Müzik çalışmalarına söz yazarı, bestekâr ve hanende olarak devam eden Mehmet Kemiksiz, 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti projeleri çerçevesinde eski bir Osmanlı geleneği olan ‘Cumhur Müezzinliği ve Enderûn Usulü Terâvih Tertibi’ uygulaması ile ilgili bir proje hazırlamış ve bu proje epey ses getirmişti. Biz de kendileriyle geçtiğimiz günlerde epey uzun bir röportaj yapmıştık. Bu röportajın birinci bölümünde ‘Enderûn Usulü Terâvih Tertibi’ uygulaması üzerinde durmuştuk. Röportajın aşağıdaki ikinci bölümünde ise Mehmet Kemiksiz Hocamızın Mi’râciyye, Regâibiyye, Bayram Salâsı üzerine düşüncelerin aktaracağız. Hem bilgilenip hem de düşüneceğiz, düşündüreceğiz.

Osmanlı’nın bize bıraktığı devasa kültür hazinelerinden biri de Mi’râciyye. Hocam nedir Mi’râciyye? Nasıl uygulanır?

Mi‘râciyye, İslâm Edebiyatı ve sanatlarında Peygamberimiz (s.a.v.)’in mi‘racını konu alan eserlerin genel adıdır.  Dini musikide ise, mi‘rac kandilinde Peygamberimiz’in mi‘racını anlatan Nâyî Osman Dede’nin sözlerini yazıp bestelediği tevşîhlerini de Mehmed Nasûhî Efendi’nin yaptığı eserin musiki formunda ve belli bir merasimle okunmasıdır. Mi‘rac kandilinde mi‘raciyye okuma âdetinin XVIII. Yüzyılda Nâyî Osman Dede’nin Mi‘raciyye’siyle başladığı görüşü hâkimdir. Bu konuda değişik rivayetler vardır. Bir rivayete göre Nâyî Osman Dede, Nasûhî dergâhında misafir iken rüyasında Şeyh Mehmed Nasûhî Efendi’yi görür ve şeyh ona besteleyeceği mi‘raciyyenin güftelerini ilham eder.

Bir başka rivayete göre de Nâyî Osman Dede, Abdullah Salâhî ve Üsküdarlı Seyyid Mustafa Hâşim, Doğancılar’daki Hz. Nasûhî Hânikâh-ı Şerifinde misafir oldukları sırada, hânikâhın o zamanki şeyhi, Hazret-i Nasûhî’nin postnişini, oğlu ve halifesi olan Şeyh Ali Alâeddîn Efendi’nin yanında sohbette bulunurlarken Hazret-i Nasûhî tarafından kendilerine yapılan manevî bir işaret ve ilham üzerine; içlerinden biri “Bir Mi’râciyye yazılsa da Vilâdiyye (Mevlid) gibi kandil gecelerinde okunulsa…”, der ve oradakiler de bunu Nâyî Osman Dede’den rica ederler. O da, dervişçe “Eyvallah!” manasında boyun eğip kabul eder. Sonra Mi’râciyye’yi bestesiyle getirip, Şeyh Alâüddîn Efendi’ye sunar. Osman Dede, âyin-i şerîf sonrasında, şeyh odasında ve hey’et karşısında eseri sonuna kadar okumuş ve odada bulunanlar eserden etkilenmişlerdir. Bunun üzerine regâib gecelerinde okunmak üzere regâibiyye yazılması temennisinde bulunulmuş. Bu vazife de Hazreti Salâhî’ye verilmiş; Salâhî de bir regâibiyye yazıp bestelemiştir.

Genel kabul gören bir başka rivayete göre de Şeyh Mehmed Nasûhî Efendi, Üsküdar Doğancılar'daki tekkesinde kendisine misafir olan Nâyî Osman Dede'den mevlid gibi okunmak üzere bir mi'râciyye yazıp bestelemesini istemiş, bunun üzerine Osman Dede eyvallah anlamında boynunu büküp, çalışmaya koyulmuştur. Mi‘rac kandiline yirmi gün vardır. Bu kadar kısa bir sürede kaleme aldığı eserini segâh, müstear, dügâh, nevâ, sabâ, hüseynî ve nîşâbur makamlarında yedi bölüm (hâne) halinde bestelemiş ve ilk defa bu dergâhta ve mi’rac kandilinde okumuştur.  Bu arada Mehmed Nasûhî Hazretleri de bu bahirlerin baş kısımlarında okunmak üzere bir tanesi Hz. Mevlânâ’nın sözü olan bölümleri besteliyor ve onların başına onu koyuyor. Denilir ki Nasûhî Hazretleri tevşîhleri okumuş, Nâyî Osman Dede de mi‘râciyyesini. Karşılıklı.  Birbirinden habersiz yani daha doğrusu Mehmed Nasûhî Hazretleri’nin beste yapacağından Nail Osman Dede’nin haberi yok. Bu şekilde vücuda geliyor bu mi‘raciyye. Bir rivayete göre de Mevlânâ ve Mehmed Nasûhî Hazretleri’ne ait olan tevşîhleri yine Nâyî Osman Dede bestelemiştir. Hatta Nâyî Osman Dede’nin yeni bir ebcet notası icat ettiği de söylenir. Böyle donanımlı biridir bu zat.  Bu mi‘râciyyede segâh, nevâ, sabâ ve hüseynî makamlarında beş tevşîh bulunur.

Tevşîh dediniz. Tevşîh ne, onu da açıklar mısınız hocam?

Tevşîh, kelime anlamı süs demek. Süsleme, ziynet demek. Tevşîh, Türk dinî musikisinde mevlid ve mi‘raciyye gibi büyük formda ve uzun eserlerin bölümleri arasında okunmak üzere bestelenmiş, güfteleri Peygamberimiz (s.a.v.)’i konu alan ilahilerdir. Tevşîh,  okunacak iki bölüm arasını birbirine bağlarken süsleyerek bağlamak anlamında kullanılan bir formdur.

Peki, daha önceki dönemlerde mi‘râciyye geleneği yok muydu? Ne okunuyordu mi’rac kandillerinde?

Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inin Mi‘rac bahri okunuyordu genelde. Biliyorsunuz Süleyman Çelebi’nin Mevlidi pek çok mevlidin başlangıcıdır. Ondan sonra Farsça, Kürtçe ve Arapça pek çok mevlid yazılmıştır Süleyman Çelebi’nin bu mevlidi örnek alınarak.

Hocam Mi‘râciyye de vakfiye midir? Kim vakfetmiş?

Evet, evet bu da vakfiye. Mi‘râciyye de bir vakfiyedir. Tekke, Mehmet Nasûhî Tekkesi vakfetmiş. Osman Dede’nin Mi‘râciyye’sini mi‘rac kandilini takip eden günlerde okumak adet olmuş ve hayır sahipleri bunun için vakıflar tesis etmişlerdir.

Yalnızca Mehmed Nasûhî Camii’ne mi mahsus bu vakfiye?

Hayır, İstanbul’un şu şu camilerinde, Bursa’nın şu şu camilerinde okunacaktır diye tek tek belirtilmiştir vakfiyede. Mesela Mehmed Nasûhî Efendi’nin ahfâdından Şeyh Kerameddin Efendi,  İstanbul’daki Üsküdar Mehmed Nasûhî Efendi Camii’nin vâkıfı yani vakfedeni, yani mi‘râciyyenin giderlerini karşılayanı.  Rıfat Mehmed Sadık Paşa ise Koca Mustafa Paşa Sümbül Efendi Camii’nin vakıf sahibi yani vâkıfı. Şeyh İsmail Gavsi Efendi, Tophane Kadirîhâne Camii’nin vâkıfı. Safiye Hanım, Bursa’daki Mahkeme Camii’nin vâkıfı. Bir hanım bakın vakfeden Safiye Hanım isminde bir hanım.  Ziya Eşrefoğlu, Bursa’daki Numaniye Camii’nin vakfedeni. İşte bunlar giderlerini vakıf yapmışlar karşılıyorlar.  Şu kadar maddi bedeli vardır bu vakfın diyorlar ve bu mi‘râciyyenin okunduğu gün -buraya dikkat - ibrikle su tutana, peşkir tutana verilecek olan akçeye kadar yazıyorlar. O mi‘râciyyeyi okuyandan o gün olacak bütün masraflara kadar her şey ayrıntılı düşünülüp hesaplanıp vakfedilmiştir yani.

Peki, şimdi bu vakıf duruyor mu?

Tekkeler kapatıldıktan sonra bu vakfiyeye el konulup Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün eline geçiyor bu vakıf da. Mi‘raciyye de unutulmaya yüz tutuyor böylelikle. Sonra 12 Mayıs 1951’de Aziz Mahmud Hüdâyî Âsitânesi’nde İsmail Gavsi Erkmenkul, Hopçuzâde Mehmet Şakir Çetiner, Hâfız Hasan Hilmi Başaranel ve arkadaşları tarafından yeniden canlandırılmaya çalışılıp burada okunuyor. Son mi'râciyyehan, durun siz sormadan ben söyleyeyim. Mi’râciyyehan; mi’râciyye okuyan kişiye verilen isim. Evet devam edelim, son mi'râciyyehan Şakir Çetiner ve arkadaşları, o zamanki Vakıflar İdaresi'nin ilgisizliğine rağmen mi'râciyye vakıflarını 1980'li yıllara kadar yaşatmaya çalışmışlardır. Hopçuzâde Mehmet Şakir Çetiner'in vefatından sonra düzenli biçimde mi'râciyye okunuşuna pek rastlanmamaktadır. Daha sonraları Ahmet Hatipoğlu, ilk defa sazların iştiraki ve kadın erkek sanatçılardan oluşan korosuyla birlikte Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefatı üzerine mi'râciyyenin tamamını radyo ve televizyonda icra etmiş, ayrıca kasetini hazırlayarak yayımlamıştır. Eserin bir bahri tevşîhiyle beraber yine ilk defa 2004 yılı mi’rac kandilinde Fâtih Camii'nden yayımlanan mevlid töreninde okunmuştur.

Peki, siz de mi‘râciyye okudunuz mu?

Evet,  şimdi bizim ekiple beraber okuyoruz. Önce Üsküdar’daki hafızlarla oturup bunu çalışmaya başladık. Birkaç bölümünü çalıştık. Daha sonra Nasûhî Dergâhı’ndan bir vesile ile tanıştığımız Mehmet Nasûhî ahfâdından gelen Zeki Arif Ataergin’in talebesi olan bir yaşlı bir amca ile görüştük. “Bu vakıf şu anda akamete uğradı, bu vakfiye, ama Mi’râciyye’yi kimse okumuyor” dedi. Dedik ki “Biz Mi’râciyye’yi çalıştık. Biz bunu okuyabiliriz.” Kabul etti. Bize bir tarih verdi.  Okuduk. Eskiden nasıl hangi tarihte okunuyorsa o geleneğe uyarak okuduk.

Mi‘raciyye yalnızca mi‘rac kandilinde okunmuyor mu?

Hayır, yalnızca Mi‘rac Kandili’nde değil Kadir Gecesi’ne bir hafta kala veya bir hafta geçe de okunuyor. Yani Kadir Gecesi’ne bir hafta kalınca o hafta pazara gelen gün veya bir hafta geçince ilk pazara gelen gün okunmakta Mi‘raciyye.

Bu yatsı namazına müteakiben mi okunuyor?

Hayır. Mi‘rac Gecesi okunan hariç bu Mi’râciyye merasimi Ramazan ayında gündüz yapılıyor. Kadir gecesinin bir önceki pazarı veya bir sonraki pazarı gündüz okunuyor. Öğle namazında Hüdâyî Camii’nde, ikindi namazında Mehmed Nasûhî Camii’nde yapıyoruz bu merasimi. Epey çaba ve uğraşlardan sonra artık iki yerdeki vakıf icra edilebilir hale geldi.  Bunda yukarıda bahsettiğim yaşlı amcanın payı çok büyüktür. Bundan yaklaşık 10-11 sene evvel vakıflara müracaat ederek “bu vakıf cari hale geldi, bu vakfın gelirlerini serbest bırakın” dedi.  Onlar da Diyanet’ten izin almaları gerektiğini söylediler. İstanbul Müftülüğü’ne gidip gereken izinler alındı. Hatta iki imam verdiler mi’râciyyeyi okutmaları için. Bu amca onların ellerine tutuşturuyor notaları ve bizim okutmak istediğimiz mi‘raciyye notası bu, bunu okuyacaksınız diyor. İmamlar: “Yok biz bunu bilmiyoruz. Süleyman Çelebi’nin Mevlidi’nin Mi‘rac bahrini okumak için geldik buraya.” diyorlar. Yani o sıralarda okuyacak kimse yok bunu. Biz okumaya başladık ve odur budur yaklaşık on senedir mi‘râciyye okuyoruz ekibimizle beraber.

Hocam biraz da mi‘raciyye merasiminden bahsetseniz… Nasıl oluyor bu merasim?

Şimdi burada birkaç enstantane var, ondan da kısacık bahsedeyim: Mi‘rac Gecesi, Efendimiz (s.a.v.)’in mi‘rac hadisesini yaşamasını anlatan bir metin, bir güfte bu. Yani Peygamberimiz (s.a.v.) mi’racta hangi aşamaya geldi, kimlerle karşılaştı, Cebrâil (a.s.) onu nereye götürdü, bunları teferruatlı bir şekilde anlatıyor. Ve Süleyman Çelebi’nin Mevlidi’ndeki gibi bir uygulama da bunda var. Biliyorsunuz Âmine Validemiz’i ferahlatmak ve rahatlatmak için melekler annemize ve oradaki hanımlara doğumdan sonra soğuk kırmızı şerbet ikram ederler. Rivayet bu. Ve bu rivayete binaen mevlidin bu kısmına gelindiğinde dinleyenlere şerbet ikram edilir öyle değil mi?

Evet.

İşte buna benzer bir uygulama da mi‘râciyye merasiminde var. Rivayet edilir ki Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v.) Mi‘rac esnasında belli bir yolculuktan sonra yorgunluk gibi bir şey hissediyor olmalı ki Cebrâil (a.s.) ona süt ikram ediyor.  İşte Mi‘râciyye'de bunun anlatıldığı kısma gelindiğinde dinleyenlere bunu yaşatırcasına süt dağıtılır. Hz.Peygamber (s.a.v.)’in mi‘racda kendisine sunulan süt ikramını temsilendir bu süt dağıtımı. Süt, Peygamberimiz’e bu süt ikramının nasıl yapıldığını anlatan bahre gelince, o kısım okunurken dağıtılır. Sıcak süt.

Bunun özelliği sıcak süt dağıtılması öyle mi?

Evet, sıcak süt dağıtılması. Yanı sıra başka ikramlarda da bulunuluyor ama özelliği sıcak süttür. Münâcât bahri kısmı icra edilirken de dinleyicilere gül suyu serpilir.

Peki, hocam, bu merasim namazdan önce mi, namazdan sonra mı yapılmakta?

Yok, bu müstakil. Müstakil bir seremoni bu. Önce bir gülbank okunuyor. Yani gülbank ne demek? Önce Efendimiz (s.a.v.)’e salât-ü selâmla başlanıyor. Ehli beytine oradan silsile ile geliyor, bu güne kadar bütün şeyh efendilere, muhibbânın, müridanın hepsinin ruhlarına hediye ediliyor. Sonra Mi‘râciyyenin Vâkıfı olan kimseye ve daha sonra oradaki cemaatin geçmişlerinin ruhlarına hediye ediliyor. Arkasından el-Fâtiha deniliyor ve salavat okunuyor. Mi’râciyyenin bahirleri daima iki mûsikişinas tarafından okunur. Kürsünün etrafını yarım ay şeklinde çevreleyen zâkir ve tevşîhhânlardan oluşan hususi bir koro, eseri aşağıdan sonuna kadar takip ve terdif ederek iştirak eder.

Merasim, İsrâ veya Necm Sûreleri’nden bir aşır okunmasıyla başlar. Her hafız Yasin Sûresi’nin Mübinlerine kadar bölüm bölüm okuyor. Her Mübin arasında arada yine İsrâ Sûresi birinci ayeti okunuyor. Biliyorsunuz Yasin Sûresi’nde 7 tane Mübin var. Ve her Mübin bitiminde “sadakallahü’l-azim” diyor hafız. Arkasından bir hafız “subhanezi esra”, yani İsrâ Sûresi’nin birinci âyetini okuyor. Her defasında. Ve Yasin’in bitiminden sonra bahirler okunmaya başlıyor. Daha sonra Mi’râciyye metni, bahre çıkan iki mi’râchân tarafından okunuyor. Her mısraın okunmasından sonra dört, beş veya daha fazla kişiden teşekkül eden zâkirler korosu “ıkbel yâ Mûcib”, “salla aleyh”, “mine salâh” vs. gibi sözleri aynı makamda ve hep bir ağızdan tekrar ediyorlar. Mi’râchânların sayısı yeterli ise ikişer ikişer bahre çıkarlar. Yeterli değilse, iki kişi bu vazifeyi sonuna kadar devam ettirir. Tevşîhleri koro okunuyor arada da solo bölümleri var. Tekrar korolar giriyor.  Bölümler okunuyor okunduktan sonra Necm Sûresi’nin İsrâ ile ilgili kısmı okunuyor. Mi‘râciyye bittikten sonra yine Kur'ân-ı Kerîm’den, Necm Sûresi’nin ilk on sekiz âyeti veya Bakara Sûresi’nin sonları bir hafız tarafından okunur. Duâhân’ın duası ile merasim sona erer.

Bunda da aynı zamanda makamlar, geçkiler var mı Enderûn Terâvihi gibi.

Makamın âlâsı var. Hatta mevlidden daha zor bu. Mevlid serbest okunuyor, bunda besteli hepsi. Rastgele makamda değil, makamlar birbirini geçkilerle takip ediyor.

Peki, Enderun Usulü Terâvih uygulamasında olduğu gibi bunda da tepki alıyor musunuz?

Evet, biz bunları okumaya başlayınca diyorlar ki siz bunları nerden buldunuz? Niye okuyorsunuz? Ya arkadaş, sen okumak istemiyorsan okuma, okutturmak istemiyorsan da okutturma, dinleme hatta. Gelme ama okuyanlara da bir şey deme yani.

Peki, hocam bir de bayram günü yapılan merasim varmış,  bundan da bahseder misiniz?

Bayramiyye.

Peki, bayramiyye dediniz, bu bayramiyye hem Ramazan hem Kurban Bayramı için de geçerli mi ve yine aynen mi‘râciyye gibi mi uygulanıyor? Nasıl uygulanıyor bayramiyye?

Aslında bayramlarla ilgili yazılmış gönül sultanlarının pek çok eseri var. Mesela Alvarlı Efe Hazretleri’nin “Mevla bizi affede gör ne güzel ıyd olur / Cürmü hatalar gider bayram o bayram olur” gibi.

Şimdi bayram namazı vacip bir namaz. Namazın öncesi bayramla ilgili bazı telkinlerde bulunuyor vaiz. Hutbe okunuyor yani. Ve bu vaazdan sonra da müezzin mahfilinden bayramiyye okunmaya başlanıyor. Bayramiyyenin diğer adı bayram salâsıdır. Bir müezzin “Leyse’l ıydü limen lebise’l cedîd, inneme’l-ıydü limen hâfe mine’l-veıyd.” diye söyler.  Cumhur da “Yâ Mevlâ,  ya Allah” diye söyler. Karşılıklı söylenir bu salâ yani.

Leyse’l ıydü limen lebise’l cedîd, inneme’l-ıydü limen hâfe mine’l-veıyd (bir müezzin)

Yâ Mevlâ,  ya Allah. (Cumhur)

Leyse’l ıydü limen tezeyene bi ziyneti’d dünyâ, inneme’l ıydü limen tezeyyenede bi zâdi’t-takvâ. (bir müezzin)

Yâ Mevlâ, Allâh. (Cumhur)

Şimdi ne demek bu mısraın anlamıi onu söyleyelim yani ne diyoruz biz? Diyoruz ki: “Gerçek bayram, yeni elbiseler giymekle değil, ceza gününden sakınmakladır.”

Diğer mısrada da: “Gerçek bayram geçici dünya süsüyle süslenmek değil, kulluk şuurunu yani takvayı azık yapmakladır.”

Bayram günü bu nasihatleri veriyoruz cemaate… Onlar da alıyorlar. Devam edelim:

Leyse’l ıydü limen rakebe’l matâyâ, inneme’l ıydülimen terake’l hatâyâ (Bir müezzin)

Yani:”Gerçek bayram, güzel bineklere binmekle değil, hataları terk etmekledir.”

Yâ Mevlâ, Allâh. (Cumhur)

Leyse’l ıydü limen nazarâ ilâ envâil elvân, inneme’l ıydü limen nazarâ ilâ cemâli’r Rahmân. (Bir müezzin)

Yani: “Gerçek bayram türlü renklere bakmak değil Rahman olan Allah’ın cemaline bakmakladır.”

Yâ Mevlâ, Allâh. (Cumhur)

Fe salli ve sellim alâ es’adi ve esrafi nûri cemî’i’lenbiyâi ve’l mürselîn. (Bir müezzin)

Ve’l hamdü l’llâhi Rabbi’l ‘âlemîn. (Cumhur)

Hocam manasını da açıklayınca çok güzel olduğunu görüyoruz. Gerçekten çok güzel bir salâ, öğüt dolu.

Evet, bu salâ Bayatî makamındadır ve güftesini kimin yazdığı bilinmemektedir. Ancak bestesi Hatip Zâkiri Hasan Efendi’ye aittir. Bu salâ da maalesef artık bilinmemekte ve okunmamaktadır. Eskiden bunu cemaat anlıyordu. Şimdi anlamıyor ve bu yüzden bunu anlatmamız, sözlerini de tercüme etmemiz gerek. Sonra bunun arkasından bayram tekbirleri okunuyor. Kurban Bayramıysa bununla ilgili bestelenmiş  “işte geldi iyd-i edha: Kurban kesme zamanı geldi” diye başlayan bir ilahi okunuyor. Salâten tüncînâ, aşırlar ve tesbîhatlar okunuyor. Sonra da dua ediliyor. İşte böyle, bayramın da kendine ait bir seremonisi var.

Hocam uzun sürdüğü için insanlar sabırsızlanabilir mi? Biliyorsunuz insanlar bayram namazını kılıp hemen tokalaşıp kaçıyorlar.

Ama bu nasihati almadan gittiğin bayram ne işe yarar? Normal kılınan namazdan belki 20 dakika fazla uzadı. Çok mu uzadı?

Peki, siz bu bayram salâsını da canlandırıp hayata geçirdiniz mi?

Evet. Süleymaniye’de Bayramiyye yaptık. Hatta Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül Beyefendi ve Başbakanımız Sayın Recep Tayyib Erdoğan Beyefendi de bütün devlet erkânıyla beraber buradaydı. Zaten bayram bu değil mi yani, bayram bunun için var. Farklı olmayacaksa, dünle aynı olacaksa niye bayram? Bu güzelliklerin bilinmesi ve hayata geçirilmesi gerek. Bayramiyye diye bir kocaman kültür var,  hiçbir kimse sesini çıkarmıyor ya da hiç kimse bilmiyor.

Osmanlı’nın bize bıraktığı devasa kültür hazinelerinden bir diğeri de Regâibiyye geleneği. Nedir Regâibiyye? Nasıl uygulanır?

Regaib kandilinde okunmak amacıyla yazılıp bestelenmiş manzumelere Regâibiyye denir. Biraz evvel mi‘râciyyeyi anlatırken rivayetlerden bahsetmiştik ve Nâyî Osman Dede, Abdullah Salâhî ve Üsküdarlı Seyyid Mustafa Hâşim, Doğancılar’da Hz. Nasûhî Hânikâh-ı Şerifinde misafir oldukları sırada, bir mi‘raciyye yazılması isteği ortaya atılmış Nasûhî Hazretleri’nin manevî işaretiyle demiştik. Nâyî Osman Dede yazıp eseri sonuna kadar okumuş ve odada bulunanlar eserden etkilenmişlerdi. İşte bunun üzerine regaib gecelerinde okunmak üzere regâibiyye yazılması temennisinde bulunulmuş. Bu vazife Salâhî mahlasıyla maruf, Abdullah Selâhaddin Uşşâkî Hazretleri’ne verilmiş; Salâhî de regâibiyyeyi, güftesini de kendisi yazarak bestelemiştir. Bu eser ‘Matlau‘-Fecr’ veya ‘Risâle-i Regâibiyye’ adıyla ünlüdür.

Bu Regâibiyye’de daha büyük bir musiki bilgisi gerekiyor. Neden? Çünkü dümdüz şiir düşünün. Bu düz şiirin her iki mısraı ya da her üç mısraında bir makam değişiyor. Her iki beyitte bir, bazen üç beyitte bir karşılarına not düşülmüş. Burada diyor hicaz makamı yapılacak.  Burada hicazkâr olacak, vs. vs. diye hepsi tek tek yazılmış karşılarına. Eserin sonuna kadar bu böyle. Uzunca bir eser yani iki buçuk üç saat sürüyor okunması. Salavatlar var. Tevşîh ve naatlar var arasında.

Bu da mi‘râciyye gibi mi uygulanıyor? Bir de gündüz mü, gece mi?

Regaib gecesi uygulanıyor. Yatsıdan sonra. Tekkede uygulanıyor ama bu. Camide uygulanmamış. Tekkeye mahsus bir dini merasim bu.

Peki, siz uyguladınız mı Regâibiyyeyi?  Uyguladıysanız nerede?

Ben uyguladım. Bir regaib kandilinde Üsküdar Yeni Camii’nde okudum ilk kez. Orada mevlid okunacaktı. Ben televizyon programlarına gitmedim o akşam. Arkadaşlara “bu akşam Regâibiyye okuyacağım. Yeni Cami’ye geliyorum” dedim.  Ve orda bazı bölümlerini okudum.  İlk kez okudum. Kayıt altına da aldım bu okuduğumu. Daha sonra Balat’ta Uşşâkî Dergâhı vardır. Oranın postnişini olan zatın riayesinde beni davet ettiler oraya.  İki sefer gittik. Orada okuduk. Camide olmuyor bu. Çünkü bunun bir zikir merasimi içinde okunması geleneği var.  Yatsı namazından sonra okunuyor bu böyle uzunca ve sonra zikir başlıyor. Devran başlıyor.

Hocam, bizim de galiba mûsikiye duyarlı bir kulağımız ve yüreğimiz olmalı ki bu makamları anlayabilelim. Bizler mûsiki kulağımızı ve yüreğimizi mi kaybettik yoksa?  O incelik ve zarifliği; replerle, yabancı müziklerle veya tuhaf tuhaf sesleri dinleyerek yitirdik, sağır mı olduk?

Siz bununla ilgili kültürü almazsanız kulağımız yok zannedersiniz. Kulağınız var ama kültürümüz yok. Evde sesli Kur’an okuyan anne yoksa, evde sesli Kur’an okuyan baba yoksa, dede- nine yoksa, evde günde toplam bir saat ailenin birlikte bulunduğu bir an,  bir yemek anı veya yemekten sonra oturup bir çay -kahve içmek vakti kadar anda çocuklar bilgisayar başında,  anne televizyonun, baba gazetesinin başındaysa; o zaman kulağınız var ama kullanmıyorsunuz demektir.  Sizi son bir şey anlatayım. Biz bundan iki önceki papanın papalık döneminde İtalya’da bir azizlik merasimine katıldık. İslâm mûsikisi yaptık. Dikkatimi orada bir şey çekti. Âyin başlamadan önce orada kolilerle bir şey dağıtıldı. Sonra papa âyini başlattı. Dualar okudu o sırada, kolileri açtılar ve herkese elden ele kitapçıkları ulaştırdılar.  Böyle küçük fasiküller gibi ve onda aryalar yazılıydı notalarıyla.  Ninelerden çocuklara kadar herkes açtı, bu aryaları yani ilahileri okudular notasından. Çok şaşırdım. Hatasız ve hiçbir çatlak ses çıkmadan notalarıyla okudular.  Bu ne şimdi? Bunlar evde ibadet yapmıyorlar, sürekli bir ibadet halinde de değiller ama çocuklarına ilkokuldan itibaren bu notayı, nota sistemini ve bu ibadette okuyabilecekleri kadar ilahileri- aryaları bunlara öğretiyorlar.

Biz ne öğretiyoruz çocuklarımıza peki? Batı müziği teorisi öğretmeye çalışıyoruz. Türk müziği türküleri öğretmeye çalışıyoruz Batı müziği tekniğiyle. Batı müziği notalar üstünde Türkçe sözlerle… Peki,  bizim notamız, musiki işaretlerimiz yok mu? Var. Ama bilinmiyor.  İşte böyle olunca da bir Salât-ı Ümmiyye’yi biz bir mecliste, bir davette, bir camide,  bir cemiyette, bir cenazede veya bir sünnet merasiminde cemaatle beraber okuyamıyoruz… Ama orada yüz binlerce kişi aynı anda okudu, ben bundan son derece müteessir oldum. Tüylerim diken diken oldu. Ne yapılabilir?  İlkokulda çaldırdığın şey değil, öğrettiğin şey önemli yani onlara bir tane salât-ı Ümmiyye’yi niye öğretmiyoruz? Bu memleketin okulundan çıkan herkes Salât-ı Ümmiyye’yi ve Tekbiri bilecek kardeşim. Çünkü buradan çıkan çocuk ileride bayram namazına gidecek, değişik merasimlere katılacak…

Hocam son sorum, bugüne kadar kaç albüm yaptınız? Sizi dinlemek isteyenler bu albümleri nereden bulabilirler? Siteniz var mı? Sosyal paylaşım sayfalarınız var mı?

Bu zamana kadar 45 civarında ya müstakil ya bizzat katkıda bulunduğum ya solist olarak katıldığım albüm var. Belki de 45’in üzerinde. Büyük bir kısmını yani telifle ilgili sıkıntısı olmayanların hepsini siteye koydum. Oradan indirebilirler. Telifle ilgili olanları da Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin kitap satış bölümü var. Oradan temin edebilirler. Karşıda Beyza Müzik ve Moral prodüksiyon gibi yerlerde de bulabilirler. Biliyorsunuz CD sektörü oldukça kısıtlandığı için daha çok şimdi interaktif ortamda bunlar kullanılıyor, oradan indirebilirler.

Sosyal paylaşım sayfanız var herhâlde? Siteniz var.

Evet var. Sitemizin adresi:  www.mehmetkemiksiz.com . Ayrıca sosyal paylaşım sitelerinde de sayfalarımız var Mehmet Kemiksiz adıyla.

Televizyon programınız da var, takip ettiğim kadarıyla.

Tv8 ve Cine 5’de de Ramazan öncesi çektik programı orada ve Diyanet TV’de canlı yayındayım iftarda.

Hocamıza verdiği birbirinden kıymetli bu bilgiler için minnettarız. Bu arada bugün yeni bir şey daha öğrendim. Paylaşmadan duramayacağım. Yalova Gönüllü Sivil Toplum Kuruluşları'nın (GÖNÜLDER) Atatürk Stadyumu'nda düzenlediği Enderun Usulü Teravih Namazı ve "Kur'an Tilaveti" programına 4 bini aşkın vatandaş katılmış. Enderûn Usulü Terâvih Namazını da Mehmet Kemiksiz ve Ahmed Şahin hocalarımız ve onların ekibi hep beraber kıldırmışlar. Üstelik bir stadyumda. Mehmed Kemiksiz Hocamız ve ekibi ilk kez cami dışında bir yerde, bir stadyumda terâvih namazı kıldırdılar. Yine bir ilke daha imza atmış oldular. Rabbim gayretlerini ve ilimlerini artırsın inşallah.

Mehmet Kemiksiz ile sohbetimizin birinci kısmı için buyurunuz.

Fatma Toksoy konuştu

Subhi Ezgi, Hatib Zakiri Hasan Efendi tarafından bestelendiğini kaydettiği Bayati makamındaki durak evferi usülündeki bu eserin güfte ve notasını Türk Musikisi ve Temcit-Na’t-Salat-Durak adlı eserlerinde neşretmiştir. La edri güfteli bu salânın metni: