“İnsana nimet verdiğimizde yüz çevirip yan çizer. Kendisine şer dokununca da umutsuzluğa düşer. De ki: ‘Herkes kendi yapısına uygun işler görür. Rabbiniz, en doğru yolda olanı daha iyi bilir.’ Ve sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: ‘Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir.” (İsra Suresi, 83-85) “

İsra Suresi Kur’an’ın çok farklı bir Mekkî Suresi. Sure, 111 ayet ve bazı ayetleri çok zor. Mekkî tefsirde Kur’an’da en zor ayetler İsra Suresi’ne ait. İsra Suresi’nde söz edilen bazı şeylere başka bir yerde değinilmez. Yani Mekkî Kur’an’da yinelenen şeylerin çoğu; Mekkî Kur’an’ın farklı surelerinde farklı yerlerde tekrar tekrar değinilir. Fakat İsra Suresi bazı gerçekleri, örneğin ruh hakkında çok konuşulan şekli anlatıyor.

“Ve sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: ‘Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir.’” (İsra Suresi, 85) Bu tartışılan soru “yeseluneke anir’ruh”, sadece burada var, başka bir yerde yok. İçinde bulunduğu Mekkî Sureler dizisinde de kendine özgü bir yeri vardır.

İbni Arabi Hazretlerinden Tasavvuf Istılahları Sözlüğü İbni Arabi Hazretlerinden Tasavvuf Istılahları Sözlüğü

Bu derste yapmak istediğim şey, ayetin anlamlarına girmek değil. Her şeyden önce sadece gözünüzde canlandırmanızı istediğim ve buradaki dersleri daha iyi değerlendirmenize yardımcı olacak bazı kavramlar. Birisi seyahat ettiğinde... Kendinizi ya da herhangi bir kimsenin yolculuk yaptığını hayal edin. Daha sonra onlara bir gezgin olarak amaçlarının ne olduğunu sorarsanız, bir gezgin olarak amacınız hedefinize ulaşmaktır. Bu oldukça basit. Yani herhangi bir yolculuğa katılan herkes için hedeflerine varmak, onların nihai amacıdır. Bu yüzden hedeflerine ne kadar yaklaşırlarsa o kadar çok ilerleme kaydederler ve hedeflerine ulaştıkları anda başarıya ulaşırlar. Şimdi bu önemli bir görselleştirme. Çünkü amacınız bir adım atmak değildi, amacınız bir mil veya iki mil veya üç mil bitirmek değildi. Amacınız hedefe ulaşmaktı. Hadi diyelim ki hedefiniz on mil uzakta ve sadece dört mil yol katettiniz. Ve daha fazla devam edemediniz, o zaman başarısız oldun; çünkü on mile ulaşmadın. Amacın on mildi! Ve eğer siz sadece iki veya üç adım attıysanız başarısızsınız. Ve eğer dokuz mile kadar ulaşıp bitirmenize sadece iki adımınız kaldıysa ancak bu adımları atamadıysanız hala başarısızsınız. Çünkü hedefinize ulaşmadınız. Zira birisi yönleri/talimatları sorduğunda bu önemlidir.

Hedefe ulaşmak için rehberlik istiyoruz!

Şimdi size talimatlar yerine daha aşina olduğunuz İslami terimleri kullanacağım. Biri rehberlik istediğinde bunu nasıl isimlendirdiğinizi söyleyeceğim. GPS. Gitmek istediğim restoran, havaalanı, otel, mescid veya her neresi ise... Oraya nasıl gidileceğine dair bana rehberlik edebilir misin? İstedikleri budur! Yollara ulaşmak için hiçbir zaman rehberlik istemeyiz, her zaman hedefe ulaşmak için rehberlik isteriz. Birisinin şöyle demesi gibi: “Hey, bu yola ulaşmak için bana rehberlik edebilir misiniz?” “Ama bu yolda gitmek istediğiniz bir yer neresi ki?” değil mi? Gideceğiniz yer/hedefiniz neresi? Çünkü kişinin hedefi yolun kendisi değildir. Anlıyor musunuz? Bu mantıklı olmaz.

Ama şimdi bir adım geri gidelim ve Fatiha hakkında düşünelim. Allah’tan bizi Sırata’l mustekîm’e iletmesini isteriz. Bizi neye hidayet et/ilet? Yola. Ama hayatta, hiçbir zaman yola rehberlik istemeyiz; hedefe ulaşmak için rehberlik istiyoruz!

Allah Kur’an’da bunu Necm Suresi’nde açıklıyor: “Şüphesiz en son varış Rabbinedir.” (Necm Suresi, 42) Bu hedeftir/varılacak yerdir. Ama biz Allah’tan bize kendisine rehberlik etmesini istemiyoruz; Allah’tan bizi yola iletmesini istiyoruz. Bunu anlamak çok önemli. Eğer bir kimse bunu anlarsa Kuran’a bakışını, kendi hayatlarına bakışını, Allah’ın isteklerini anlama şeklini tamamen değiştirir. Çünkü amacının bir yolda olmak olduğunu söyleyen biri, amacının bir binaya ulaşmak ya da herhangi bir şeye ulaşmak olduğunu söyleyenden çok farklıdır.

Bunlar iki farklı şey, eğer hayatta sahip olduğunuz tek amaç bir yolda olmaksa ne zaman işiniz biter? Öldüğünüzde. Amacınız bir yere ulaşmak değil, aslında amacınız bu yolda ölmek. Senin amacın bu. Amacın bir hedefe ulaşmak değil. Çok eşsiz bir farklılık değil mi bu? Eğer hedefiniz buysa artık bazı şeyler hakkında endişelenmezseniz.

Sabit bir varış noktanız varsa o zaman attığın her adımda ilerlersiniz ve hedefinize yaklaşırsınız. Ama hedefiniz yolun kendisi olsaydı, arkaya-öne bakar mısınız? Hayır. Bu artık bir endişe konusu değildir. “Bu hedefe ne kadar zamanda ulaşabilirim? %75’i, %80’ini ancak yaptım.” Hayır! Artık endişelenmezsin. Arkanıza bakıp “Ne ilerleme kaydettim be!” bile demezsin. Bu artık sizin endişenize konu değil, çünkü önemi yok.

“Ben bugün yolda mıyım, değil miyim?”

Hedefi yolda olmak olan bir kişi için, hayatının sonu geldiğinde önemli olan tek şey hala yolda olduğundan emin olmaktır. Önemli olan tek şey budur, başka hiçbir şey değil. Şimdi bu, rehberlik konusuna bakış açımızı tamamen değiştiriyor. Geçmişte siz veya ben ne yapmış olursak olalım, bu iyi bir şey. Ne yaptığımızın önemi yok, bu iyi. Bugün önemli olan şey şu: “Ben bugün yolda mıyım, değil miyim?” Geçmişte yaptığınız hatalar ne olursa olsun... Yarın önemli değil, çünkü senin kontrolün dışında. Dün önemli değil, çünkü çok geç. Önemli olan şu an, şu an yolda olmanız. Eşsiz bir farklılık. Bu inanılmaz.

Bazen insanlar doğru yoldan biraz dönerler. Örneğin sen kardeşlerinle yürürken onlardan biri yoruldu ve durdu, sen ise gitmeye devam ettin. Şimdi sen çok uzaklarda, o ise geride gibi görünüyor. O, bir gün tekrar yola çıkmaya karar verdi. O, “Nasıl yetişeceğim?” diye kendini, daha ileride olan biri ile karşılaştırmalı mı?

Hayır! Bunların hiçbiri önemli değil. Çünkü ne kadar uzakta olursanız olun, bir karşılaştırması yoktur. Bu dünyada seyahat eden bazı insanlar çok hızlı yol alıyorlar. Bazı insanların hız sınırının ötesine geçtiği bir otoyol hayal et. Bazı insanlar bisiklete biniyorlar, bazı insanlar yürüyorlar, hepsi aynı hızda mı seyahat ediyorlar? Yok hayır. Bazı insanlar otobüste seyahat ediyor; bu yüzden birlikte seyahat ettiği birçok insan var. Böylece yolculukları daha kolay, birbirlerine yardım ediyorlar. Biri yorulunca diğeri sürüyor. Birbirlerine eşlik ediyorlar/topluluk oluyorlar ve toplu olduklarında yol daha da kolaylaşıyor. Sonra bazı insanlar vardır ki tamamen yalnızdırlar. Seyahat eden bazı insanlar da var ki seyahat ettikleri kişi bile onlardan hoşlanmıyor. Zor bir yolculuk geçiriyorlar, çünkü bu kişiyle takılmayı sevmiyorlar. Bu yolda herkes aynı hızda ve aynı şekilde mi seyahat ediyor? Hayır! Fakat bu önemli değil. İki kişi aynı caddede, aynı yolda olabilir. Ancak aynı yolda seyahat etme deneyimleri aynı olamaz. Bir otoyolda gittiğinizi ve aynı zamanda etrafınızda yüzlerce araç olduğunu hayal edin. Birisi diyor ki: “Kardeşim ya araba sürdüğümüz o günü hatırlıyor musun? O gün hayatımın en güzel günüydü.” Diğeri ise o zamanın hayatının en kötü günü olduğunu söylüyor. Mümkün mü değil mi?

Aynı yolculuk, bazı insanlar için en kolay şey iken bazıları için en zor şey olabilir. Anlıyor musunuz? Arabalar sırf beraber yolculuk ediyorlar diye aynı şey olmuyor. Hepsi aynı yöne gidiyorlar diye bu, deneyimin herkes için aynı olduğu anlamına gelmez. Eğer bu imgeyi anlarsak, ayetlerde, özellikle de bu ayette söylediklerimi anlayacaksınız. Bu ayetin sonu ile başlamak istiyorum, sonra ayetin başına döneceğim.

“Rabbiniz, en doğru yolda olanı daha iyi bilir.” (İsra Suresi, 84) Rabbin hepinizi daha iyi bilir; kimin yola yapışmada daha çok hidayet edildiğini, kimin yola daha çok adandığını… O daha iyi bilir. Her şeyden önce Allah, Allah’ın daha iyi bildiğini söylüyor. Diyor ki başka bir yerde; “Şüphesiz senin Rabbin, yolundan sapanı daha iyi bilir. O, hidayete ereni de daha iyi bilir.” (Necm Suresi,30) O diyor ki: O yoldan düşmüş olanları bilir. Hidayete bağlı olanları, verilen emirlere bağlı olanları bilir. O, onlar arasındaki farklılığı bilir.

Bunun anlamı şudur: Siz ve ben, birinin iyi bir yolda olduğunu veya yoldan çıktığını söyleyecek pozisyonda değiliz. Allah, bunu senin elinden aldı; bunu benim elimden aldı. Zira kimim daha iyi bildiğini söyledi? Şüphesiz ki Rabbin daha iyi bilir. Ayette diyor ki: “Rabbiniz, en doğru yolda olanı daha iyi bilir.” O daha iyi bilir. Dolayısıyla artık kimin yolda olduğu ve kimin yoldan saptığıyla ilgilenmiyorum. Bunda bilgim yok. Bunu bilmemin bir yolu yok.

Şeytan ise insana bu gerçeği unutturur ve insanın kimin yolda olduğu, kimin saptığı tek endişesi haline gelir: “Sana sapkınların kim olduğunu söyleyeyim. Sana kimin doğru yolda olmadığını söyleyeyim. Kimin yoldan düştüğünü söyleyeyim. Senin için bir liste yapayım...” Sapkınların(!) listesini güncelleyip duran mescidlerde bulundum, gerçekten. Ve sonra takip etmeniz, dinlemeniz veya faydalanmanız gereken kişilerin listesini yaparlar. Çünkü onlar hâlâ hidayettedir. Onlar hâlâ bağlıdırlar. Ben bunlardan bir listedekinin tam anlamıyla diğer bir listeye geçtiğini bile gördüm. "O da geçen hafta sapmış bir şey söyledi.” Kimin yolda olduğu, kimin yolda olmadığı ile ilgili sohbete devam ediyorlar. Ya Allah... Ya Rabb...

Oysaki Allah, senin yetkin olmadığını söylüyor!

Sırat alternatifi olmayan yoldur

Fatiha Suresi’nde Allah bize anlattı: “İhdinassıratal müstekim.” Sırat, Arapçada suraat kelimesinden gelir. Suraat, geniş ve uzun kılıçtır. Uzundur. Çünkü Araplar kavisli kılıçlar yapardı, bir Arap için farklı kılıç, düz ve uzun olandı. Buna suraat denir. Bundan sırat kelimesinin geniş ama düz bir yol olduğunu anlarsınız. Geniş fakat düz yol. Bilirsiniz, Arapçada kelimelerin herhangi bir dilde olduğu gibi çoğulları vardır. Kitap - kütüb (kitaplar), mescid - mesacid (mescidler). Sırat, bunun çoğulu yok. Çoğulu surut değil, serait değil. Çoğulu hiçbir şey. Niçin? Çünkü sırat alternatifi olmayan yoldur. Eğer bir adadan bir adaya giden tek bir köprü olduğunu hayal ederseniz, sizi oraya götürecek başka yollar yoktur. Bu sırat olarak adlandırılırdı. Niçin? Çünkü gidebileceğin başka yol yok. Sadece bu yoldan gidebilirsin. Çoğul değil. Başka seçenek yok. Bu, Allah’ın bize İslam’ın bir olduğunu, dinin bir olduğunu, hidayetin bir olduğunu söyleme şeklidir. Sadece tek bir yol var.

Sonra Allah başka kelimeler kullanır. Sebil kelimesi gibi... Sebil küçük bir yoldur. Tarîk ise aslında daha küçük başka bir yoldur. Yol: Bunu görselleştirmeni istiyorum. Bilirsiniz, sokağın nasıl olduğunu. Bir iç sokaktan, üç ya da dört şeritli bir ana caddeye varırsınız ve sonra ana caddeden otobana varırsınız. Otoban Sırat’tır. Tarık Sebil’e götürür. O da Sırat’a gider. Eğer o otobana gitmek istiyorsanız, yine de bazı mahallî yollara gitmek zorunda kalabilirsiniz. Otobana direkt atlayamazsın ya. Biraz daha küçük yollara/patikalara girmelisin. Bu yüzden herkesin başlangıç noktası farklı olabilir. Fakat hepsi aynı otoyolda ilerliyorlar.

Allah buyuruyor ki (İsra Suresi, 84) : “Her insana anlat, herkese anlat." De ki: “Herkes kendi yapısına uygun işler görür.”

Söyle ki: Herkes yapar, herkes ‘şakile’sine göre yapar. Şâkile: Bu ayetteki en zor kelime. Şakile kelimesi şekil/şekl kelimesinden gelir. Şekil form, şekil anlamına gelir. O; beni farklı yaptı. Seni farklı yaptı. Bedenlerimiz fiziksel olarak farklıdır, ten rengimiz farklıdır, genetik yapımız farklıdır, kişiliğimiz farklıdır ve bu biyolojik olarak bile böyle. Biyolojik olarak, fiziksel olarak çok farklı görünüyoruz. Allah her birimizi parmaklarımızın ucuna, parmak izlerimizin noktasına kadar yarattı. Bizi genetik olarak farklı kıldı. Ama sonra içimizde bir şeyler var, bu da çok farklı…Nedir o? Ruh. Dikkat edin, bir sonraki ayette ruh hakkında konuşacak.

Her insan dışarıdan ve içeriden farklı şekillerde şekillendi. Her insan dışardan ve içten farklı şekilde şekillendi. Benim ruhum seninkinden farklı. Benim vücudum seninkinden farklı. Benim sesim seninkinden farklı. Her birimiz farklıyız. Benim zihnimin çalışma şekli, sizin zihninizin çalışma şekli gibi değil. Benim sevdiğim şey sizin sevdiğiniz şey gibi değil. Beni ilgilendiren şey sizi ilgilendiren şey değil. Benim gücüm sizin gücünüz gibi değil. Allah her bir insanı, bazı güçler ve bazı zayıflıklar ile yaratmıştır. Her bir insanı...

Bunun bir yönü de her birimiz son derece eşsizdir. Çocuklarımız çok farklıdır. Bazı çocuklar sanatçı ruhlu. Bazı çocuklar ise uygulamalı öğrenirler. Bazı çocuklar çok iyi dinleyicilerdir. Bazı çocuklar çok iyi okuyucudurlar. Diğer çocukların ise kitaplara alerjileri vardır. Beslenme alışkanlıkları farklıdır. İlgi alanları farklıdır. Kişilikleri farklıdır, hatta bazen ikizlerinizin bile. Fiziksel olarak tamamen aynı ama kişilik olarak tamamen farklı insanlar. Niçin? Çünkü her birinin kendi şakilesi vardır. Ama şakile kelimesiyle ilgili diğer güzel şey de bunun anlamıdır. Tarik’in Arapça şevakil olduğunu söylüyorlar. Şevakil olan bir yol, daha küçük yollara giden bir yol anlamına gelir. Bildiğiniz üzere otobanın birçok bölmeleri var. Buna aslında şevakil denir. Başka bir deyişle seyahat ettiğinizde aynı yolculukta, otoban aynı olsa da her birinizin kendine ait mini yollardan gitmesinin mümkün olmasıdır. Görselleştirmenize yardımcı olacak şu; birileri otoyolda ve bazı insanlar servis yolunda olsun. Hâlâ aynı yöne mi gidiyorlar? Evet…

Allah buyuruyor ki: Aslında her birimizin kendi özel (diğerlerinden farklı) yolumuz, kendi başlangıç noktamız, kendi yola çıkma usulümüz, kendi yürüyüş tarzımız/tempomuz var. Yolun kendine has olsa da... Eğer ben farklı bir sokakta isem, sen farklı bir sokakta isen, o zaman göreceğiniz manzara birbirinden farklı. Karşılaşacağın engeller benimkinden farklı olacak. Durma işaretleri sizin için farklı ve benim için farklı olacak... Anlıyor musunuz? Yoldaki tehlikeler sizin için farklı ve benim için farklı. Fırsatlar sizin için farklı ve benim için farklı. Çünkü yönümüz aynı olsa da hepimiz farklı bir yoldayız.

Şimdi hepsini bir araya getirelim. Allah bu ayette bize şöyle söylüyor: “De ki: Herkes kendi yapısına uygun işler görür.” Ya’melu muzaridir yani geniş zaman. Muzari fiil bir olgunun açıklanmasında kullanılabilir. Herkes yapma tarzına göre yapar/hareket eder. Bu, bir olgusal gerçektir. Ayrıca emir fiilleri, muzari fiil hâlinden yapılır. Bir komut formu olabilir. Ebeveynler olanlarınız kolayca anlayabilirler. Çocuğunuz okula gitme vakti uyuyormuş gibi davranıyor. Onlar gerçekten uyuma taklidi yaptıklarında, anne der ki: “Şu an kalkıyorsun.” Bu kalkmaktan farklı. ‘Kalk’ dediğimde, bu bir emirdir. Ama ben “Şu an kalkıyorsun.” dediğimde, bu olayın bir açıklamasıdır. Anne bunu bir olguymuş gibi söylüyor. Çünkü bu bir gerçeklik, kaçamazsın. Bu tabak bitmiş olacak… “Bitir” değil, bu tabak bitmiş olacak! Birini komuta etmenin çok güçlü bir yolu, aslında onu olguymuş gibi gerçek gibi söylemek. “Hayır, oraya gitmiyorsun.” Bu, “oraya gitme” demekten farklıdır.” Hayır, oraya gitmiyorsun, nokta/son.

Bu yolda herkes kendine özgü…

“Bu bir olgu gibi, yapılmış/bitmiş bir anlaşma gibi. Bu anlamda muzari burada kelam-ı inşaî (emir, yasak, soru bildiren söz) olabilir. Herkes kendini daha iyi çalıştırdığı yere gidiyor. “Evet, kesinlikle Allah’ın sizi nasıl şekillendirdiğine dayanarak bir çalışmaya koyulacaksınız.” Şimdi bu bir öz değerlendirme. Allah’ın bize, her birimize söylediği şey. Farklı koşullara, farklı kültürlere, farklı dillere, farklı ekonomik fırsatlara, farklı başlangıç noktalarına, farklı deneyimlere, farklı zorluklara doğduk. Sizin imtihanlarınız benim imtihanlarımdan farklıdır. Çocukken yaşadığınız zorluklar, büyüdüğünüzde yaşadığınız zorluklar benim zorluklarımdan farklıdır. Her birimiz yolda kendine özgü. Allah, bu deneyimlere bağlı olarak diyor ki: Sana verdiğim doğuştan güçlü yön (kabiliyet, hediye, nimet) ile kendini çalıştırmalısın.

Allah, hayatınızın hikâyesini tasarladı. Hayatınızı bir hikâye, yazarını da bizzat Allah olarak düşünün. Ve Allah’ın sizi içine koyduğu her bir deneyimin bir amacı var. Amacı anlayamayabilirsiniz. Bu bana neden oldu? Bu kötü deneyim neden benim başıma geldi? Bunda benim hatam neydi ki daha iyisini hak ediyorum? vs. Ama şunu anlamalısınız, iyi ve kötü deneyimlerinizin her biri bu yolda ilerlemenize yardımcı olması içindir. Onların amacı bu. Ama Allah’ın size verdiği hediyeyi ya da hediyeleri tanımadan bu yolda ilerleyemezsiniz. Musa aleyhisselam hediyesinin güç olduğunu keşfetmişti. Hediye fiziksel bir hediye; güçlüydü. Fiziksel olarak çok güçlü olduğunu biliyorsunuz. Yetersizliği neydi peki; biliyor musunuz? Konuşma. Şimdi bunu düşünün. Onun gücü başını belaya soktu. Evet veya hayır. Yani bu, onun nimetiydi, sorun oldu. Onun için en zor olan şey, Kuran’da geçer: Onun konuşması. Kimse Kur’an’da Musa’dan daha fazla konuşmaz. Bunu bir saniye düşünün. Bir yumruk atar, bir adam ölür ve hayatındaki her şey kaosa döner. Ama engeli olan şey “Neredeyse maksadını anlatamayacak durumda olan” (Zuhruf Suresi, 52)… Firavun bile onunla dalga geçti: “Baksanıza şuna, iki kelimeyi bile bir araya getiremiyor o” dedi. Tarihteki en şeytansı, büyük politikacılardan biri ile tartıştı. Tartışarak onu ezdi. Bu da Musa aleyhisselam. Söylemeye çalıştığım şey, bazen bilemiyoruz. Düşünürüz ki… Ben güçlü yönümü bildiğimi düşünürüm, zayıflığımı bildiğimi düşünürüm. Fakat aslında zayıflığınızın da bir nimet olabileceğini bilmiyorsunuz. Çok iyi olmadığınızı düşündüğünüz bir şey ama belki de bu, Allah’ın seni çalıştıracağı şeydir.

İnsanların söyledikleri Yusuf’un aleyhisselamın nimetiydi. Onun iki nimeti var: Konuşmanın tefsirini/anlamını çıkarma (te’vilu’l-hadis) aldı. Bir de ne var? Güzellik. Bu güzellik, onun hayatında bir kazanç mıydı yoksa engel miydi? Sizce? Musa’nın gücü ona sorun oldu. Yusuf’un güzel görünüşü onu belaya soktu. Anlıyor musunuz? Bu dünyada herkes bu şeyleri görüyor ve diyor ki Allah bu insana güzellik nimeti vermiş, Allah bu kişiye güç nimeti vermiş. Nimet olarak görülüyor. Allah diyor ki: Allah kimin hidayete daha bağlı olduğunu daha iyi bilir. Allah, aslında kimin şakile’sine göre işe koyulduğunu daha iyi bilir. Ve Kuran’daki bu örneklerle bize bir şey öğretiyor. Bize, farklı tür kabiliyetlerin olduğunu öğretiyor. Dışardan yetenekler var, dışardan nimetler var. Bir de içten nimetler var. Mesela Yusuf’un aleyhisselam konuşmayı anlama yeteneği, Musa’nın aleyhisselam dürüstlüğü, Musa’nın doğruluğu gibi. Kaviyyün Emîn. O güçlü. Güçlü olmak kolay... Ama güçlü ve aynı zamanda dürüst olmak? Bu çok zor bir şey. Bu niteliklere sahip olmak... İnanılmaz bir şakile, onun ulaştığı nokta için Allah’ın kendisine verdiği potansiyel gibi.

Yetenek senden gelmez, Allah’tan gelir

Bunun sizin ve benim için anlamı, her şeyden önce, çocuklarımızı ebeveyn olarak düşünmüyoruz. Ne demek istiyorum? Benim Arapça ve onu öğretme konusunda tutkulu olmam, çocuklarımın da benden sonra bir öğretmen olarak anılacağı anlamına gelmez. Onların mesleği bu olmayabilir. Bu onların şakilesi olmayabilir. Bir doktor olabilirsiniz. Çocuklarınızı da doktor yapmak istersiniz. Onların başka bir şey olmasına izin vermek haram gibi. Ama çocuğunuz yazar olabilir, büyük bir sosyolog, politik düşünür olabilir. Çocuğunuz bir sanatçı olabilir. Farklı yönlerde potansiyelleri olabilir. Öncelikle çocuklarımızın potansiyellerini tanımalarına izin vermeliyiz ve bu potansiyeli teşvik etmeliyiz. Böylece kendilerini potansiyellerine göre çalışmaya koyabilirler. Amel önemlidir. Bu yüzden bu ayetin ifadesi çok güzel. Sadece potansiyelini bulmuyorsun. Yetenekli olmak kolay. Çünkü yetenek senden gelmez, yetenek Allah’tan gelir. Birinin güzel bir sesi varsa buna sahip değildir; bu, ona verilmiştir. Eğer biri keskin bir zekâya sahipse bu ona ait değildir; bu, ona verildi. Yani eğer bu size zaten verilmişse, Allah’a göre bunun için takdir edilemezsin. Bu, Allah sana verdiği şey. Bu, Allah’ın sana verdiğin şakile.

Ne için takdir alırsın? Amel. “De ki: Herkes kendi yapısına uygun işler görür.” Başka bir deyişle, birisinin çok yetenekli olması, ancak çok çalışmaması mümkün müdür? Her zaman olur… Size bir hikâye anlatacağım. Enstitümde Arapça öğretmek için başka öğretmenleri de işe almak istiyordum ve parlak bir öğretmen olduğunu düşündüğüm bir genç adamı buldum. İnanılmazdı, Arapça için gördüğüm en iyi öğretmenlerden biri olduğunu düşündüm. Arapça öğretmek zordur. Öğretmek, öğrenmekten çok farklıdır. İyi bir öğretmen olduğunuzu nasıl anlayabilirsiniz? Öğrencileriniz öğrenmeye motive oluyorsa... Çünkü Arapça sınıflarında yapılacak en kolay şey, dersi bırakmaktır. Öğrencileri motive ediyordu; harika bir öğretmen. Konuyu nasıl açıklayacağını ve öğrencileri derse bağlamasını biliyordu. Öğretiyordu ancak öğretirken; derse zamanında gelmiyor, öğrenci ödevlerini kontrol etmiyor, e-postalara cevap vermiyor, toplantıları kaçırıyordu. Neler oluyor, niçin işe kendini vermiyorsun? diye soruyorsun: Oh, meşguldüm diyor. Daha sonrasında yine soruyorsunuz: Neden bunu yapıyorsun?

En sonunda artık seninle çalışabileceğimizi düşünmüyorum dedim. Benim kadar yetenekli kimi bulacaksın? dedi. Gerçekten mi?! Zira sen, yeteneğin değerli olan tek şey olduğunu sanıyorsun. Allah birçok kişiye yetenek verdi. Eğer yeteneğin varsa ama çalışmazsan bu hiçbir şeye yaramaz. Aynı şey din açısından da doğrudur. Allah, din açısından da her birimize farklı potansiyel ve farklı güçler vermiştir. Bu, sahabe (Allah hepsinden razı olsun) için de onlardan öncekilerde de böyleydi. Peygamberlerin yaşamlarını araştırırsanız bile farklı peygamberlerin farklı güçleri vardır. Allah bile belirtiyor: “Biz onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. İçlerinden, Allah’ın konuştukları vardır. Bir kısmının da derecelerini yükseltmiştir.” (Bakara Suresi, 253) Neden aralarında ayrım yaptı? “Onlara farklı tercihler, farklı güçler veriyoruz.” Niçin? Çünkü Allah insanlığın tek tip olmasını istemedi.

Allah şöyle diyor: “Birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık.” (Hucurat Suresi, 13) Allah diyor ki: Birbirinizi tanımayı öğrenmek zorundasınız. Çünkü zayıf yanınız başka birinin de güçlü yanı. Onların zayıf yanı da sizin güçlü yanınız. Bu yüzden siz onlardan öğreneceksiniz, onlar da sizden öğrenecek. Allah bu yüzden insanları bir araya getirdi. Musa kardeşiyle bir araya getirilmişti. Niçin? O benden daha iyi bir konuşmacı. Bir kusurum var. Kardeşimde bu kusur yok. O beni güçlendirecek. Onun güçlü yanı ben olacağım. Benim güçlü yanım o olacak. “Onunla gücümü artır. Onu işime ortak et.” (Tâhâ Suresi, 31-32) Desteğe ihtiyacım var ve en iyi destek o. Yani Allah birini bir diğerine bağlı kıldı. Kendinizi, şakilenizi keşfettiğinizde aynı zamanda kendinizi de tanıyacaksınız. Kendimi tanıyacağım, hangi şeyde iyi olduğumu ama ayrıca hangi şeyde iyi olmadığımı da… Neyde yardıma ihtiyacım olduğunu da bileceğim. Böylece bunu öğrendikçe sonra o boşlukları örtmenize yardımcı olabilecek insanları belirlersiniz.

Öğrendikçe şunun farkına varırız: Yolda olduğumuz sürece kendimizi kimseyle kıyaslamıyoruz. Eğer Allah sizi bir şeyde iyi yaptıysa, O’nun sana verdiği şeyi kullanarak Allah’a ve O’nun yarattığı şeye nasıl hizmet edeceksiniz? Allah eğer seni konuşmada iyi yaptıysa, konuş. Demek istediğim, öğretmede iyiysen, öğret. Allah eğer seni yazmada iyi yaptıysa, yaz. Eğer seni inşaatta iyi yaptıysa, inşa et. Eğer mühendislikte gerçekten iyiysen, mühendislik yap. Allah’ın, aklınızı ve fiziksel kabiliyetinizi inanılmaz yaptığı şey ne ise kendinizde bunu bulmalısınız. Ve uygulamalısınız da! Kendinize “herhangi bir şeyde iyi değilim” demeyin. Bu, doğru değil. Allah herkese bir şakile verdi. Allah herkese kendisine götüren bir hidayet yolu verdi. Seni bir şeyde iyi yaptı. Sana bir çeşit iyilik yapabilme yeteneği verdi. İyilik, yalnızca Allah’a ibadet demek değildir, diğer insanlara karşı iyilik anlamına da gelir. Başka insanlara nasıl yararlı olabilirsin? En azından, çevrenizdeki, ailenizdeki, arkadaşlarınız arasında nasıl yararlı olabilirsiniz? Daha da büyüdüğünde, daha istekli olursanız şöyle söyleyin: Topluma nasıl fayda sağlayabilirim? İnsanlığa nasıl fayda sağlayabilirim? Kendimden daha büyük bir şey nasıl yapabilirim? Fakat bu, gerçekleşmeyecek, eğer önce size en yakın insanlara bile bir yararınız olmazsa.

Bizim kendi gerçekliğimiz en büyük gizem... Ruh

Her şeyi özetleyip sonuca varmak için tekrar baştan başlayacağım. Allah diyor ki: “Onlara söyle: Herkes çalışmalı. Herkes kendi şakilelerine göre kendileri için benzersiz bir şekilde hazırlanmış olan yola göre kendisini işe iyi vermeli.” Onlara verilen eşsiz yetenek ve becerilere göre, herkeste farklı olan güçlü ve zayıf yönlerine göre. Bu yüzden onlar hiç kimseyi kendileriyle karşılaştırmazlar. Ve asla “Neden benim bu yolum zor ve başkasının yolu kolay?!” demezler. Karşılaştırma yapmaya ilgi duymazsınız. Bu seni ilgilendirmez. Onların yolu ve onlara neyin verilip neyin verilmediği, Allah’la ilgili. Senin yolun da Allah’la. Ve Allah kime neyi neye göre verdiğini bilir. Bu yüzden Allah diyor ki: “Rabbiniz kimin daha hidayette olduğunu bilir.” (İsra Suresi, 84) Rabbiniz, kimin daha hidayette olduğunu, kimin hidayet yönünden daha değerli olduğunu biliyor.

“Rabbiniz kimin daha hidayette olduğunu bilir.” Bu ayet çok güzel. Bu ayet çok derin. O zaman hayatınızdaki her deneyime değer vermeye başlarsınız. Yaşadığınız şeylerin her birini ve bunun bir insan olarak sana nasıl yardım edebileceğini düşünmeye başlarsınız. Yani sizi nasıl daha güçlü bir kimse yapacak? Ondan nasıl bir şey öğrendiniz ve onunla başka birine nasıl yardım edebilirsiniz?

Musa aleyhisselama atıfta bulunup duruyorum çünkü her şeyden önce Kur’an onu çok vurguluyor. Musa aleyhisselam kaçtığında... O Medyen’deydi. Üzerinde çok ağır suçluluk vardı. Çünkü yanlışlıkla birini öldürdü. Kasten yapmadı, fakat yaptı sonuçta. Ve şöyle dedi: “Rabbim ben nefsime zulmettim.” (Kasas Suresi, 16) ve şöyle de dedi: “Bu şeytanın işindendir.” (Kasas Suresi, 15) Bir günah işlediğinde bize göre bu günahı düzeltmenin yolu nedir? İstiğfar, ibadet, zikir yaparsınız; Allah’a ağlarsınız; gidebilirseniz hacca gidersiniz. Yani Allah’a daha çok, daha çok bağlanırsınız. Musa aleyhisselama bakın. Musa aleyhisselam gidiyor ve Medyen’de oturuyor. “Medyen suyuna vardığı zaman, su almakta olan bir insan topluluğu buldu. Onların gerisinde de (hayvanları su başına götürmekten çekinen) iki kadın buldu.” (Kasas Suresi, 23) Bu hikâyeyi bilirsiniz. Gidip onlara yardım ediyor. Onlara yardım ettiğinde benim için dikkat çekici olan şey: “Sonra yine gölgeye çekilerek... dedi ki: ‘Rabbim, doğrusu bana indirdiğin her hayra muhtacım.’” (Kasas Suresi, 24) Diğer bir deyişle, diğer insanlara daha iyi şeyler yapmaya devam ediyor, sadece Allah’a ibadet etmiyor, diğer insanlara karşı da iyi. Bir başka insana zarar verme konusundaki önceki tecrübesi... Şimdi diğer insanlara yardım ederek bunu telafi ediyor. Birisi bir şekilde size zarar verirse, “Kimseyi incindiğim gibi incitmeyeceğimden emin olacağım.” demeyi öğrenirsiniz. Ve incinmiş olan başkalarına yardım etmeye çalışırsınız. Tecrübelerinizden başkalarına faydası dokunacak şeyler öğrenirsiniz. Bu şakiledir. Bu bizi işe yönlendirir.

Neden çok farklıyız? Neden böyle? Neden Allah beni bu şekilde yaratırken seni o şekilde yarattı? Bunu asla bilemeyeceğiz. Gerçek nedir? Bizim kendi gerçekliğimiz en büyük gizem. Ruh. Allah şöyle diyor: Size pek fazla bilgi verilmemiştir. Size ne verildi? Şakile’nizi tanıyabilirsiniz. Neyde iyi olduğunuzu anlayabilirsiniz. Kendinizi bir değerlendirmeye tutabilirsiniz. Kendiniz hakkında gerçekten düşünün. Hayatınızda başarabileceğiniz şeyleri düşünün.

Şu şekilde düşünmeni istiyorum. Yiyecek, içecek, mutluluk, barış, güvenlik. Bunlar hayatta istediğimiz şeyler. Herkes huzurlu hissetmek ister. Herkes mutlu olmak ister. Herkes kendisini güvende hissetmek ister vb. Demek ki bunlar, insanların peşinden koştukları hisler. Yeni bir araba almak istiyorum, beni mutlu edecek. Bir ev almak istiyorum, bu beni daha güvenli hissettirecek. Kendimi daha güvende hissetmek istiyorum. Bunlar peşinden koştuğumuz bazı hisler. Size bunun hedefimiz olmadığını söyleyeyim. Hedefimiz bir amacı gerçekleştirmek. Benim hedefim daha iyi hissetmek değil, bu hayatta hedefim bir şeyi başarıyla tamamlamak… Huzur, sükûnet, mutluluk ve bu şeylerin hepsi amacını yerine getirecek kadar güçlenmen için varlar. Ama onlar senin amacın değil. Hayatta çalışmak zorundasın. Herkes şakilesine göre amel eder. Ve amacınızı gerçekleştirdiğinizde, aslında gerçekten huzur bulacaksınız.


Allah insanı bunun için yaratmadı

Örnekle anlatalım:

Yeteneği danışmanlık olan ve bu alanda çok iyi olan biri olsun. Okula gitmeli ve danışmanlıkta diploma almalı. Herkes okula gider ve bir derece ile bitirir. Ama bazı insanlar vardır ki Allah onlara bir yetenek vermiştir. İnsanlar onlarla konuştuğunda gerçekten iyileşmiş olduklarını hissederler. Onlarla konuştuklarında bir farklılık hissederler. Allah onlara bunu vermiştir. Allah onlara bu amacı verdiğinde ve onlar bu amaçla çalışmaya koyulduklarında sakinlik, huzur, mutluluk ve memnuniyet hissederler. Alacakları elbiseler, araba, yiyecekleri yiyecek... Onlara bunu hissettirmeyecek. Amacı sadece “Çok para kazanmak” olan biri artık para kazanmaua başladığında yapmakta olduğu işi yapmak istemediğini söylüyor. “Sadece hayatımın tadını çıkarmak istiyorum.” Neden? Kendilerini tatille, eğlenceyle, iyi yemek yemeyle, lüks bir yaşam sürmekle ve diğer şeylerle meşgul etmeye başlarlar. Tahmin edin hayatlarında ne eksik! Mutlu değiller. Neden? Çünkü amaç eksik. Eğer hayatınızın bir amacı eksikse diğer hiçbir şeyin bir anlamı olmaz. Çevrenizdeki her şey sadece anlamını kaybeder. Eğer bir amacın varsa başka bir şeye ihtiyacın yok. Hâlâ mutlu olursun. Her şey yalnızca ikinci sırada olur. İnsanlar sadece bir amacı olmadığı zaman bir şeyleri yarıştırırlar. Amaçlarını kaybettiklerinde, o zaman bir şeyler için yarışırlar; kıyafet için yarışırlar, ev için yarışırlar, araba için yarışırlar, para için yarışırlar. Gösteriş yapmak için yarışırlar. Kim daha büyük bir parti verdi? Kim, bebekleri için daha büyük bir kurban kesti? Kim daha büyük bir düğün töreni yaptı? Amaç eksik olduğunda bunların hepsi bir saplantıdır. Amaç ne zaman ortaya çıkarsa bütün bunlar gelip sizi mutlu eder, sizi gayrete getirir. Ama sen asla kendini karşılaştırmazsın. Asla rekabet etmezsin, geriye kalan tek rekabet; başka bir adım atıyor muyum? Hâlâ yolda mıyım? Hâlâ ilerleme kaydediyor muyum? Hepsi bu kadar olur. Tek endişe bu, başka hiçbir şey yok.

Bu yüzden bir amaç insanı olmalıyız. Küçük düşünen insanlardan olmamalıyız. Bakış açımızı kaybetmemeliyiz. Ayrıca amaç bir yolda olman anlamına gelir. Henüz tamamlamadığın bir yol. Ama “zaten tamamım” gibi bir şey olduğunda, bu sadece bir sonraki ürün hakkında, bir sonraki ürün ve bir sonraki ürün. Hepsi bu olur artık. Bir sonraki TV şovu, bir sonraki kıyafet, bir sonraki ayakkabı, bir sonraki oyuncak, bir sonraki... Hepsi bu. Yeni iPhone çıkana kadar bekleyemem. Niçin? Hayatında ne gibi bir amaca sahipsin? Nasıl bekleyemezsin? Bu gösterinin gelecek sezonu gelene kadar bekleyemem, ölüyorum. Niçin ölüyorsun? Çünkü hayatında ciddi bir şeyler eksik.

Eğlenebilirsin. Sorun yok. Ama yaratılış amacın değil bu. Bu senin amacın değil ve böyle insanları gördüğünde... Onların bu kıyafetleri giyinmiş olmaları, bir sonraki şeyin çıkmasını beklemeleri, spor takımı hayranlarının vazgeçilmez tapınmaları, yüzlerini boyamaları ve maçtan sonra kavgaları falan... Bunları görürsünüz. Bu size ne anlatıyor biliyor musunuz? Bunlar size insanlığın amaçtan ne kadar uzaklaşabileceğini anlatıyor. Amaçtan ne kadar uzaklaşabildiklerini… Allah insanı bunun için yaratmadı, yaratmadı. Bu, insanın trajedisidir.

Ayette tarif edilen bu, kendi başınıza bundan önceki ayeti düşünün. Bu 84. ayetti. 83. ayet: İnsana bir nimet verdiğimizde sırt çevirir ve yan çizer; ona bir şer dokunduğu zaman da umutsuzluğa kapılır. Başına ne zaman iyilik gelse gerçekten mutludur. Bu başına geldiğinde gerçekten üzgün olur. Ne tür insanlar böyledir? Amacı mutluluk olan insanlar, amacı nesneler olan insanlar. Eşyalarını kaybettiklerinde sinirlenirler. Bir şeyler aldıklarında mutlu olurlar. Amacı olan insanlar ise “Her şey gelip gider, sorun değil hâlâ bir amacım var. Hâlâ iyiyim. Hâlâ hedefim var. Hâlâ ilerliyorum.” tavrında olurlar. Birileri ve şeytan her zaman gelecek, sizden amacınızı çalmaya çalışacak. Sizin amacınızı çalmaya çalışacaklar, eline geçen her fırsatta! Sizi tembel yapabilir, unutmanızı sağlayabilir, dikkatinizi dağıtabilir. Başkalarını getirir ve “Hey! Bu senin amacın değil.” der, diğerleri de gelip der ki: “Hayır, hayır. Bu amaca sahip olmayı hak etmiyorsun.” O yapabileceği herhangi bir şekilde seni ondan uzak tutacak ve sen tüm bunları kovup yolda kalmak zorundasın. Eğer biz yolda kalabilirsek, o zaman bu hayatta kayda değer bir şey başarmış olacağız.

Allah Azze ve Celle kendi yolculuğumuzda amacımızla devam etmemizi sağlasın. Allah birbirimize destek olmamıza yardım etsin. Allah bizleri hâkim olan Kuran’ı ile mübarek kılsın, ayetlerini ve hikmetli zikrinden faydalanmayı nasip etsin.