Bugünkü konumuz Kur’an’daki bir meselenin parçası. Çok önemli bir konu. Onu “Öfke konusu ve birinin kontrolünü kaybetmesi” olarak adlandırmak istiyorum. Bu konu da son kitaptaki diğer konular gibi dinimizde oldukça kolaylaştırılmıştır. Elbette çoğumuzun bildiği gibi öfke iyi bir şey değildir. Öfkeli olmamamız gerekiyor.
Allah’ın hakkında konuştuğu öfkenin bazı türlerini, O’nun ele aldığı şekilde daha derinlemesine incelemeye çalışacağız. Ve alışılmadık bir yerden başlamak istiyorum, Allah’ın öfkeli olmayı kabul ettiği durumlar! İnanan, Allah’ın kulu olan bir kimse için ne zaman sinirlenmek doğrudur? Çünkü sonunda aklanacak olan öfke sadece Allah için olandır. Bunun sonucunda Kur’an’daki “gazap” kelimesi çoğunlukla Allah için kullanılıyor. Allah’ın öfkesini, gazabını çeken insanlar… “Allah onlara gazap etmiş…” (Fetih Suresi, 6), “Allah'ın gazabına uğradılar.” (Bakara Suresi, 61) Bu ifadeler sürekli sadece Allah için kullanılıyor. Allah için kullanımının dışında bu kelimenin, iki defa Musa (a.s.) için kullanıldığını görüyoruz. Arapçada öfke için yaygın olarak kullanılan gazap kelimesinden önce, -ona sonra daha detaylı bir şekilde gireceğiz- başka bir şeyle başlamak istiyorum. Aklınızda kalması için sadece birkaç kelime.
Kur’an öfke için ğayz, ğadab, sahat, hard gibi birçok kelime kullanmasına rağmen ben ğayz ile başlamak istiyorum. Muhtemelen anlaşılması en önemli olan. Çünkü iman edenler için bile kullanılıyor. Ayrıca kafirler için, Müslümanları sevmeyenler için denir ki: “Kininizle ölün! Allah göğüslerdekini en iyi bilendir. (İman edenlere) öfkelerinden ötürü parmaklarını ısırırlar.” (Âl-i İmran Suresi, 119) Size olan nefretlerinden ötürü... Bazı insanlar Müslümanlardan nefret ediyor. Bundan ötürü Allah öfkenizle ölün diyor onlara. “Allah kalbinizdekini bilir.”
Ğayz: İçten içe nefret etmek
Bu ğayz kelimesi neye işaret ediyor? başlamak istediğim nokta bu. Ğayz; aslında öfkenin gösterilmesini engellemektir. Arapçada örneğin ‘halimetun muhtaza: içinde bir şeyler pişen büyük bir tencere’ye bakarlardı ve onu sakin ama kızgın anlamına gelen halimetun muhtaza olarak adlandırırlardı. Tencereye baktığınız zaman sabit, kıpırdamıyor ama dokunduğunuz zaman elinizi yakar. Dışardan baktığınızda ne olduğunu anlamazsınız ama yakından baktığınızda ya da içine baktığınızda kaynayan bir şey görürsünüz. İşte bazı insanların durumu böyledir. Dışardan son derece sakin görünürler hatta size gülümseyip “Selamunaleykum, nasılsın?” falan derler. Ama aslında içten içe sizden nefret ediyorlar, varlığınıza tahammül edemiyorlar. İçlerinde kaynayan bir öfke var. Fakat bu ikiyüzlülükle alakalı değildir. Birinin hayatı normal bir derecede önemsemesiyle bile alakalı olabilir. Alışveriş yapar, işe gider, arkadaşlarıyla buluşurlar ama içlerinde devam eden bir kargaşa vardır. Aşırı bir öfke ve dışardan bakan herhangi bir kimse onun içinde fırtınalar koptuğunu söyleyemez. Günümüzde haberlerde çok şaşırtıcı şeyler görüyoruz: “Çok sakin bir insandı, ne olduğunu anlamadım, neden sinemada ya da kampüste vs. eline makinalı tüfeği alıp çıldırdığını bilmiyorum.” Fakat her zaman öldürmeye varacak kadar aşırı değildir; bazen ailenizin içinde bile ani çıkışları olanlar vardır. Ve siz de “Böyle değildin, sana ne oluyor, bugün hangi böcek seni ısırdı?” gibi tepkiler verirsiniz. Evet, siz görmemiş olabilirsiniz; ama yıllardır içinde fırtınalar kopuyordu ve onu sürekli içinde tutmuştu. Dışarı çıkmasının bir yolu olmayınca sonunda patladı.
Öfkenin görünen hali: “Ğadab”
Öfke görünüyorsa, fark ediliyorsa “ğadab” oluyor. Eğer içinde tutabiliyorsan ve içinde kaynıyorsa, dışarıdan kimse bilmiyorsa bu ğayz’dır.
Peygamberimizin sahabelerinin en çok kendilerini tuttukları yerlerden yola çıkmak istiyorum. Toplum tarafından aşağılandılar. Canlarından çok sevdikleri Peygamber; gözlerinin önünde hor görülüyordu; O’na küfredip tükürüyorlardı, itip kakıyorlardı. Ölmesi için taşlandı, evinden sürüldü. Evlerinden çıkarıldı. Sizi evinizden çıkarsalar duyabileceğiniz öfkeyi düşünebiliyor musunuz? Ya da beni, ailemi ve çocuklarımı evden çıkarıp uzaklaştırsalar, tehdit etseler ve sanki kendi evleriymiş gibi taşınsalar? Bu öfkeyi tahayyül edebiliyor musunuz? Sizi öldürmeye çalışanlara, sizinle alay edenlere karşı duyacağınız öfkeyi?! Birçok kez onlarla savaşmaya gitmişsiniz…
Bu insanlar, Peygamberimizin (s.a.) kendilerine savaş ahlakını bile öğrettiği kimselerdi. Başka bir deyişle öfkenizde aşırı gitmiyorsunuz. Onunla sabırlı bir şekilde uğraşıyorsunuz. Sahabeler içlerindeki ğayz’la imtihan olundular. Demek istediğim bu öfkenin bir kısmını Bedir’de, bir kısmını Uhud’da, bir kısmını Ahzab’da salıverdiler ama Hudeybiye Antlaşmasını yaptıkları zamana gelince… Sahabeler nasıl sinirlenmişler, nasıl da öfkelenmişlerdi! Bütün yolu silahsız şekilde sadece Mekke’ye ulaşmak için yürümüşlerdi. Sonunda boş bir alan olan Hudeybiye’ye ulaştılar, hiçbir insanın yaşayamayacağı çorak bir arazi… Ve oraya değil insanların, hayvanların bile gezmesi için uygun olmayan yakıcı kayalıkları aşarak gelmişler. Bu yoldan geldiler çünkü kendilerine saldırılmasından korkmuşlardı. Ki zaten Mekkeli müşrikler onların hacca gelebileceği yolda saldırı için hazır durumdaydılar. Bu olay, tek başına kızdıran bir durumdur; çünkü Mekke halkında şöyle bir inanç vardı, eğer biri hacca geliyorsa ona saldırmayız. Çünkü müşriklerde de hac yapan kabileler vardı. Fakat kendileri bu kuralı ihlal edip saldırmaya çalıştılar, Halid b. Velid’i gönderdiler -o zamanlar Müslüman olmamıştı (r.a.) - Müslümanlara saldırması için onunla birlikte bir tabur göndermişlerdi.
Hudeybiye, Hac yolunda... Bazı rivayetler harfi harfine gittikleri yolu tarif ediyor. Pürüzlü kayalıklardan ötürü kanıyorlardı ve yoldaki dikenler -hayvanlar oradan geçmediği için- yürürken bacaklarını kesiyordu. Ayakkabıları yakıcı kayalıklardan dolayı erimişti, ayakları yanıyordu. Oraya kolay bir şekilde varmadılar. Kurban olarak hayvanlarını da getirmişlerdi… Ve oraya vardıklarında birçok görüşmeden sonra, ziyaret yapamayacaklarını öğrendiler. Geri dönmek zorundalar… Sadece geri dönmek zorunda da değiller, aynı zamanda getirdikleri hayvanları kesip bu hayvanların etinden Mekke halkına vermek zorundaydılar, çünkü etin gitmesi gereken yer orasıydı. Yani “Bizi Kâbe’yi ziyaret etmekten alıkoyan kişiler bizim hayvanlarımızı yiyecekler.” Bu ilk Kurban Bayramıydı. Biz hayvanlarımız kurban edildiğinde çok mutlu oluruz ama onlar mutlu değillerdi. Bu ğayz idi ve Peygamberimiz (s.a.) onlara saçlarını tıraş edip ihramlarını çıkarmalarını ve geri dönmelerini söylediği zaman ‘ğayz’, ‘ğadab’a dönüştü. Dışarı çıktı. İlkin bütün sahabeler, Kur’an’ın tanımlamasıyla “İşittik ve itaat etik.” diyenler… Peygamber (s.a.) onlara dinleyin, dediğinde hiçbiri dinlemedi. Hiçbiri dinlemedi! Resulullah’a (s.a.) itaatin sembolü olması gereken Ebubekr-i Sıddık (r.a) bile! Ömer b. Hattab’a bakıyoruz, kalkıp konuşmaya başladı ve Resulullah’a (s.a.) tepki gösterdi. Herkesin önünde sesini yükseltti. “Biz hak din üzere değil miyiz? Ne demek istiyorsun?” Ayrıca şunu sordu: “Rüyanda buraya geleceğimizi görmemiş miydin?” Peygamberimiz (s.a.), “Hiç bu yıl demedim.” dedi. Çok sinirlenmişti ve bu soruyu sorarken Ebubekir (r.a.) de kendisini duyabiliyordu ve normalde Ebubekir (r.a.) sinirlendiği zaman onu sakinleştirirdi. Fakat Ebubekir (r.a.) bile bir şey demedi. Tekrar Ebubekir’e gidip aynı soruyu sordu. Bu sefer Ebubekir (r.a.) dedi ki: “Dinlesen iyi olur.” Ve onu sakinleştirdi.
Bu arada bütün bunlar olduğunda şunu akılda tutmanız gerekiyor. Kur’an’da insanların Resulullah’a (s.a.) karşı sesini yükseltmesi ya da elçilere, itaatsizlik etmesi, küçük bir şey değil, değil mi? Peygamberlere itaatsizlik! Ancak buna rağmen yaptıklarından ötürü sahabeleri azarlayan hiçbir ayet gelmedi. Açıkçası meydana gelen olaylar sonrasında inen ayet, sahabelere yapılmış en güzel övgüleri içeriyor. Fetih Suresi’nin sonunda Allah, onları büyümüş, olgunlaşmış ekine benzetiyor. Bu inanılmaz bir benzetme. Neden? Oysaki onlar öfkelendiler… Allah onlara: “Öfkelenmemelisiniz, Peygambere (s.a.) itaat etmelisiniz.” diyebilirdi. Hatırlayın, Uhud Savaşı’nda bazı sahabeler dağdan inmeye karar verdiğinde ve Resulullah’a (s.a.) itaatsizlik ettiklerinde ayet geldi: “Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz. Sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu.” (Âl-i İmran Suresi, 152) Bu ayet onları eleştirmek için gelmişti; ama burada uyarı yok! Bu bize bazen öfkenin haklı bulunabilecek derecede yoğun olabildiğini söylüyor, bu denli olsa bile.
Mücadele Suresi’nin başında geçen, Resulullah’a gelen kadını düşünün, sesini yükseltmeye başladı: “Kocam bana kendisinin annesi gibi olduğumu artık benimle olamayacağını söyledi.” Bu hanımını boşamanın cahilce bir yoluydu, gerçek bir boşanma değil; ama adam sinirlendiğinde hanımına, “Bugünden sonra annem gibisin! Seni böyle çağıracağım.” derdi. Bu artık bitti anlamına geliyor; çünkü artık seni düşünmek istemiyorum, seni düşünmem kendi annemi düşünmem kadar iğrenç bir şey. Söylenmesi çok ayıp bir şey. Yani adam zihar yaptı ve kadın, Peygambere (s.a.) şikâyet etmeye geldi. Peygamber (s.a.) ona ne söyleyeceğini bilemedi, bu soruyu cevaplamak için vahiy almamıştı. Bu yüzden sessiz kaldı. “Sana ne söyleyeceğimi bilmiyorum…” Kadın daha fazla sinirlenip sesini daha fazla yükseltti. Sonrasında Mücadele Suresi’nin ilk ayeti geldi: “Allah Sana kocası hakkında şikâyette bulunanın çağrısını duydu.” Allah’a şikâyet ediyor ve “Allah ikinizin arasında geçen diyaloğun hepsini dinliyor.” Fakat bundan sonra bile “Sesini alçaltsan iyi olur, sadece dinle, karşındakinin Allah’ın Peygamberi olduğunun farkına var.” demedi. O an için bu öfke aklandı. Sorun yoktu... Allah onun tarafını tuttu. Biri çaresiz bir durumdaysa ve öfkelenmekten başka yapabilecekleri bir şey yoksa, Allah onların yanındadır. Biri mazlum olduğunda, haksızlığa uğradığında...
Sahabeler yıllarca haksızlığa uğrayan kişilerdi. Yolculukları hiç düşünmedikleri, beklemedikleri bir şekilde sonuçlandı. O yüzden sorun değildi. Doğrusu başkaları olsaydı Hudeybiye’de ayaklanma çıkardı. “Bizi ilgilendirmiyor, biz savaşacağız…” İlkin sadece itaat etmemeleri ya da ihramı çıkarmamaları oldukça muhteşem… ve Peygamberin (s.a.) büyük bir mikrofonu ya da polislerin kalabalığı dağıtmak için kullandığı hortumlardan yoktu. Kalabalık dediğimiz de 1800-2000 kişi arası bir şey. Bu insanlar sakince tepki gösteriyorlar, sadece öfkelerini belli ediyorlar ve sadece bir tanesi konuşuyor. Bu inanılmaz bir şey! İşte bu yüzden Allah bu durumu övüyor. Allah sinirlenemezsiniz demiyor. Fakat Allah bu sahabelerin öfkelerini ifade etme şeklini övüyor. Bu tarihimizdeki can alıcı noktalardan biridir. Bu gerçekten iyice öğrenilmesi gereken bir şey. Allah sinirlenmeyin demiyor. Elbette sinirlenirsiniz. Adaletsizliğe uğradığımız zaman hepimiz öfkeleniriz, hayal kırıklığına uğrarız. Onları olgunlaşmış ekin yapan, öfkeleriyle başa çıkma şekilleridir. Kendilerini kaybetseler bile sakinliklerini tekrardan kazanabiliyorlar. Başınıza ardı ardına hadiseler gelir ve en son öfkelendirici bir olay... Hutbemin ilk kısmında vurgulamak istediğim nokta, öfkelenmek bazen normaldir. Sorun değildir. Başınıza bir şeyler geldiğinde sinirleniyorsanız berbat bir insan olmuyorsunuz.
Üzüntünün öfkeye dönüşmesi
Sizlerle paylaşmak istediğim üçüncü nokta ise belki de Peygamberimizin (s.a.) hayatındaki en uç noktadır. Hanımı yanlış bir şey yapmakla suçlandı. Bütün Medine İfk olayı hakkında laf taşıyordu. Hanımının kendisi, herkesin kendisine atılan iftira konuştuğunu söylüyor. Gerçekten çok üzüldü çok ağladı: “Ailem iki gün boyunca ağlamaktan ötürü ciğerlerimin yırtılacağını düşündü.” Peygamberimiz (s.a.) ona gelip yanına oturdu ve bir şey söyledi. Dedi ki: “Eğer en ufak bir günah işlediysen Allah’tan bağışlanma dile ve O’na tövbe et.” Sadece tövbe et, bağışlanma dile, Allah’a tövbe et. Eğer masum isen Allah senin masumiyetini ortaya çıkarır. Ama eğer bir hata ettiysen sadece Allah’tan af dile… Yani Peygamberimiz (s.a.) esasında hanımına iki şey öne sürdü: Eğer yaptıysan tövbe et, yapmadıysan Allah senin masumluğunu kanıtlar. Dediği buydu. Eşinin ona “Eğer” demesinden ötürü… Başkaları şunu yaptın bunu yapmadın der ama kocan “Eğer” derse: “Ne demek istiyorsun? Benden şüpheleniyor musun?” dersin. Ve O (Aişe annemiz) diyor ki: “Bundan sonra gözyaşlarım kurudu. Artık hiç ağlamadım.” Bu üzüntünün öfkeye dönüşmesidir. Üzüntü öfkeye dönüşünce o önce annesine sonra babasına yöneldi ve şöyle dedi: “Resulullah’ın (s.a.) söylediğine cevap verebilir misiniz lütfen?” Allah’a yemin ederim ki O’na (s.a.) ne söyleyeceğimi bilmiyorum, diyor ikisi de. Üç kişi var önünde: Resulullah (s.a.), annesi ve babası. Olay gerçekleştiği zaman odada bulunan üç kişi. Bu arada Kur’an üzerine çalıştığınız zaman bu üç kişinin en saygıdeğer insanlar olduğunu görürsünüz. Allah’ın Resulü (s.a.) ve ebeveynler. “Onlara ‘of’ bile demeyin! Güzel söz söyleyin.” “Öf” bile demeyin. Bu kadarını bile yapmayın. Bu ailene saygı göstermenin ne kadar ciddi bir mesele olduğunu gösterir. Ailene karşı öfkelenemezsin. Alnındaki kaş çatmanı bile görmemeliler. Kur’an ailelerimize nasıl muamele edeceğimizi bize böyle öğretiyor. Üçü kendisinin önündeyken ne diyor: “Sizi nasıl tarif edeceğimi bile bilmiyorum.” Üçüne birden bağırmaya başladı. Ardından Kur’an’dan alıntı yaparak onları Yusuf’un (a.s.) kardeşlerine benzetti. “Söyleyeceğim tek şey Yakup aleyhisselamın oğullarına söylediğidir: ‘Artık bana düşen, güzel bir sabırdır. Anlattıklarınıza karşı yardımı istenilecek de ancak Allah’tır.’” Yusuf’un kardeşleri Yusuf’un kurt tarafından yenildiğini anlatırken nasıl yalan söylüyorlardı… ve şimdi o, önündeki üç kişiyi ayette geçenlerle aynı kategoriye koyuyor. Bu çok ciddi bir mesele! Sonra konuşmayı bırakıyor. “Arkamı döndüm ve yatağıma uzandım. ‘Söyleyeceklerim bu kadar.’” Resulullah’a (s.a.) sırtını dönmek? Ailene? Olan şeyler olağanüstü. Ardından Nur Suresi’nden on tane ayet geliyor ve onların hiçbiri annemizi eleştirmiyor (r.anha). Neden? Öfkenin kabul edilebilir olduğu durumlar vardır. Ğayz, ğadaba döndüğünde aklanır.
Fakat sizinle paylaştığım ilk kısmı öfkenizi haklı çıkarmak için kullanmayın. Size bazı ruhsatlar verdim ama bunlar tamamıyla resmiyet kazanmış değil. Sonra tutup da “Hutbede dinledim bu yüzden (sinirli bir şekilde) eve geri dönüyorum” falan demeyin. Hayır, hayır.
Kur’an nasıl ölçüyü koyuyor?
Kur’an bize her zaman dengelenmiş bir bakış açısı verir. Bir hadise daha var ama onu çok kısa tutacağım. Yusuf’un (a.s.) başından geçen bir olay. O bakan iken, güçlü bir konumdaydı ve büyün köyler kıtlık yaşıyordu. Bu nedenle bakanlığa gıda almak için başvuruyorlardı. Şimdiki gıda yardımları gibi bir sistem vardı. Kendi yiyeceklerini temin edemiyorlardı. Kendi ailesi de yardım istemek için geldi ama onu fark etmediler bile. Şimdi onu kuyuya atan kardeşleri karşısındaydılar. Evet, bu durum yeterince kötü. O hepsine sinirlenmeliydi. “Ooo demek yardıma ihtiyacınız var. Ne oldu biliyor musunuz? Benim de şu an sizi kuyuya atma gücüm var. Bunu yapacak adamlarım var…” Hayır! Sinirlenmedi bile. Şöyle bir plan yaptı: Kardeşlerinden birini, en küçük kardeşi alıkonulmalıydı. Çünkü onu sevdi ve ona güvendi. Ayrıca onun da ezildiğini biliyordu. Bir plan yaptı ve kardeşini su kabını almış gibi gösterdi. Bunun üzerine kardeşleri diyor ki: “Aaa çalmış olabilir… Ondan önceki kardeşimizin de hırsızlık problemi vardı.” Yusuf (a.s.), bakan konumunda ve kendi kardeşleri onun önünde kendisini kastederek, çocukken hırsız olduğunu söylüyorlar. Yüzüne karşı kendi hakkında yalan söylüyorlar. Kim bilir ne kadar öfkeliydi...
Bu arada Yusuf (a.s.) kaçırıldı, kuyuya atıldı, hapishaneye girdi, köle oldu, yıllarını hücrede geçirdi... Kızgın olması için çok fazla nedeni var. Fakat Kur’an buraya kadar onun kızgın olduğundan bahsetmiyor: “Yusuf onlara karşı olan duygularını içinde tuttu.” İçindeki bütün “ğayz”ı sinesine çekti, belli etmedi. Söyleyebilirdi, onlara karşı ateş püskürebilirdi, onları tutuklayabilir, idam edebilirdi, onlara her şeyi yapabilirdi. Bu güce de sahipti. Ama içinde tuttu. Bu durumda ne öğreniyoruz?
Yeri gelmişken, Yusuf aleyhiselamın kıssası Resulullah (s.a.) için çok önemliydi, çünkü doğrusu Resulullah’ın (s.a.) hayatında en fazla eziyet gördüğü yıl; Yusuf Suresi’nin indiği yıldı. Çok çaresiz bir durumdaydı. Aile desteği yoktu. Hatice (r.anha) vefat etmişti, Ebu Talib vefat etmişti. Resulullah’a (s.a.) durum çok kötü görünüyordu. İşte Allah, Resulullah’a (s.a.) umut vermek için O’na Yusuf Suresi’ni indirdi. Aslında Yusuf Suresi’nde Allah diyor ki: “Bak şu an Sen ve Sana tâbi olanların, size zulmedenlere karşı öfkeli olmak için çok nedeni var. Ama öyle bir zaman gelecek ki intikam alabileceğiniz bir konuma sahip olacaksınız. Yani bu durumda Yusuf aleyhisselamın yaptığını yapmalısınız.”
Bilirsiniz, biri size hata yaptığında şu şekilde olursunuz: Elbet bir gün... Elime fırsat geçtiğinde... Birçok filmde görmüşsünüzdür. Bazı çocuklar dayak yer ve sonra karate öğrenir. Birileri aşağılanır sonra gidip eğitimden geçerler, geri gelirler ve intikam alırlar. “Bir gün” düşüncesini göklere çıkarırız. Aklında sadece “Bir gün seni çok güzel yakalayacağım.” fikri var. Ve bu fikir onları yönetir. Geçirdikleri bütün süreci. Çünkü sonunda intikam almak istiyorlar. Bunları aklınızdan çıkarın! Buna değmez! Neden olmasın? ğayz yaralanmandır, içindedir fakat ğadab iyi değil. Ğadab dışa vurmak istediğinizdir. Zarar vermek istersiniz. Ancak adalet istiyorsanız, sorun yok. “Zulüm gördükten sonra intikamını alan kimselere, işte onların aleyhine bir yol yoktur.” (Şura Suresi, 41), Buradaki intikam almak adilce olandır. Kendilerine yapılandan dolayı adilce muamele olunmak istiyorlar. Onlara dava açamazsınız. Onlara, “Bağışlamalısın! Üzgün olamazsın!” Hayır hayır buna hakkım var... Allah diyor ki: “Artık onların aleyhine yol yoktur.”
Fakat burada Resulullah’ın (s.a.) şu sözlerine kulak vermenizi istiyorum: “Ğadap (dışa vurulan öfke) konusunda dikkatli olun. Bunun nedeni, mesela, atın ağzındaki şeyi çiğnemesi de ğadab olarak adlandırılır. Ğidab ise Arapçada çiçek hastalığı anlamına gelir. Kaşınan, uyuz eden bir hastalık. Sadece gitmesini istersiniz. İğrençtir ve sizi çirkin gösterir. İşte bunlar Ğadab’ın şekilleridir. Yani Resulullah (s.a.) diyor ki: Ğadab’tan kaçın! Seni çirkin ve hasta eden bu intikam isteği, başkasından öcünü alma arzusu, seni hasta edecek. Sonra onu, Ademoğlunun kalbinin içinde yanan bir kömür parçası olarak tarif ediyor. Bu derin bir kelimedir. Kalbimizin içi nedir? Şükürdür, sabırdır, imandır; Allah’ın insanoğlunun içinde, kalbinde olmasını istediği iyi olan her şeydir. Eğer kalbinde yanan bir kömür parçası varsa bütün bunlara ne olur? Yanar! Kalbindeki bütün güzel şeyler, öfke yüzünden yanar. Diyor ki: Öfkeye karşı dikkatli ol o her şeyi yakıp küle çevirir. Kalbinin içini parçalara ayırır. “Onun gözlerinin kırmızılığını görmedin mi?” diyerek tanımlıyor Resulullah (s.a.). “Yüzüne ne olduğunu görmedin mi?” Doğrusu yüzüne yansıyan kalbinden gelendir. Öfkenin tezahür etmesi…
Öfkeli bir hayat yaşamak neden korkutucu?
Neticelendirirken sizinle neden bu kadar korkunç olduğunu paylaşmak istiyorum. Öfke bazı durumlarda aklanırken; neden öfkeli bir hayat yaşamak korkutucu? Aslında kalbin bütün hastalıkları için Allah bazı tedavi yöntemleri veriyor. Fakat başlangıcı olan ve Allah’ın kendisi için tedavi vermediği tek hastalık hasettir. Kıskançlık... Öfkenin bile tedavisi var. Kıskançlığın yok. Bugünkü hutbemin konusu kıskançlık değil ama onunla bitirmek istiyorum. Kıskançlık içte tutulmazsa neye dönüşüyor? Nefrete. Bu İblis’in başına gelen şeydi. Kıskançlığı nefrete döndü. İsrailoğullarına da aynı şey oldu. Resulullah’a (s.a.) olan kıskançlıkları öfkeye döndü. “Kininizle geberin! Allah kalplerin içinde gizleneni bilir.” Bu kıskançlık öfkeye dönüştüğünde; ki bu şeytanın hastalığının aynısıdır. Geri dönüşü yoktur. Sizce şeytan neden tövbe etmez? Tövbe kapıları herkes için açık ve o İslam’ı hepimizden daha iyi biliyor, Peygamberlere eşlik etti. Hepsine. Sadece biri değil hepsi. Hakikatle herkesten daha çok haşır neşir oldu. Biz görünmeyen meleklere iman emek zorundayız, o melekleri gördü. Bizim için gayba iman, onun için şahitlik ettiğine iman. Neden tövbe etmiyor? Çünkü kıskançlık nefrete dönüşünce geri dönüşü olmuyor. Eğer sana olan kıskançlığı nefrete dönüşmüş biri varsa yapabileceğin tek şey Allah’a sığınmaktır. “Hased ettiği zaman hasetçinin şerrinden.” Bu yapabileceğinin tamamı.
Kıskançlığından dolayı nefret duyan biri olmayın ve eğer size kıskançlığından ötürü nefret duyan biri varsa niyet ne olursa olsun Allah’tan korunma dileyin. Allah bize öfkemizi kontrol etme yetisi vermiş. Kalbimizdeki güzellikleri yakan yanan bir kömür parçasına izin vermemek için…
Allah geçmişteki kızgınlıklarımızı bağışlasın ve bizi makul nedenlerden ötürü öfkelenip bağışlanmış olanlardan eylesin!
İstersen izle: Öfke Kontrolü-Nouman Ali Khan