Bugünkü konumuz Kur’an’ın bir ayeti ile ilgili. İnşirah Suresi’nin ortasında, iki defa tekrar edilen bir ayet. Allah diyor ki: “Elbette zorlukla beraber kolaylık vardır.” şeklinde tercüme edilir. Her zorlukla beraber kolaylık da vardır, tercümesi aşağı yukarı bu şekilde oluyor. Bu kısa sureyi anlayıp idrak etmek için biraz zemin hazırlamak istiyorum. Çoğunuz bu sureyi ezberlemişsinizdir, çocuklarınızın ezberinde de vardır. Bu sure hem dinimiz hem de hayat hakkında öğrenilmesi gereken çok güzel bir ders barındırıyor. Kur’an’daki en kısa surelerden bazıları aynı zamanda en derin öğretilere de sahip olanlardır. Aslına bakarsanız kısa olmaları Allah’ın bir hikmetidir. Böylece insanlar bu kısa sureleri kolayca ezberleyip bu kısa sureler vesilesi ile çok derin hayat dersleri edinebiliyorlar.
Allah, Peygamberimizin (s.a.) çok büyük bir zorluk içinde olduğu, meşakkatli bir dönem tasvir ediyor. İslam’ın mesajını yaymaya çalışırken çoğu kişi dinlemeye niyetli değildi. Durum şimdiki gibi değildi ve Hudeybiye’den sonra olanlar gibi insanların akın akın gelip İslam’ı kabul ettiği zamanlardaki gibi de değildi. Görevinin başlarında, insanlar onun için her şeyi sadece daha da zorlaştırıyordu. Dediklerini kabul edenler ‘deli’ veya ‘aptal’ olarak etiketleniyor; akılsız kişiler veya onun tarafından kandırılmış kişiler olarak görülüyorlardı. İslam’ı kabul eden herhangi birine itham edilen şeyler, edilen hakaretler bunlardı. Bu süreçte, Allah kendisine bu muhteşem sureyi vahyediyor ve Allah’ın tüm bu zaman boyunca ona lütufta bulunduğunu söylüyor, ancak farklı farklı yerlerde farklı farklı lütuflardan bahseder. Mesela başka bir surede diyor ki: “O, seni bir yetîm olarak bulup da barındırmadı mı? Seni yolunu kaybetmiş olarak bulup da yola iletmedi mi? Seni fakir bulup zengin etmedi mi?” (Duha Suresi, 6-8) Seni arayışta bulup doğru yola yönlendirdi. Ve daha sonra diyor ki; seni yoksul bulup zengin etti. Hatice (r.a.) ile evliliği vesilesiyle artık ekonomik olarak bağımlı olmadığından bahsediyor. Ama bu surede, Allah başka bir lütuftan, hatta aslına bakarsanız daha büyük bir lütuftan bahsediyor.
Allah Azze ve Celle diyor ki: Senin için göğsünü açıp genişletmedik mi? Göğsün genişlemesi Arapçada huzurlu ve dingin olmak anlamlarına gelir. Peygamber (s.a.) huzurlu, rahat bir durumda değildi. Etrafındaki neredeyse herkes O’na ağır ithamlarda bulunuyordu, hatta bazıları fiziksel saldırıda bulunmaya bile hazırdı. Kendi ailesi onu dışlamaya başlıyordu, hiçbir şey kolay değildi. Hal böyleyken Allah diyor ki tüm bu sorunların içinde en büyük lütuf şuydu: Göğsün senin için genişletildi. Göğsüne ferahlık verildi, huzurlusun. Huzurlusun. Ve Allah Azze ve Celle bu huzuru şöyle tasvir ediyor: ‘‘Seni yükünden kurtardık.’’
Burada bahsedilen yük hakkında birçok ulema fikir beyan etmiş. Bir kısmını bu hutbede sizinle paylaşacağım. Şöyle ki Peygamber (s.a.) peygamberlik ona gelmeden önce tefekkür için kendini insanlardan soyutlayarak Mekke’den uzaklaşırdı. Ve dünyada neden bu kadar acı olduğunu düşünürdü. Hira mağarasında oturup saatler, günler hatta bazen geceler boyunca düşünürdü. Kendini toplumdan soyutlayıp insan hayatının neden bu kadar acı ve üzüntüyle dolu olduğunu düşünürdü. Ve Allah bu soruların cevaplarını ona kendi kelamıyla verdi. Ve vahiy yoluyla bu sorularının cevaplarını aldığında, Allah bu bu durumu O’nun yükünün kaldırılması olarak tarif ediyor. “Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı?” (İnşirah Suresi, 2) Yani hayatlarımızda bize yük olan bir sürü şey var. Ama Allah kendi kelamından, Kur’an’dan; bu yüklerden kurtulmanın yolu olarak bahsediyor.
“O yük ki senin belini bükmüştü. Ve senin için şanını da yükselttik.” (İnşirah Suresi, 3-4)
Ve Allah’ın bu surede verdiği öğüt sadece Peygamberimize (s.a.) özel değil Aslında hepimiz için geçerli: “Her zorlukla beraber kolaylık vardır.” Bugün bu ayetin bizim için ne anlama gelebileceği hakkında biraz konuşmak istiyorum. Ayetin Arapçasından çıkarttığımız ilk şey şu: Arapça Nahiv dil bilgisine aşina olanlarınız varsa bilirsiniz, "يُسْرًاۙ " burada mübtedadır. Grameri baz alırsak cümlenin asıl başlangıç noktası يُسْرًاۙ yani kolaylık. Bunu Türkçeye çevirdiğimizde “Her zorlukla beraber... kolaylık vardır.” diyoruz. Ama aslında “Büyük kolaylık, zorlukla beraber gelir.” anlamca daha yakın bir çeviri olur. Cümlenin odağı kolaylık aslında, zorluk değil. Grameri baz alırsak başlangıç noktası bu.
Peki, bu neden önemli?
Çünkü Allah dikkatimizi kolaylığa yöneltiyor, zorluğa değil. Ve kolaylık daha sonra gelecek olabilir. Rahatlık daha sonra gelecek olabilir. Ama Allah bizim içinde olduğumuz yerine, daha sonra gelecek olana odaklanmamızı istiyor. Ne yaşıyorsanız yaşayın, Allah o konuda size yardımcı olacak ve kolaylık kesinlikle yolda, geliyor. Dikkat edilmesi gereken ikinci şeyse; nekre olan (elif lam takısı olmayan) ‘‘يُسْرً” kelimesi. Yani şöyle ki: zorluğun, sorunun ne olduğunu herkes bilir. Belki finansal bir sorun, sağlık sorunu, belki de psikolojik bir sorun, duygusal bir sorun, belki sorununuz yanınızda oturuyor şu anda, bilmiyorum. Bu hayatta herkesin bazı sorunları var. Ama bu sorunların ne olduğu belli. Ve çok özel, belirli. Sorunun ne olduğunu tam olarak biliyorsunuz. Sorunun ne olduğunu tam olarak biliyorsunuz. Ama Allah diyor ki kolaylık, zorluktan çok daha büyük. Zorluktan daha belirgin. Aynı zamanda zorluğa kıyasla daha az biliniyor, daha belirsiz. Yani bir kolaylık, yardım gelecek ama bu kolaylığı tanıyıp ayırt edemeyebilirsiniz.
Herkes sorunu fark eder ama çözümü fark etmeyebilir.
Allah size kolaylık verdiğinde, onu kolaylık olarak bile görmeyebilirsiniz. Allah sizi rahatlatır ve bazen O’nun size yardımcı olduğunun farkında bile olmayabilirsiniz. Size bilemeyeceğiniz, aklınıza bile gelmeyecek şekilde, görünmeyen gayb aleminde gerçekleşmiş olan bir kolaylık verebilir. ‘‘عُسْرِ" zorluk, “اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ ” yani bilinen, belirli bir şey; (elif lam takısı kelimeyi belirli yapar.) ama “ يُسْرًاۜ” (kolaylık) ise nekredir. Bilinmeyen, belirsiz. Yani bizim için bir gizem ve bu önemli bir nokta çünkü çoğu zaman insanlar önlerinde durana odaklanıyorlar ve gözlerinin önünde olan şey de sorunları oluyor. Göremediklerine çok dikkat edemiyorlar. Ve Allah bize açıklıyor ki her zaman bize yaklaşan gizli bir rahatlık, ferahlık vardır. Daima orada. Ve buradan yola çıkarak Arapçada “muhakkak” veya “şüphesiz” olarak tercüme edilen kelimesine gidiyoruz. Aslında “اِنَّ” anadili Arapça olan insanlar tarafından şüpheyi gideren harf olarak tanımlanır. Şüpheyi ortadan kaldırmak için kullanılır. Bunu küçük bir örnekle size açıklayayım. Eğer bazı sorunlarınız varsa -herhangi bir sorun olabilir bu- iş yeriyle ilgili bir sorun yaşıyor olabilirsiniz veya belki de ailevi bir sorun olabilir. Biri gelip size diyor ki: “Bu o kadar da büyük bir problem değil.” Ve siz diyorsunuz ki: “Hayır bu kesinlikle çok büyük bir sorun, ortada kesinlikle bir problem var, eminim.” Sorundan yana hiç şüpheniz yok. Ama neyden şüpheleniyorsunuz? Bu sorunun çözülüp çözülmeyeceğinden. Bir çözüm gelecek mi, işler kolaylaşacak mı, bunlardan emin değilsiniz. Yani soruna gelince insanlarda bir eminlik durumu var; ama olay çözüme gelince şüpheleri var.
Kolayca umutsuzluğa düşüyoruz, hemen şöyle düşünmeye başlıyoruz: “Hep böyle olacak, bu durum asla düzelmeyecek. Hiç kolaylaşmayacak, değil mi?”
Kendimize bunları söylüyoruz. Yani negatiften ne kadar eminsek pozitiften de bir o kadar emin değiliz. Peki, Allah ayette ne yapıyor? “اِنَّ” şüpheyi yok eden kelime. Şüphesiz, hiç kuşku yok ki kolaylık, zorlukla beraber gelir. Allah kesinliği zorlukla yan yana değil, kolaylıkla yan yana koydu. Vurgu kolaylığın üstünde. Yani bu ayeti okuyan bir Müslümanın şunu bilmesi gerek: Aslında zorluğun varlığı hakkında bile şüphe duyabilirim. Belki bunun berbat, zor bir şey olduğundan çok eminimdir; ama belki de benim kafamda kurduğum kadar kötü olmayabilir. Ancak Allah’ın getireceği kolaylık, çok çok daha büyük ve kesinlikle geliyor. Kesinlikle orada olacak. Hatta kötü görünen bir şeyin kötü olup olmadığını bile sorgulatıyor bize. Bazen kafamızda, düşüncelerimizle ve hislerimizle olaylar gerçekte olduklarından çok daha kötü görünebiliyor. Bazen insanlar kendi kafalarının içinde yaşamaya başlar ve sorunlar büyüdükçe büyür. Ta ki tamamen kontrolden çıkana kadar. Ve bazen hayatınızda dertleştiğiniz insanlar olur. Ve onlarla konuşmak sorunu küçültmek yerine daha da büyütür. Büyüdükçe büyür. Yani bazen kafanızda, olumsuzluk gerçekte olduğundan çok daha büyük gözükür. Ve Allah’ın gönderdiği yardım, kolaylık aslında zaten oradadır; ama sorunun kafanızdaki hayali görüntüsü sizi öyle kör etmiştir ki onu göremezsiniz bile. Yani Allah diyor ki: Allah’ın yardımından emin olun. İşleri sizin için kolaylaştıracağından şüpheniz olmasın.
Sureyi nasıl tamamlanacağına, son ayetlerin bunlarla nasıl bir bağlantısı olduğuna geçmeden önce sizinle paylaşmak istediğim son bir ders var: Şöyle ki: Allah “Zorluktan sonra kolaylık gelecek.” demedi. “Sonra” kelimesini kullanmadı. “Beraber” kelimesini kullandı. “Zorlukla beraber kolaylık vardır” demek ile “Zorluktan sonra kolaylık vardır” demek arasında çok büyük fark var.
Sizinle en azından iki tanesini paylaşmak istiyorum. İlk fark şu: Belki de sen bir zorlukla boğuşurken bu zorluk aslında senin farkında bile olmadığın farklı bir kolaylıkla gelmiştir. Aynı zaman zarfında! Belki de içinde bulunduğun durumun alternatifi bundan çok çok daha zor olacaktı. Belki de bir sorun, bir kapının kapanması, beş farklı kapının açılmasının tek sebebidir. Bu şekilde düşünmediniz belki, ama Allah’ın hikmeti, bazen bir sorun yirmi farklı çözüm yaratır. Sayısız çözüm yarabilir. Yani bu kolaylıkların hayatına girebilmesi için bunun olması gerekiyordu. Bu da Allah’ın planının bir parçası. Fark etmeyebiliriz ama hep oradadır. Başka bir deyişle zihniyetim şu; evet, şu an bu sorunla boğuşuyorum ama bu sorunla beraber, Allah kesinlikle hayatıma bir kolaylık getiriyor ve benim onun nerede olduğunu bulmam gerek. Sorun zaten gözümün önünde ama çözüm için bakınmalı ve nerede olduğunu bulmalıyım.
Tecrübe ettiğimiz her şeyde, bu hayatta tecrübe edeceğimiz her kötü şeyde, kendinize şunu mu soracaksınız: Neden bu bana yaşatılıyor? Bu neden benim başıma geliyor? Ben bunu hak etmek için ne yaptım? Bundan ne iyilik çıkabilir ki? Tüm bu deneyimlerin içinde bizim göremeyecek kadar körleştiğimiz bir kolaylık, rahatlama, iyilik bulunuyor. Allah diyor ki: “O zaten orada, gelmesi için beklemek zorunda bile değilsin, zaten o tam orada duruyor. Ama bunun bile ötesinde “ile” kelimesini kullandığında Allah şunu söylüyor: Kolaylık, zorlukla bir araya getirilmiştir. Kolaylık zorlukla birleştirilmiştir. Gün ve geceyi bir araya getirdiği gibi, bulut ve yağmuru bir araya koyduğu, birleştirdiği gibi Allah’ın bu hayatta yan yana koyduğu bazı şeyler vardır.
Allah şöyle karar vermiş: Bu dünya eğer rahata kavuşmak istiyorsak öncelikle zorluklarla mücadele etmemiz gereken şekilde tasarlanmıştır. Ve sadece zorlukla boğuşursak, o zorlukla beraber kolaylık gelecek ve tüm hayatı böyle tasarlamış. Çoğunuz öğrencisiniz. Mezun olmanın rahatlığına kavuşmadan önce, bir sonraki sınıfa geçmenin mutluluğundan önce ders çalışmanın sıkıntısını çekmek zorundasınız. İkramiye almadan önce, terfi etmeden önce, işinizde var gücünüzle çalışmak zorundasınız. Bunlar sıkıntısız gerçekleşmeyecek. Sağlıklı hayatın rahatlığına ulaşmadan önce, beslenme alışkanlıklarınızı düzeltme ve sağlıklı beslenmenin zorluğundan geçmeniz gerekiyor. İyileşme nimetine ulaşmadan önce bir hastanın belki de ameliyat sıkıntısını yaşaması gerekiyor. Allah hayatı böyle tasarlamış. Rahata kavuşabilmek için zorluklarla boğuşmanız gerek, işler böyle yürüyor.
Bunları duyar duymaz kendinize şöyle diyorsunuz: Peki, zorlukla beraber kolaylık da geliyor. Zor zamanlar geçiriyorum, belki de sadece biraz rahatlayıp Allah’ın yardımını beklemem gerekiyordur. Hayır, Allah bize daha derin bir şey anlatıyor. Diyor ki o sıkıntıyla boğuşmak, savaşmak, kendinizi yormak zorundasınız. Arkanıza yaslanıp “Nasıl olsa Allah bana yardım gönderecek, öyle vaat etti, o zamana kadar bir köşede ağlayarak bekleyeceğim.” diyemezsiniz.
Hayır!
Bu yüzden bir sonraki ayette Peygamberimize diyor ki: “فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْۙ” (İnşirah Suresi, 7)
Ne kadar da güçlü kelimeler! “O halde boş kaldın mı, kalk yorul.” Boş kaldın mı hemen (başka bir işe giriş) yorul.
Bunun kolaylık ve zorlukla ne alakası var?
Şöyle: Allah etrafta aylak aylak oturmamızı istemiyor Meşakkatli zamanlarda, bizden kendimizi yormamızı istiyor aslında. Diğer insanlar kendilerini bir sıkıntının içinde bulduklarında bir köşeye çekilip vazgeçmeye başlıyorlar. Depresifleşiyorlar, endişeleniyorlar. Pes etmeye başlıyorlar. Bir kenara çekiliyorlar. Ama bu ayet sayesinde iman sahibi ne yapar? Sıkıntı mı çekiyorsun? Herhangi bir şekilde boş zamanın olduğunda yor kendini. İşe koyul, üretken ol. Bu ayetle ilgili ulemanın farklı farklı yorumları var. Davet vermeyi bıraktığında kendini ibadetle meşgul et. İbadeti bıraktığında davetle meşgul ol. Peygamber (s.a.) ne zaman bir işten yorulsa kendini başka bir işle meşgul ederdi.
Soru şu: Siz ve ben, hayatın ne kadar berbat olduğunu düşünerek bir köşede hiçbir şey yapmadan, donmuş bir şekilde oturup beynimizin aynı şeyleri boşu boşuna döndürüp durmasına izin vererek verimsizce ne kadar (boş) zamanı heba ediyoruz?
Allah diyor ki: Çok fazla boş zamanınız var ve kendinizi işe koymuyorsunuz. Kendinizi meşgul etmeyerek sorunun sizi yenmesine izin veriyorsunuz. Ayet “فَ" ile başlıyor, “فَ " sebep bildirir. Bu yüzden, kolaylığın gelmesini istediğiniz için kendinizi yormanız gerek. Madem bunu öğrendiniz, kendinizi işe koşsanız iyi olur. Sizin ve benim aslında anlamlı, üretken bir hayat yaşamamız gerekiyor. Bazen yaşadığımız şeylerin ağırlığı altında ezilmek çok kolay oluyor. Hüzün ve kedere, gerginliğe, kaygıya yenilmek çok kolay oluyor, elbette bunu yapabilirsiniz. Ama Allah’ın kelamı vesilesiyle bu durumla savaşmayı, kendimizde işe koyulma gücünü bulup bir şeylerle meşgul olmayı öğrenmeliyiz.
Peygamberin (s.a.) yaptığı, kendisini meşgul eden iki tür şey vardı. Bunu aklınızda tutun, sizi meşgul edebilecek iki şey var. Hatta ben üçüncüyü de ekleyeceğim. Peygamber (s.a.) ya Allah’ı razı edecek bir şeyle ya da Allah’ın yarattıklarına yardımcı olacak bir şeyle meşgul olurdu. Bu kadar. Ya sadece Allah için bir şey yapardı, namaz kılmak gibi Allah’ı anmak gibi, zikir gibi. Sadece kim için? Allah için. Ya da birine yardım ederdi. Başka birine rehberlik ederdi. Birine bir şeyler öğretirdi. Hatta başka birinin geçimini sağlamasına yardımcı olurdu. Başka insanlara her türlü yardımı ederdi. Kendimize sormamız gerek, bizim yaptığımız, kendimizi meşgul ettiğimiz iki şey ne? Allah’ı memnun edecek bir şey mi yapıyoruz, yoksa başkalarını rahatlatacak bir şey mi yapıyoruz? Allah’ın başka bir surede de Peygamberimize (s.a.) öğütlediği şey bu.
- Öyleyse sakın yetimi ezme! (Duha Suresi, 9)
- El açıp isteyeni de sakın azarlama. (Duha Suresi, 10)
- Rabbinin nimetine gelince; işte onu anlat. (Duha Suresi, 11)
Bunların hepsini ona neden anlatsın ki? Sen de bir yetimdin, şimdi git yetimlerle ilgilen. Finansal olarak kötü durumdaydın, şimdi git aynı durumdaki insanlara yardım et. Onlara yardımcı ol. Yani ya bizi Allah’a yaklaştıracak bir şeyle meşgul olmamız gerekiyor ya da başkalarını sıkıntıdan kurtaracak bir şeyle. Allah’ı memnun etmekle ilgilenirseniz, başkalarının sıkıntılarını gidermekle ilgilenirseniz, Allah da sizin sıkıntılarınızı gidermekle ilgilenir. Eğer durmadan sorunlarınızın ne kadar berbat olduğunu, hayatınızın ne kadar korkunç olduğunu nasıl her şeyin ters gittiğini, hiçbir şeyin düzelmeyeceğini düşünüp durursanız gözünüz kendinizden başka hiçbir şeyi görmez. Kendinizi bir kısır döngü içinde kaybedersiniz. Ve kendinizle ilgili bu düşünceler içinde kaybolursanız, Allah’ın yardımı gelmeyecektir. Allah’ın yardımı böyle gelmez. Bu yüzden şöyle diyor: “Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve Rabbine yönel.”
Sahip olduğumuz sıkıntılar büyük görünüyorlar. Düşünebildiğiniz tek şey bu sorunlar. Ama biraz uzaklaşıp bakınca anlıyoruz ki hepimiz bir yolculuktayız. Her gün bu yolculukta biraz daha yol alıyoruz. Ve bu yolculuğun sonunda Allah’la buluşma var. Bir trendesin, bir yol üzerinde gidiyorsun. Ve farkında olsan da olmasan da hoşuna gitse de gitmese de Allah’a doğru yol alıyorsun, yerinde durmuyorsun. Yaşadığın sorun hayatına bir son getirmedi, zamanı durdurmadı. Yolculuk devam ediyor. Ve hala eninde sonunda Allah’la buluşacağız. Ne yaşarsam yaşayayım bu yolculuk hala devam ediyor, bunu fark ettiğinizde varış yerinize, hedefinize odaklanmanız kolaylaşır. Ve şunu anlarsınız: Şu anda geçtiğim bölgede kalmayacağım, devam edeceğim. Çünkü varış noktam burası değil, varış noktam Allah. Kafanızda bu şekilde canlandırın. Bir yoldan geçiyorsunuz. Olur ya, bazen çok kötü kokan bir bölgeden geçersiniz. Eğer hareket etmeye devam ederseniz, koku sizinle kalmayacaktır, değil mi? Sonsuza kadar orada olmayacak. Yanından geçip gidebilirsiniz ve daha iyi bir yere ulaşırsınız. Tehlikeli bir bölgeden geçiyor olabilirsiniz ama sonsuza dek tehlikeli olmayacaktır, devam ederseniz daha güvenli bir yerde olursunuz. Hayat böyle. Bu şeyleri yaşamak zorundayız. Ve Allah diyor ki çıktığımız her yolculukta Allah’ın amaçladığı, tasarladığı bir plan var. Kendimize sormamız gerek, kendimizi yoruyor muyuz yormuyor muyuz? Nihayetinde ne yapıyoruz?
Hatırlayın, Peygamber (s.a.) ya Allah’ı memnun edecek ya da onun yarattıklarına herhangi bir şekilde yardımcı olacak şeyler yapıyordu. Ama biz, zamanımızın çoğunu kendimiz için bir şeyler yaparak geçiriyoruz. Ve tabii ki ihtiyaçlarımız var. Yemek bir ihtiyaç, giyim bir ihtiyaç. Çalışmak bir ihtiyaç, bunları kendimiz için yapıyoruz. Ama ayet 7/24 tüm günümüzden bahsetmiyordu. Ne zamandan bahsediyor?: Boş kaldığımız zamandan… Tamam, seçeneğin yok. Sabah beşte kalkmak zorundasın, altıda işe varmak zorundasın. Akşam altıya kadar çalışıyorsun. Peki. Yedi buçuğa kadar trafikte sıkışıp kaldın, sorun değil Seçeneğin yoktu, boş değildin. Ama boş olduğun zaman, o zamanı nasıl dolduruyorsun? Boş zamanın olduğunda onunla ne yapıyorsun? Ve onu nasıl değerlendirdiğin Allah’ın hayatına kolaylık getirip getirmeyeceğini belirleyecek. Bunu o belirleyecek. Bu yüzden kendimize sormamız gerek, boş zamanımızla ne yapıyoruz? Ve çocuklarımıza boş zamanlarıyla ne yapmayı öğretiyoruz? Bir saniye boş kalsalar oyun oynuyorlar. Bir saniye boş kalsalar, televizyon açılıyor. Bir şeyler yapmıyoruz, iş yapmıyoruz. Üretken işlerle uğraşmıyoruz. Kendimize hizmet etmenin veya kendi kendimizi eğlendirmenin, kendi kendimize tüketmenin ötesinde bir şeyler yapmak için kendimizi yormuyoruz. Tek düşünceler şunlar: Öğle yemeğinde ne yiyeceğiz? Akşam ne yiyeceğiz? Hangi filmi izleyeceğiz? Bir şey izlemek, bir şey oynamak istiyoruz. Kendini eğlendir, besle ve kendini bu oyalayıcı şeylerin içinde kaybet. Hepsi bu kadar.
Bu nasıl “فَانْصَبْۙ”? Bu “فَانْصَبْۙ” değil!
“فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْۙ”: “O halde boş kaldın mı hemen yorul.” Bu nereye gitti?
Ve bir insan kendini oyunlar içinde, eğlence içinde kaybedebilir ve bu şeyler ne yapar biliyor musunuz? Sadece daha çok zorluk getirirler. Oyun oynamayın, eğlenmeyin demiyorum. Yaz mevsimi, çocuklar güzel zaman geçirmek istiyorlar, sorun değil. Ama aynı zamanda zamanlarını nasıl iyi kullanabilecekleri öğretilmeli. Ama bunu sizden, benden öğrenmezlerse asla öğrenemezler. Serbest zamanımız olduğu anda onu boşa harcamaya, israf etmeye başlarsak, onunla verimli bir şeyler yapmazsak, o zaman onlar da bunu öğrenip alışkanlık edinecekler. Onları, onlara örnek olarak yönlendiriyoruz, kendi davranışlarımızı onlara aktarıyoruz. Bunu hayatımıza katmamız çok önemli ve neden durmadan bir şeyler yaptığımızı, neden durmadan birilerine yardım ettiğimizi neden durmadan mescide gittiğimizi neden durmadan bir şeyler öğrendiğimizi, neden hiç boş zamanımız olmadığını sorduklarında onlara şunu hatırlatacaksınız: “فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْۙ”
Peki bunu neden yapıyoruz?: Çünkü Allah’ın hayatımızı kolaylaştırmasını istiyoruz.
Peygamberimize (s.a.) bırakılan miras
Bu, Peygamberimize (s.a.) bırakılan miras. O’na verilen öğüt buydu. O’na verilen odak noktası buydu. Yani eğer hayatımızın güzelleşmesini, hayatımıza kolaylığın, rahatlığın gelmesini istiyorsak, bunu hayatımıza katmak zorundayız.
Hepimizin sorunları var. Sorunu olmayan kimse yok aramızda. Ve en zor sıkıntılar hangileri biliyor musunuz? Dışarıda olanlar değil. En büyük sorunlar göğüs kafesimizde olanlar. En büyük sorunlar hissettikleriniz. En büyük sorunlar düşünceleriniz. Dışarıda olan her şeyden çok daha felç ediciler. Ve sureye bakalım Allah’ın peygamberine (s.a.) verdiği ilk kolaylık: “Göğsünü açıp genişlettik, sana dinginlik verdik. İçini huzurla doldurduk.” Şimdi, Allah’ın peygamberine (s.a.) ferahlık verdiğini duyan bir insan şöyle düşünüyor: Bir insanın sahip olabileceği en kötü, en büyük sıkıntıların içinde O, huzurlu! Bu nasıl olabilir? Çünkü nihayetinde: “فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْۙ”, “ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ” Yani: “Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul. Ancak Rabbine yönel ve yalvar.”
Eğer bunu yapabilirseniz, insanların size ne söylediğinin artık bir önemi kalmaz. Dışarıda hangi sıkıntılarla karşı karşıyasınız, fark etmez. En büyük kolaylık sizinle olacak yani göğsünüz ferah olacak. Kalbiniz ferah olacak. Sakin olacaksınız. Diğer herkes ağlıyor, gergin, korkmuş. Her türlü duygusal dalgalanmayı yaşıyorlar. Ve siz kendinizi gittikçe daha büyük bir huzur ve dinginlik halinde buluyorsunuz. Çünkü bu derin hakikate göre yaşıyorsunuz.
Allah hepimizin kalbine dinginlik versin. Allah hepimizi iç huzuru bulan, Allah’ın merhametiyle göğsü genişletilmiş insanlardan eylesin. İnşallah Allah bize daha iradeli insanlar olabilmeyi nasip etsin ki boş zamanımızı daha güzel kullanalım. Ve bize bu dünyada göğüs germek zorunda kalacağımız her türlü sorundan çok çok daha büyük kolaylıklar versin.