Bir vesile ile Cuma namazı için yolum Fatih’te yakın zamanda restore edilmiş olan Haydarhane Camii’ne düştü. Minik ve şirin bir camii. Camiye girip uygun bir yere oturmuştum ki arkadan gelen bir sesle gayri ihtiyari o tarafa yöneldim. Mihrapta vaiz, Cuma öncesi vaazına devam ederken en arkada oturmuş ve önüne rahle ve Kur’an almış olan bir kişi yüksek ve acıklı bir sesle “Ben Muhammed peygamberimin ismini taşıyorum, bana bunu yapmayın” diye kendi kendine feryad ediyor, sesini tüm cami cemaati de duyuyordu. Bu zâtın hâli tavrı oldukça dikkatimi çekti. Gayri ihtiyari sık sık arkama dönüp ona bakmak, ne diyor diye kulak kabartmak ihtiyacı hissettim. Vaiz konuşmasının sonuna yaklaştığında bu zâtın yakarışları iyiden iyiye arttı. Vaiz “el-Fatiha” dedikten sonra yerinden kalktı ve usulca bu zâtın yanına yaklaştı ve omzuna elini atıp onu teskin etti. Vaiz efendinin bu tavrı her türlü takdirin ötesindeydi doğrusu. Hâlden anlayan din görevlilerimiz olduğunu görmek beni memnun etti açıkçası.
Camilerin, özellikle de tarihi camilerin birer meczubu olur; öyle zannediyorum ki bu kişi de Haydarhane Camii’nin meczubuydu. Epey bir kulak kabarttım ama söylediklerinin hepsini anlama imkânım olmadı. Allah biliyor hatip Cuma hutbesini irad ederken benim gözüm de kulağım da bu zâttaydı. Bu esnada söylediği bir söz çok dikkatimi çekti. Birkaç kez üst üste “Ben sokakta yaşıyorum ama benim Allah’ım var” diye tekrarladı yine herkesin duyabileceği gür bir ses tonuyla. Tekrar edilen bu ifadenin üzerine bir süre düşünme gereği duydum. Kılık kıyafetinden de anlaşılıyordu ki bu zât evsizdi ve sokakta yaşıyordu. Bu hâldeyken bu kişiye bu cümleyi kurduran neydi acaba? Dünya ve dünyalıkla akıl ve gönül bağını koparmış olan bir zât, Allah ile olan bağının bu denli güçlü olmasını neye borçlu olabilirdi? Her şeyini kaybeden gerçek bulması gerekene daha mı kolay ulaşıyordu acaba?
Soruyu şu şekilde sorsak belki daha da anlamlı olacak: Bu zât, bu cümle ile bize ne söylüyor olabilirdi? Onun niyetini tabi ki anlama imkânımız yok ama bu sözün doğrudan kendime söylendiğini düşünerek bazı çıkarımlarda bulunmaya çalıştım. Bu zât bu sözüyle sanki bize, “Bana öyle tuhaf, acıyan gözlerle bakmayın, beni sahipsiz sanmayın. Siz kendi hâlinize bakın; benim Allah’ım var” der gibiydi.” Ya da “Ben tüm içtenliğimle Allah’a güveniyor, O’na dayanıyorum, ya siz kime ya da neye dayanıyorsunuz?” mânâsında bir mesaj veriyordu. Belki de “Ne kadar çok bağınız var dünyaya yönelik; bu bağlar varken Allah’a tam bağlılık mümkün olmaz; bu usulle ona vâsıl olunmaz” demeye çalışıyordu.
Cuma namazı için gittiğim camide bambaşka bir iklimde buldum kendimi. Kim akıllı, kim deli sorgulama gereği duydum. Biz mi meczubuz yoksa o mu? Hepimiz meczup olalım, sokaklara dökülelim demiyorum tabi ki lâkin biraz fazlalıklarımızı yontmamız, farkındalığımızı arttırmamız, gerekli durumlarda vazgeçmeyi de öğrenmemiz gerekiyor diye düşünüyorum. Aidiyet bağı kurduğumuz şeylerle ilişkimiz ne kadar sahici mesela? “Benim” dediğim bir ev ya da araba için gerçekten “benim” diyebilir miyim? Nasıl olur da “gerçekten benim” dediğim bir şeyi daha sonra başkasına devredebilirim? Parayla alıp sattığım bir şeyin bana hakiki aidiyetini nasıl savunur, nasıl ispat edebilirim?
Kendimizi o kadar bağlamış oluyoruz ki dünyaya ve dünyalığa, yol alamıyoruz bir türlü. Saplanıp kalıyoruz hırslara, ihtiraslara. Hep daha fazlasına sahip olmak istiyoruz. Sırtımızdaki ağırlığı artırdıkça artırıyoruz. “Vazgeçilmez” diyebileceğimiz öncelikler ve ihtiyaçlar oluşturuyoruz kendimize. “Vazgeçme, istersen başarırsın” türünden telkinlerle kamçılıyoruz kendimizi. Vazgeçemediklerimiz üzerimizde tahakküm kuruyor zamanla. Belki de bu yüzden camide gördüğüm meczup kadar samimi bir edayla “benim Allah’ım var” diyemiyoruz. Başka şeylere güveniyoruz belli ki. “Benim malım mülküm var”, “Benim unvanım, makamım, imkânım var”, “Benim evlad-u iyalim var” demek daha kolay ve daha cazip geliyor. Daha ziyade, başımız sıkıştığında, dara düştüğümüzde hatırımıza geliyor “Benim Allah’ım var” ifadesi. Halbuki kaybetmeden bulmak da mümkün olsa gerek. Velhasıl bu meczup kardeşimiz “Benim Allah’ım var” demeyi nasıl öğreniriz sorusunu sordurdu ve düşünmediklerim üzerine düşündürdü beni. Bilmiyorum sizde etkisi ne oldu?