İnsan; anlam arayan, anlam üreten ve anlam yükleyen bir varlıktır. Olayları durumları kendi zaviyesinden değerlendirir ve onlara anlamlar yükler. Yüklenen bu anlamlar genelde ona sunulan hazır kalıplar üzerinden tevarüs edilir. Halbuki o anlam, aslında muhtemel anlamlardan belki de biridir; lâkin düzenleyici anlam olarak öne çıkar. Hâl böyle olunca alternatif anlamlar, gömülü anlamlar olarak kalmaya mahkûm olur. Ancak bu gömülü anlamların daha gerçekçi, hakikati temsile daha yakın olması her zaman muhtemeldir. O sebeple bir meseleyi ele alırken ona farklı bir açıdan bakmayı da becerebilmek gerekir.

Hz. İbrahim’in, oğlu Hz. İsmail’i kurban ediş hikâyesi bu açıdan dikkat çekici bir örnek olarak değerlendirilebilir. Zira kıssada anlatılan şekliyle Hz. İbrahim geç yaşta kendisine lütfedilen evladı Hz. İsmail’i birkaç gece rüyasında kurban ettiğini görür; durumu oğluna açtığında o da babasından emrolunduğu şeyi yapmasını ister. Kur’an’da bunun bir imtihan olduğu, Hz. İbrahim’in gördüğü rüyanın gereğini yerine getirdiği, oğlunun canına bedel olarak bir kurban gönderildiği ve böylece Hz. İbrahim’in mükafatlandırıldığı belirtilir (Sâffât 37/102-107).

Biz bu kıssayı genelde imtihan, teslimiyet, adanmışlık gibi kavramlar üzerinden okuyoruz. Tabi ki burada bir imtihan olduğu, Hz. İbrahim’in samimiyet ve teslimiyetinin test edildiği noktasında bir tereddüt yok. Allah, ileri yaşta kendine verdiği nimete şükür olarak o nimetin kendisini Hz. İbrahim’den isteyerek onu bir sınava tabi kılmıştır. Kıssadaki olay örgüsü Hz. İbrahim’in teslimiyetini test etmek anlamında manidardır. Meselenin daha çok tartışılan ve kafa karıştıran yönü “Nasıl olur da rahmet ve merhamet sahibi bir varlık olan Allah, masum bir çocuğun kurban edilmesini ister ve nasıl olur da bir peygamber kendi çocuğunu kurban etmeye niyetlenir?” sorularıdır.

Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki Allah haksız yere bir cana kıyılmasını kesin bir dille yasaklar. Nitekim dinin temel maksatlarından (makâsıdü’ş-şerîa) biri de canın korunmasıdır.  Hele ki söz konusu olan çocuksa öldürmek eylemi, velev ki savaş durumu bile olsa, hiçbir şekilde meşru değildir. Hz. İbrahim ile Hz. Muhammed’in Allah’ı aynı Allah’tır. Çocukların öldürülmesini, onların diri diri toprağa gömülmesini yasaklayan Allah, bir babadan oğlunu gerçek anlamıyla kurban etmesini istemiş olabilir mi? Burada yukarıda ifade edilen şekliyle bir gömülü anlamın, farklı bir kastın olduğu anlaşılmaktadır.

Peter Stearns “Çocukluğun Tarihi” isimli kitabında başta Akdeniz Havzası olmak üzere dünyanın farklı yerlerinde tanrı ya da tanrılar için çocuk kurban etmenin yaygın bir pratik olduğundan bahseder. Muhtemelen Hz. İbrahim’in yaşadığı dönem ve toplumda da bu pratik oldukça yaygındı. Hz. İbrahim’in, oğlunu kurban etme emrine hızlıca intibak etmesi de bu aşinalıktan kaynaklanmış olabilir. Allah’ın Hz. İsmail’in kurban edilmesi yönündeki emrinin aslında toplumda yaygın olan bu pratiğe dikkat çekmek, onun yerine bir başka pratiği yerleştirerek o alışkanlığı değiştirmek gibi amacı olduğu değerlendirebilir. Nitekim kıssada, kurban edilmesi istenen çocuğun (Hz. İsmail) yerini kurban edilen koç almıştır. Bu kıssa bir nevi eğitsel bir süreci örneklemektedir.

Meseleye çocuk açısından bakıldığında bu kıssanın çocuğun değersizliği, örselenmişliği, mahremiyet sınırlarının ihlal edilmişliği gibi bir anlamı çağrıştırdığı vehmedilebilir. Aslında yukarıdaki izah da bu kıssanın, çocuğun değersizleştirilmesi şöyle dursun tam aksine onu yeniden özgün değerine kavuşturmayı amaçladığını gösteriyor. Bu kıssa çocuğun kurban edilmesini değil, çocuk için kurban edilmesi gerektiği ana fikrini öne çıkartıyor. İslâm geleneğinde çocuk sahibi olanların “akika” adında şükür niyetine bir kurban kesmesi belki de bu kıssanın zihnen çok da farkına varamadığımız ama yüzyıllar boyunca devam eden amelî bir sonucu olarak görülebilir.

Hz. İbrahim ve Hz. İsmail kıssasının bu çerçevede anlamlandırılması ve anlatılması özellikle ilahi adalet noktasında ilgili kıssa üzerinden ortaya çıkabilecek yanlış anlaşılmaların da önüne geçecektir. Bu kıssa genel kabul gören hâkim anlam çerçevesinde sunulduğunda özellikle öğrenim çağındaki çocuklarımızın zihin ve gönül dünyasında ciddi sorgulama ve krizlere yol açabilir. Oradaki çocukla empati yapan, özdeşim kuran çocuğun, bunun çok korkunç ve haksız bir talep olduğunu düşünmesi ve bunun üzerinden kutsalla olumsuz bir ilişki geliştirmesi muhtemeldir. Gömülü anlam olarak yukarıda ifade edilen ikinci anlam üzerinden meseleye yaklaşıldığında bu riskin büyük oranda ortadan kalkacağı söylenebilir. Zira bu anlam, kıssayı dinleyen çocuğa değerli olduğu hissiyatını yaşatacaktır.