Yaşadığı çağa damgasını vurmuş nice şairler, yazarlar gelip geçmişlerdir dünya üzerinden. Yaşadığı çağa tanıklık yaparak yazdıkları ve yaşadıkları ile iz bırakmış olan büyük sanatkârlar eserleri ile seslenişlerini hem yaşadıkları döneme hem de daha sonraki dönemlere yaparlar.

Üstad Sezai Karakoç’un yaşadığı bir dönemde yaşamış olmak, aynı göğün altında nefes alıp vermek, aynı şehirde onunla beraber yaşadığını bilmek büyük bir lütuf ve anlatılamayacak derecede bizim için onurlu bir durumdur. Aynı çağda yaşadığımız, coğrafyamızdaki acı ve sevinçleri yaşarken ortak bir kaderi duyumsadığımız büyük sanatkâr kuşkusuz bu zamanların Mevlana’sı, Yunus’u, gibi kendi çağına ve kendinden sonraki zamanlara büyük izler bırakacak olan şiirleri ve yazıları ile adeta bir medeniyet tasavvuru oluşturmuş, kıymetli bir büyük bir sanatçıdır.

Büyük bir şair olması hasebiyle sözün zirvesinde, sözün en üst makamında yıllardır büyük mücadeleyle oluşturduğu şiir medeniyeti kuşkusuz arkasından gelen kuşaklara eşsiz bir izlek oluşturacaktır.

Üstad Sezai Karakoç’un şiirleri gibi deneme, düşünce yazıları ve kitapları da onun Müslüman ve mümin duyarlılığının, yaşadığı coğrafyadaki tüm acılara karşı eşsiz duyarlılığının, içinde yaşadığı toplumsal olaylara karşı dik duruşunun ve tavizsiz şekilde oluşturduğu kendine özgü, kendine ait dilin ve bu dilin imkânlarıyla sarmalanmış muhteşem bir medeniyet tasavvurunun, eşine rastlanmayan bir çabası olarak ortadır…

Şair duyarlılığı ve dil işçiliğindeki üstün çaba ve her anlamda derinlikli, imgesel yoğunluktaki, özgün, medeniyet inşası gibi insanlığı kuşatmış olan şiirleri kuşkusuz bu zamandan yarınlara kalacak olan büyük yapıtlardır. Nasıl ki, Yunus Emre asırlar öncesinden bu günümüze sesleniyorsa kuşkusuz Üstadın kıymetli yapıtları da asırlar sonrasına kalacak güzide bir mirastır. “Esâsen bir millet için büyük şair demek, milletinin dilindeki güzel sesi duyan ve duyuran insan demektir. Bunun bizde de Batı ülkelerinde de unutulmaz örnekleri, örnek şairler ve nesirciler vardır. Böyle şairler için cümleler mısralar bir mûsikî parçası; kelimelerle heceler, birer nağme ve birer nota’dır. Yine böyle şairler için, dillerinin güzel kelimeleri, asırlarca duymuş, düşünmüş ve söylemiş ataların dillerinde işlenmiş, hem ses hem mânâ bakımından nice güzellik kazanmış birer tarihi, mücevher kelimedir, öylesine parlak ve kıymetli varlıklar.” Nihat Sami Banarlı ‘Türkçenin Sırları’ kitabında büyük sanatkârlardan, kendi çağına ve kendinden sonra gelen çağlara iz bırakan sanatkârdan dili kullanma noktasındaki vakıflığından ve olağanüstü estetik algısından bu şekilde bahseder.

Üstad Sezai Karakoç, ‘Düşünce Yazıları’ ve pek çok deneme yazıları ile aynı zamanda sadece bir düşünür, şair ve edebiyatçı olarak değil, tüm bunlarla birlikte müstakim üzere yürüyen ve yazdıklarını tavizsiz yaşayan bir öncü olarak adeta simgeleşerek bir izlek oluşturmuştur.

Şiirlerinde ve nesir yazılarında görülen odur ki; insanı anlatma telaşı ile cennet ve cehennem arasındaki kadim hikâyesini ana eksene oturtarak eşref -i mahlûkat ve esfel-i sâfilin olarak halife olan insanı konu alır. Toplumsal olaylar ekseninde insanî bir duyarlılıkla, adeta bir aydın, düşünür, büyük bir entelektüel çaba ve eşsiz sosyolojik duyumsamalar ile hayatın tüm evrelerini ve geçitlerini muhteşem bir hassasiyetle ortaya koymaya, duyumsatmaya, sorgulatmaya çalışır okura.

Yaşadığı çağı yorumlarken aydın duyarlılığı ve sorumluluğu ile içinde yaşadığı çağın sorunlarına eğilmek, bu sorunların nedenlerini araştırarak çözümler üretmeye çalışmak, Karakoç’un önemli yönelimlerindendir. ‘Yitik Cennet’te ve diğer önemli kitaplarında olduğu gibi Peygamberlerin mücadelelerini yorumlarken çıkış yolları bulmaya çalışır ve çağdaşı olduğu insanlığa adeta muştu gibi umut ve kurtuluş vadeden eşsiz duyarlılıktaki metafizik ürpertiler ile sarmalanmış yazılarında adeta kalıcı yıkılmaz bir sütun oluşturur.

Üstad şiirlerinde ve yazılarında kullandığı özenli ve eşsiz lirizmle oluşmuş derinlikli dil ile adeta bir dil işçisi gibi titiz yapıtlar ortaya koyarken, çağının yorumcusu bir aydın bir edebiyatçı ve şair, düşünür olarak her anlamda çağdaş bir izleğin de temsilcisi olmayı hak etmiştir.

‘Samanyolunda Ziyafet’, Üstadın 1962 yılından başlayarak, 2004 yılına kadar yazmış olduğu dergi ve gazetelerden derlenmiş yazılarının derlenmesiyle oluşmuş Ramazan ayı yazılarından meydana gelmektedir.

Ramazan çoğu sanatçıya, şaire, yazara ilham olmuştur. Ömer Seyfettin’den, Ali Haydar Haksal’a kadar pek çok yazarın Ramazan yazıları vardır ve çoğu kitaplaşmıştır.

Üstad Sezai Karakoç’un ‘Samanyolunda Ziyafet’ kitabını isterim ki Ramazan ayı başlamadan tüm insanlık ruhlara adeta inşirah ve şifa olarak okusa ve kitapta yazarın eşsiz anlatısını içselleştirerek yorumlama gücündeki o muhteşem uyanışı ve dirilişi hayatlarına taşısalar.

Üstad mezkûr kitapta Ramazan ayının Kur’an’la güçlü bağından bahseder öncelikle. ‘Betonları Kıran Oruç’ başlıklı ilk yazıda: “İşte oruç, külü deşer, betonları kırar, eskiyen dünyayı tazeler, alışkanlıkları elâstikîleştirir, donmaları önler, içgüdüleri pırıl pırıl yapar, insanı melankoliye düşmekten korur, kâinatı yeniden yaşanmağa değer bir yer haline getirir, insanı yeni doğmuşçasına yaşamaya hevesli, iştihalı bir yeni insan yapar” diyerek orucun o muhteşem manevi gücünden bahseder…

Yarım asırdan fazla bir zaman önce yazılmış oruç yazıları hala gündemini korur ve insanlığı kuşatır, ruh yüceliğine, ruhun erdemli ve soylu hallerine taşır tüm insanlığı. Bu zamanın adeta erimesi büyük sanatçının ruhunun yüceliğinin her çağa yansıması, her çağın insanına muhteşem muhataplığını ve seslenişini gösterir.

‘Altın Gece’ adlı yazısında Üstad, Kadir Gecesi’ni ve Kur’an’ın inişini konu alır. Üstadın bakış açısı gerçekten her anlamda okuru farklı ufuklara, şimdiye kadar hissetmediği bir duyarlılığa taşır. “Kur’an ki, yaratılış dünyasının ebedi ufkudur; dünyayı ve insanı ve her yaratılmış olanın bilerek bilmeyerek varmak, ulaşmak için çırpındığı “ideal”i çerçeveleyen kutsal sözler örgüsüdür; işte o, bir gece, Kadir Gecesi, nurdan bir gökkuşağı halinde dış ve iç göğümüze, bir bütün olarak indi” diyerek Kadir Gecesi’ni bu gece de inmiş olan yüce Kur’an’ı muazzam bir duyuşla aktarır.

‘Sürekli Mucizeler’ yazısında: “Bu mucizelerin başında, Kur’an – ı Kerîm yer alır. Kur’ân’ı Kerîm, her zaman yeni, her zaman taze, her zaman diri, her zaman kadîm, her an bir su kaynağı gibi içinden çağlayıp duran bir mucizedir. Bu mucize, vahyin ilk geldiği günden bugüne kadar, bir gün bile, bir tek kelimesinde bile fevkalâdeliğini yitirmeden sürüp gelmiştir” diyerek okuru Kur’an’î bir bilinçle bilenmiş insanı, Kur’an merkezli bir hayatı yaşamaya çağırır, ona içten ve samimi bir sesleniş gönderir adeta.

Diriliş düşüncesinin mimarı Üstad ‘Samanyolunda Ziyafet’ kitabında, İslâm uygarlığı tarafından taşınmış olan, duyarlılık, inanç ve düşüncenin kendi çağına seslenişini hedeflerken kavramsal anlamda içinde yaşadığı toplumsal şartlara uyumlu olarak, duygusallıktan arınmış, modern bir duyumsama ve çağdaş bir dille dünyevî ve semavî olgu ve duyumsamaların yeniden keşfini ortaya koyar.

Çocuk ve orucun buluşması, Üstadın kaleminde şimdiye kadar hissetmediğimiz bir açılımla anlam bulur. ‘Oruç ve Çocuk’ yazısında, “Yavaş yavaş, anne babayı bağlayan; bütün gündüz boyunca onların şu mahut sigaralarını bile boykot eden bu mistik güç, onu kavrar. Çocuk oruca başlamıştır. …  Oruçla ona, madde dışı bir dünyanın ilk ışıkları yanar. Ona yani çocuğa. Başka bir dünyanın meşaleleri” ile diyerek bambaşka bir bakış açısı ile oruç ve çocuğu bir araya getirir Üstad.

Ramazan ayı mübarek, kutlu, eşsiz bir konuktur Üstada göre. “Konuğumuz Oruç, pencerelerimizi açar, perdeleri havalandırır. Evin badanasını ve boyalarını tazeler. Mutfak ve kilerimizi doldurur. Sularımızı tatlandırır. Lâmbamızı kutlar. Soframızı kutsallaştırır. Gök sofrasını açar. Gecemize ebedi düşler ekler” diyerek ‘Konuk’ başlıklı yazısında, orucun nasıl evleri maddi ve dahi manevi temizliğe taşıdığını eşsiz bir anlatımla okura aktarır, okuru kuşatır. Mezkûr yazıda, Hira Dağı’ndan, Nuh’un Gemisi’nden, Cebrail soluğundan, Ashab-ı Kehf’ten, mahşerden, Hızır’dan, ruh yaralarından, onaran, şifa olan oruçtan bahseder.

“Yüzlerinde secde izleri görülür” Kimdir bunlar? Bunlar, Müslümanlardır. Eski Müslümanlar ve çağdaş Müslümanlar” diye manifesto gibi ifadelerle seslenirken orucun, mübarek Ramazan ayının her çağa taşıdığı muhteşem dirilişten bahseder. Şakkulkamer mucizesinin muhatabı olan secde izleri taşıyan yüzlerden, seher secdelerinin sarhoşluğuna muhatap olanlardan öylesine anlamlı ve eşsiz ifadelerle bahseder.

Oruç Üstad’a göre bir büyük evrensel Çağrı’dır.

“Kabuktan içe doğru yolculuk başlıyor oruçla. Öze doğru, dünyanın yüreğine doğru, dünya ötesinin kalbine doğru” derken bu çağrının seslenişini akıtır yüreklere kelimeleri ile.

“Oruç Ülkesi” başlıklı yazısında, her bir şeyi olgunlaştıran erdemler durağına taşıyan, zamanı kutsal vakitleri ile anlamlandıran, ruhu eşsiz teslimiyet ile maddi manevi arınma duraklarına taşıyan oruç namaza da dokunur. Üstada göre: “Oruçla namaz arasında da büyük yakınlık vardır. Sanki namaz, orucun, insan uzuvlarına yerleşmiş bir ruh olarak, kımıldanış ve kanatlanışından meydana gelmektedir. Oruç da, namazın süzüle süzüle bir buğu olup ruh, beyin ve kalbi tutmasıyla oluşmakta. Bunun için âdeta birbirine adeta âşıktırlar. Birbirlerini çağırıp dururlar her bahaneyle.”

Sonra bizim bayramlarımızdan bahseder Üstad. Artık oruçlu yürekler abı hayat ve muştu gibi gelen bayramı kucaklamayı hak etmişlerdir. Bayrama yüklediği anlam Üstadın yine medeniyet tasavvuruna yaslanmış, yaşanması gereken, olması gereken, kardeşçe, dostça, cennet soluklu bayramlardır. Bu bayramlarla yeniden dirilişlere, yeni başlangıçlara, tüm Müslüman coğrafya ile topyekûn bir uyanışa taşınmak gerekir. Çünkü bu bayram bizim bayramlarımızdır. Bayramlar kopmaz bağlarla Müslümanları birbirine bağlayacak, yıkılmaz duvarlar gibi kenetlenip güçlenecek tüm Müslüman coğrafya.

Ve adeta derinden, dokunaklı seslenişini gönderir ve sizi yüreğinizden vurur Üstad:

“Ah ne olurdu, hiç olmazsa bayramlarımızı bize bıraksalardı.

Bayram ki taştan değil, rüzgâr çizgilerinden değil, yaprak hışırtısından değil, bir medeniyet esintisinden, bir tarih ilhamından, Müslümanların aydınlık gönüllerinden gelen bir şuur hafifliğidir, geliyor ve bizi ak çeşmelerin ışığıyla dolduruyor.”

Samanyolunda Ziyafet kitabının içinde bulunan başlıklar bile başlı başına okura bir rota çizer. Manifesto gibi derinden sarsar, istikamet, istikrar, müstakim üzere ve samimi işaretler gönderir.

Kitapta yer alan yazı başlıklarından bazılarını yazmak istiyorum: Betonları Kıran Oruç, Oruç ve Çocuk, Altın Gece, Konuk, Bir Ay Bölünmüş Gibi Yüzlerinde, Sürekli Mucizeler, Oruçta Acıkır, Diriliş Saati, Yankı, Orucun Ruhu, Ruhun Şöleni, Gök Armağanı Oruç, Hicretten Miraca, Çağrı, Oruç Ülkesi, Ramazanın Aynasında Hayat.

Üstad Sezai Karakoç’un şiirleri ve tüm düşünce kitapları gibi ‘Samanyolunda Ziyafet’ kitabı da eşsiz bir duyarlılıkla yazılmış, Ramazan’ı anlama, derinden samimiyetle yaşama, orucun ruha ve mümin yüreklere yaptığı dönüştürücü, diriltici soluğu içselleştirerek anlamlı yaşama noktasında okura yol gösteren, yol olan bir kitap.

Ramazan’dan önce ve her zaman okunası bir değerli yapıt. Üstadın kalemine yüreğine sağlık diyorum. Rabbim hayırlı bereketli bir ömür versin Üstadımız Sezai Karakoç’a. Selam olsun, dua olsun…

*Yediiklim Sezai Karakoç Özel Sayısı’ndan (2020) alıntılanmıştır.