmkânsızlıkla, parasızlıkla boğuşan yazarların birçoğu öldükten sonra dikkate alınmaya, değer görmeye başlamıştır. Çünkü yazarlığın imkânları ancak ölüm sonrası kendini hissettirebilmektedir. Tanpınar gibi, Yahya Kemal, Âsaf Halet gibi şairler öldükten sonra edebi imkânları fark edilmiş isimlerdir. Bir edebiyatçıyı geleceğe taşıyan anlık sahip oldukları değil, edebi fıtratıdır. İmkânlar sayesinde sesini duyurmuş bir şair imkansızlıklarla ortadan kaybolur. Birinin imkânından istifade ediyorsanız, o sizin ancak işinize yarar. İş ise yorgunluk geçinceye kadarki süreçte üzerinde yoğunlaştığınız gündelik meşgaledir. Sanatla ve edebiyatla uğraşan kişilerin içinde bulundukları yoğunluk hiçbir zaman iş değildir. Bir yerlere bir şeyler yetiştirilmek için değil, bir güzelliği gün ışığına çıkarmak için zaman üstü bir gayretle çaba esastır. Yorgunluk yerini esrikliğe ve coşkuya bırakmıştır. İş zanaat içindir ve kesbi bir faaliyettir.

Sanat ve edebiyat önce vehbi sonra kesbidir. Hiçbir devşirme imkâna sahip olmadan da kişi kendi öz sermayesiyle sanatçı ve edebiyatçı olabilir. Fakat bir zanaat için toplama imkânlar (araç, gereç, makine, takviye insan gücü vb.) olmadan işi tamamlamak mümkün değildir. Bugün sıklıkla görülen manzara şudur ki; sanatçı ve edebiyatçı geçinen kişiler devşirme imkânlarla bunu sağlama peşindedir. Sanata zanaat edasıyla yaklaşanlar vardır. Piyasa bunu gerektirmektedir ve Yaratıcının insanın içinde bahşettiği imkânların derinliği ve zenginliğini göremeyenler dışarıda imkân alanları araştırmaktadırlar. Oysa bu mümkün değildir. Edebiyatın doğası buna izin vermez.

Dergiler, yayınevleri, kalabalık edebiyat mahfilleri, egosu şişkin güçlü kalemler… Bunların hiçbirisi gerçek anlamda edebi bir imkân değildir. İmkân yazmayı, daha iyi, daha güzel ve daha nitelikli yazmayı mümkün kılandır. Ne alkış ne taltif ne ödül, ne sayfalar dolusu güzellemeler ne de yazarın arkasındaki kalabalık bir insanı geleceğin yazarı yapabilir. Sadece içindeki imkânı keşfeden ve onu kullanabilendir asırlarca eserleriyle yaşayanlar.