Yaşadığımız bu günler, tüketim hızının en üst seviyelere tırmandığı, kalıcı olmak denen o nadide umudun pek de işlemediği vakitlerden sayılacak. Gözümüzün önünden ışık hızıyla geçen rengârenk yaşanmışlıklar arasında hiçbir bahaneye sığınmadan “benim” diyebileceğimiz anlık pozları yakalayabilirsek kendimizi bahtiyar sayacağımız bir duraktayız. Ütopik bir çağrışımla söylemek gerekirse Kaf Dağı’nın ardı da bizim ama efsunlu bir nefes her şeyi bir anda silip süpürebilir.

Böylesine bir devinim yaşayan dünyada kendi payıma diyebilirim ki şanslılar arasında bir yerlerdeyim. Hız ne kadar artarsa artsın hayat denen keşmekeşte kendi payımı arttıran okumalar yapıyorum. Hasibe Çerko, son yıllarda yazdığı öykülerle, felsefi metinlerle okumaktan büyük bir mutluluk duyduğum isimlerin en önemlilerinden biri. Tüketim, hız, yitiriliş gibi kavramların çok sık terennüm edildiği bu zamanlarda Hasibe Çerko, eserleriyle bir adım önde olduğunu ve yaptığı işte kalıcı olmak denen yolu emin adımlarla yürüdüğünü göstermeye devam ediyor.

Dergâh dergisinin Mayıs 2016 tarihli 315. sayısında Zeynep Arkan, Hasibe Çerko ile bir söyleşi gerçekleştirmiş. Öykülerinin arka planlarını merak edenler için, yazarın öykülerini hangi ortam ve şartlarda yazdığına dair bilgi edinmek isteyenler için son derece verimli ve keyifli olan bu söyleşi, Hasibe Çerko öyküsünün felsefi açılımlarının da kapısını aralayacak bir samimiyete sahip.

Saklananı açığa çıkarmak

Üç öykü kitabı var Hasibe Çerko’nun: “Us Lekesi”, “Diana’nın Kanlı Kavakları”, “Leyla”. Beş yıllık bir sürede üç kitaba ulaşmış Hasibe Çerko. Zeynep Arkan, sorduğu sorular ile Hasibe Çerko öyküsüne vâkıf olduğunu gösteriyor. Bu bir söyleşide çok önemli bir ayrıntı. Bazen kitaplar üzerinden bazen de öyküler üzerinden ilerleyen söyleşide yazarın öykülerinde söylemek istediklerine, kendi iç dünyasında beslediği dünyaya dair çalkantılara açıklık getiriliyor.

Saklananı açığa çıkarmak için, gizli kalmış hayatların ve çok da dillendirilmeyen bir evrenin sözcüsü olmak için yazdığını söylüyor Çerko. Us Lekesi’ni okurken bunu bütün ayrıntıları ile hissetmiştim. Dünyanın farklı bir köşesinden seslenen, sesinin rengini eski zamanların mistik dünyasından alan, imgelerle konuşan bir yazar vardı karşımda. Öyküleri okudukça görüyordum ki yazarın kendisine yoldaş edindiği isimler bir şekilde öykülerde buluşuyor ve kendilerine dair kaleme alınmış öykünün kahramanı olmaktan son derece hoşnutlar. İbni Sina, İbni Seb ya da Sokrates. Öykülerde karşınıza kimin çıkacağını kestiremeseniz de bir anda öykü ve kahramanları sizi kuşatabiliyor. Kendinizden gibi, içimizden biri gibi. Hasibe Çerko’nun bu konuda dikkat çektiği nokta önemli: “Öykülerimi yazma sürecinde o filozoflarla ilgili yaşadıklarımı yazsam bir kitap olurdu.” Yazıyor ve ortaya Us Lekesi çıkıyor.

Yazarlar, şairler eserlerine mesleklerini çok da yansıtmak istemezler. Farklı bir dünyadan seslenirler okuyucuya. Hasibe Çerko, felsefeci ve bu alanda dikkate değer çalışmalar yapan bir yazar. Onun öykülerini okurken imge dünyasının gizemli anlatımı yanında felsefenin insanı yutan girdabına kapılmak da mümkün. Dünyaya felsefi bir gözle bakan yazar, bunun farkında olarak saklananı ortaya çıkarmak istediğini yazdıklarında göstermiş oluyor: “Bana göre gerçeklik, saklanandır. Saklananı açığa çıkartarak aslında büyük suçluluk duygusuna kapıldığım vaki olmuştur. Öbür türlü kelimeler açığa çıkmadığından edebiyat eyleminde bulunamamışımdır. Yazının açığa çıktığı an, asıl gerçekle karşılaşmış hissediyorum.”

Neden Hasibe Çerko öyküleri okumalıyız?

Olay öyküsü ya da durum öyküsü. Böyle keskin çizgiyle ayrılan bir öykü dünyamız var. Net olarak ikiye ayrılmış olarak görünse de öyküler, durumun farkına vardırmak anlamında söylemek gerekir ki daha birçok bölüme ayırabiliriz öyküleri. Hasibe Çerko öykülerine durum öyküsüdür deyip de geçersek bir başka yazarın durum öyküsünü okuduğumuzda arada farkı nasıl açıklamak gerekir?

Altyapısı güçlü, felsefi açılımları zengin bir öykücü var karşımızda. Peyami Safa da var okuma listesinde, Kafka, Calvino, Poe, Zweig ve Ahmet Haşim de. “Kimleri okudun?” sorusuna bütün içtenliğiyle cevap veriyor Hasibe Çerko. Bu tarz soruları birçok yazar ya da şair es geçer. Aslında en önemli sorulardan biridir bu. Okuduğu yazarın kimlerden beslendiğini öğrenmek ister okuyucu. Hasibe Çerko sadece yazar ismi vermiyor, bazı öykülere de değiniyor söyleşide: “Zweig, görkemli tasvir gücü ve Amok Koşucusu gibi hayranlık uyandıran öyküleriyle girmiş oldu yazın evrenime.”

Öykülerden, kitaplardan, yazardan bahislerin açıldığı söyleşide benim gibi pastoral bir firarı yaka cebinde hazır tutanların favorisi olan Leyla kitabı için de esenlikler sunan ifadeler kullanıyor Hasibe Çerko. “Öykünme konusunda bilhassa Leyla, mimetik tatları sezdiren öykülerce zengin diyebilirsiniz de. Çünkü, doğa tasvirleri salt retorik değil bende, olduğu biçimiyle ve esas doğaya bağlılığım var.”

Söyleşide okuyucular için mutlaka okunması gereken küçük notlar da var. “Neden Hasibe Çerko öyküleri okumalıyız?” sorusunun cevabı da satır aralarında gizli. “Öncelikle sessizliğin benim öykülerimde bir temel olduğunu düşünüyorum.” diyen Hasibe Çerko, yazdıklarıyla okuyucularını sessizliğine ortak olmaya çağırıyor. Bu daveti kaçırmayın derim.

 

Mustafa Uçurum