Günlükler ve hatıratlar hemen herkesin dikkatini ve merakını celbeder. Bunu son yıllarda yayınevlerinin neşrettiği kitaplardan takip edebiliriz. Azımsanamayacak sayıda “bir …’nın günlüğü” “falanca’nın hâtıratı” kabîlinden eserler boy göstermeye başladı. Bu belki de insandaki başkasının hikâyesine merakla açıklanabilir.

Bu gibi günlük ve hatıratların bir şeyin olabilirliği açısından ikna edici sonuçları olduğu muhakkak. Mesela yazarın hayatının bir bölümünde balkondaki saksıda bir fidan büyüttüğünü aktarması, bizi de aynı şeyi yapabileceğimize inandırır. Tabii ki bu balkondaki fidan misaliyle kalmamalı. Daha büyük bir misal verirsek, Rachel Corriemiz dünyadan bu kadar erken göçmeseydi, yazacağı hatıratı, bize imkânın dar sandığımız sınırlarının, gayret ve cehdle nasıl genişletilebileceğini öğretirdi. Kimbilir Rachelimizin not defteri birilerinde kalmıştır belki. Bu paragraf da o notların bizimle paylaşılmasına vesile olursa kurduğum cümlelerin en büyük hediyesi olur.

Gölgeler Koridoru sadakatten dem vuruyorMuhyiddin Şekur, Gölgeler Koridoru

Gelelim asıl mevzumuza. Su Üzerine Yazı Yazmak isimli eseriyle bütün dünyaca tanınan Muhyiddin Şekûr’un, ikinci bir hatıra eseri olan Gölgeler Koridoru geçtiğimiz aylarda Sufi Kitap tarafından neşredildi.

Şeyhinin ve müntesibi bulunduğu yolun on yıllık dönemini anlatan Şekûr, yaşadığı birçok şeyi cömertçe aktarıyor. Sırat köprüsü için kullanılan ‘kıldan ince, kılıçtan keskin’ ifadesi evvel emirde ‘sırat-ı müstakîm’e işaret eder. Sırat-ı müstakîmse Allah’a daha yakın olmak maksadıyla girilen tarikat yoludur. Bu ‘sırat-ı müstakîm’de seyrederken yalpalayan ve düşenler de olmuştur. Zira nefse ve şeytana uymadan yürümek büyük cambazlık ister.

Bu cambazlığı beceren ve beceremeyenleri de bir nebze gösteren eserin büyük bölümünde sadakatten dem vuruluyor. Yola sadâkat, şeyh efendiye sadâkat, elest bezminde ettiği ahde sadâkat, en nihayet kendine sadâkat…

Yakılan tâc-ı şerîflerin közü kalbimde, dumanı gönlümde tütüyor

Müntesibi bulunduğu yolun bir dönem büyük bir fitneye düşüşünü de anlatıyor Muhyiddin Şekûr. Şeyhinin önceden bildirdiği bir şeydir aslında bu. Bir sohbette Şeyh Efendi, bir gün namazda rükûdan doğrulurken “semî allahü limen hamide” demenin gereksiz olduğunu söyleyecek birinin çıkacağını bildirir. Tabii ki anlam verilemez Şeyh Efendi’nin bu sözüne. Tekkeye misafir olarak gelip giden bir hocaefendinin ilerleyen zamanlarda aslında büyük bir fitnebaz olduğu ortaya çıkar.

Batı’da Hz. Muhammed İmajı Batı’da Hz. Muhammed İmajı

Dervişlere Şeyh Efendi’nin nâkıs biri olduğu yönünde ifsâd edici sohbetler eder. Henüz kalbi mutmain olmamış birkaç kişiyi de yanına çeker. Şeyh Efendi’nin yeni açtığı tekkede hakkı olmayarak post’a oturur ve kendilerine biât etmelerini sağlayacak kadar etkiler yanına çektiği insanları. Bu dönemde birçok zorlukla karşılaşan Şekûr ve diğer sâdık dervişler, buna rağmen o sahtekâr kişiye meyletmezler bile. Nihayetinde Şeyh Efendi yeni inşa ettirdiği tekkeyi yanına çektiği kişilerle birlikte sahtekâra bırakır.

Burada benim içimi en çok acıtan, sahtekârın kandırdıkları insanların, başlarındaki tarikatın sembollerinden olan beyaz Rufâi tâcını ateşte yakmasıydı. Zira yola başkestiğinin işareti olan takkeler için nice insan hasretle yanmakta, nicesi o takkenin altında sükûn bulmaktadır.

Savaşın içinde bir derviş

Muhyiddin Şekûr, Boşnak kardeşlerimizin Sırp zulmüne maruz kaldığı günlerde Bosna-Hersek’e gider. Ruhen yıpranmış insanlara çeşitli hizmetlerde bulunur. Orada tuttuğu notları da paylaşıyor Muhyiddin Şekûr. Savaşın bitmesinin ardından tekrar davet edildiğinde bir dizi programla insanları her şeye rağmen sabra davet eder. Fakat kendisi de savaşın bu görüntülerinden çokça etkilenir.

Habere başlarken hatıratların, günlüklerin bizlere bir şeyler öğrettiğinden dem vurduk. Sufilerin hatıratları da bizlere tekrar şunu hatırlatıyor; bazılarının iddia ettiği ve olmasını istediği gibi, dervişlik bir köşeye çekilip, tesbih çekmek değildir. Tekkeler de dervişlerin çekildiği kuytu köşeler değil. Bunu bizzat dervişlerin ve şeyhlerin yaşadıkları bizlere gösteriyor. Türkiye’nin ilk atom mühendisinin bir şeyh efendi olması durumun böyle olmadığının en büyük misali.

Son olarak diyeceğim o ki; tekke, tarikat, şeyh ve dervişin ne olduğu hakkında kulaktan dolma bilgi sahibi olanlar için mutlaka okunması gereken bir hâtırat Gölgeler Koridoru.

Zaten bunları bilenler içinse zevk edilesi, dersler çıkarılacak bir güzel çalışma. Muhyiddin Şekûr’a, bu özel hatıratını bizlere açtığı için şükranlarımı yakınında olanlar iletsinler. Allah tesirini ziyade eylesin.

Ahmed Sadreddin yazdı