Panama’dan Guatemala’ya, Kosta Rika’dan Küba’ya, Dominik Cumhuriyeti’ne, Amerika’ya…
Çocukluk hayalimi gerçekleştirmek için 4 yıl önce Türkiye’den yola çıktım. Amerika’da silahlı bir soygunda yaralandım. Dahası, ağır hastalıklar atlattım. Bu süreçte 4 defa ölüm tehlikesi geçirdim. Fakat dünyayı gezmenin bir bedeli olduğunu biliyordum ve asla vazgeçmedim. Yıllar önce dünyayı gezme planımı hayata geçirmeme sebep olan bir kitap var ki, onu dipnot olarak geçmeden olmaz: Narcissus and Goldmund’u okuduktan sonra yola çıkmak hiç zor olmadı.
Hayatım boyunca bir sırt çantamdan başka hiçbir şeyim olmadı, çünkü ben bir göçebeyim. Fazla eşya, fazla engel demektir. Bazen sırt çantasına sığmayanları yolda bırakmak zorunda kaldım. Şu an Kanada’dayım. Burada seyahat edebilmek için berberlik mesleğini öğrendim. Gittiğim yerlerde kısa süreli çalışarak geçimimi sağlıyor ve o coğrafyaya dair vloglar hazırlıyorum.
Bugün sizlere haritada yerini bile zor bulabileceğiniz bir kasabayı anlatacağım: La Crête. Kanada’nın Alberta eyaletinin kuzeyinde yer alan bu küçük ve izole kasabanın adı Fransızca “tepe” anlamına geliyor. Bu bölgeye yerleşen halk ise Mennonitler.
Mennonitler, 16. yüzyıldaki Reform hareketi sırasında Avrupa’da ortaya çıkan Anabaptist bir Hristiyan topluluğudur. Adlarını eski bir Katolik rahip olan Menno Simons’tan alırlar. Temel inançları; yetişkin vaftizi, şiddet karşıtlığı ve kilise ile devletin ayrılığıdır. Bu inançlar nedeniyle hem Katolikler hem Protestanlar tarafından baskıya uğramış, yüzlercesi idam edilmiş, sürgün edilmiş ya da yer altına çekilmek zorunda kalmışlardır. Ancak onlar kılıçla değil, sabırla direndiler.
Önce Hollanda, Almanya, İsviçre gibi ülkelere, ardından Prusya ve Rusya’ya; oradan da Kuzey ve Güney Amerika’ya göç ettiler. 20. yüzyılın başlarında Kanada’nın Alberta ve Manitoba eyaletlerine yerleştiler. Bugün yaşadıkları La Crête bölgesini de ormanlık alandan tarıma uygun hale getirerek kurdular.
Teknolojiden uzak bir yaşam süren Mennonitler bireysellikten çok topluluk yaşamını önemserler. Yakın geçmişe kadar televizyon dahi kullanmıyorlardı. Bugün bazıları teknolojiyle tanışmış olsa da hâlâ pek çoğu tuşlu telefon kullanıyor. Tarım, inanç ve aile bağları onların yaşamının merkezinde.
Bu kasabanın Kanada’daki diğer yerlerden en büyük farkı ise: alkol ve cannabis satışının yasak olması. Kanada genelinde cannabis kullanımı yaygınken burada tamamen yasak. Ayrıca çocuklar genellikle okula gitmiyor; evde eğitim alıyor ve çok küçük yaşlardan itibaren tarlalarda çalışmaya başlıyorlar. Aileler kalabalık ve çocuk sayısı oldukça fazla.
Kışın sıcaklık -40 dereceye kadar düşebiliyor. Bu sert koşullarda tarım dışındaki zamanlarını ahşap işçiliği, örgü, dikiş ve hayvancılıkla değerlendiriyorlar. Yani geleneksel el sanatları ve üretim burada hâlâ yaşıyor.
La Crête’in en etkileyici yönlerinden biri de gökyüzünü süsleyen kuzey ışıkları. Burada doğa hâlâ çok güçlü ve büyüleyici. Coğrafi olarak 58. enlemde bulunan bu kasabaya ulaşım da oldukça sınırlı. Kara yolu çoğu zaman kapanıyor ve ulaşım genellikle küçük uçaklarla sağlanıyor. Edmonton’dan ya da daha güneydeki yerleşimlerden bu küçük uçaklarla yolculuk etmek, adeta başka bir zamana uçmak gibi.
Kanada’da dahi pek bilinmeyen bu kasaba, adeta gizli bir dünya gibi. Ve beni en çok etkileyen şeylerden biri şu oldu: İnsanlar burada son derece nazik, yardımsever ve iyi kalpli. Her selamınıza bir tebessümle karşılık veriliyor. Kalabalıktan, karmaşadan uzak, huzurlu bir hayat sürüyorlar.
Ben Kuzey Kaşifi. Hayatımı bir sırt çantasıyla keşfetmeye adadım.
Bu yolculukların izlerini YouTube kanalımda paylaşıyorum.
İzlemek için tıklayın: www.youtube.com/@Kuzeykasifi
Bir sonraki durağım: Kızılderili topraklarına, High Level! Takipte kalın…