1940'ta doğan Shems Friedlander'ın 2014'e kadar yaşadıklarını kronolojik bir sıra gözetmeden kaleme aldığı bir kitap Kış Hasadı. Friedlander almış eline kalemi ve tüm hatırladıklarını, not ettiklerini bir bir dökmüş. Mütercim ise Ömer Çolakoğlu. Bir sufinin ömür defteri de diyebiliriz Kış Hasadı için…
New York, Roxbury, Brookline, Bob Dylan, John Lennon, Willem Nyland, George Gurdjieff, Walter Chappell, Swami Muktananda, Abdullah Ferec, Hazreti Mevlânâ, Süleyman Dede, Pir Vilayet Han, Muzaffer Efendi, Safer Baba, Tosun Baba, Nezih Uzel, Konya, Kahire, İstanbul... 74 yıllık ömrünü okuyucuya açan Shems Friedlander sanki bu topraklarda doğmuş, bu topraklarda büyümüş, bu toprakların cefasını ve sefasını çekmiş bizden biri gibi. Nitekim 1981 yılında Halvetî Cerrâhî şeyhi Muzaffer Ozak Efendi ona halifelik verirken ihvana söylediği cümleyi yıllar sonra merak etmiş ve arkadaşlarına sormuş. Şu cevabı vermişler: "Bu bizdendir, kardeşimizdir, bizimdir."
Hayatında hep heveslerinin peşinden gitmiş Friedlander. Bu yüzden bazen sapa yollara, bazen de geniş otoyollara çıkmış. Her birinden memnun, müsterih. Çünkü "onlar olmasaydı, bunlar da olmazdı" diye düşünen bir derviş o. Çok sonraları dünyaca ünlü bir tasarımcı olacak ortağıyla kurduğu tasarım atölyesi, fotoğraf merakı, müziğe duyduğu ilgi, hepsi onun "kendi" olmasını sağlayan birer hikâye çıkarmış ortaya. Elbette bir kırılma noktası var. 1972 yılında Muzaffer Efendi'yle karşılaşmasına kadar "Hayatım boyunca kontrolümün dışında bir istikamete doğru yönlendirildim. Bir şeyler arıyordum, dahası aradıklarımın bana sunulandan farklı şeyler olduğunu biliyordum, ama hâlâ dünyaya raptolmuş bir hâldeydim" diyor ve devam ediyor: "Sonra bir an geldi ki dünyayı değiştiremeyeceğimi, fakat kendimi değiştirebileceğimi fark ettim ve o noktadan sonra eşyaya farklı bir gözle nazar etmeye başladım. Artık küresel ölçekte ne olup bittiğinin bir önemi yoktu. Önemli olan; benim kendi varlık âlemim ve bu âlemin, hem dışımdaki hem de içimdeki âlemle olan rabıtasıydı. Zâhir ve bâtın, gizli ve âşikâr..."
Kış Hasadı, okuyucuya yalnız birinin hayatını sunmuyor; eski İstanbul'u, Konya'yı, mevlevî geleneklerini, tekkeleri, derviş sohbetlerini, menkıbeleri, gönül lezzetlerini bir bir anlatıyor. Bu hatıralar her ne kadar geçmiş yıllarda yer alsa da "treni kaçırma, sen de gir bir istasyona" diyor. Yol uzun, yol kasvetli, yol yalnız başına çekilecek gibi değil çünkü.
Gerçek hikâyeler, gerçek dostluklar
Kitabın bir kurgusu yok gibi gözükse de Shems Friedlander'ın olağanüstü gözlem yeteneği hemen kendini belli ediyor. Yaşadıklarını anlatırken araya serpiştirdiği hikâyeler, Nasreddin Hoca fıkraları, fotoğraflar okuyanı ansızın sarsabiliyor. Fahreddin [Erenden] Efendi'nin vefatına dair satırları okurken ağlayabilirsiniz, beş satırlık bir anekdotla tebessüm edebilirsiniz. "Katlanmış dualar" başlığıyla, okuyalım: "Muzaffer Efendi'nin kitapçı dükkânındayım. Odun sobası demini bulmuş, çatırdıyor. Eski ahşap masasının üstüne eğilmiş, üstüne Kur'ân-ı Kerîm'den ayetleri yazdığı kâğıtları, yeni doğmuş bebeklerin veya hastaların kıyafetlerine çengelli iğneyle takılmak üzere üçgen şeklinde katlıyor. Kutsal origami."
Eski arkadaşlarının şaşırdığı değişiminde bir de "lisan problemi" var. Arkadaşları buna da şaşırıyorlar, "Efendiyle nasıl anlaşıyorsun?" diye sual ediyorlar ona sürekli. Oysa “bizim” Shems'in cevabı hazır, hem de şaşıranlar arasında Tosun [Bayrak] Baba da var: Bir gün Safer [Dal] Baba'yla İstanbul'daki evindeler, yemek yiyorlar. Arada Safer Baba durup "Hikâye" diyor ve kısa ama çok derin bir bilgi aktarımı yapıyor. Daha sonra Shems, bunu Tosun Baba'ya anlatıyor. Tosun Baba, "Bu imkânsız. Bu, senin kıt Türkçenle anlayamayacağın kadar derin. Kısaca, sen Türkçe bilmiyorsun. Safer Baba da İngilizce bilmiyor." diyor. Shems'in bu duruma cevabı "Kalpten kalbe konuştuk" oluyor. Tosun Baba iyice meraklanıyor, Safer Baba'ya durumu açıyor, ondan da şu cevabı alıyor: "Kalpten kalbe konuşuyor ve birbirimizi anlıyoruz."
Elden ele, gönülden gönüle
Şeyh Ebu'l Vefa Hazretleri, "Derviş Olayım Dersen" şiirinde "Rüyaya yalan katma / elden söz alıp satma / vakt-i seherde yatma / derviş olayım dersen." diyor. Shems Friedlander tabiri caizse hiç yatmıyor, hep yolda oluyor, yoldan ayrılmıyor. Bazen yazdığı şiirlerle bazen de çektiği fotoğraflarla dervişin "dem bu dem" hâlini belgeliyor. Muzaffer Efendi'nin internette bulunabilen en güzel fotoğraflarını o çekiyor, özellikle de efendinin vefatında tabutunun Fatih Camii'ne götürülüşü anında çektiği fotoğraf. Tabutun üzerinden uçan kuşlar, tac-ı şerif ve arkada ihvan, sevenleri... Oğlu Nuri'yi de tekkelere götürüyor, henüz 3,5 yaşındayken mevlevî selamı vermeyi öğretiyor ve bir ayinde izleyicilerin önünde gerçekleştirmesini sağlıyor. Elden ele, gönülden gönüle aktarıyor tecrübelerini.
![]() |
Çektiği belgesel filmleri, monodramlar, fotoğrafçılık ve resim sergileri dışında kitaplarıyla da özellikle Amerika'da birçok insanın gönlünü zenginleştiriyor Shems Friedlander. Mısırlı mimar Hassan Fathy'nin son günlerinde, odasının hâlini gazeteci Abdallah Schleifer şöyle anlatıyor: "Hassan Bey çok zayıflamıştı ama acı çekiyor gibi durmuyordu. Başucunda Titus Burkhardt'ın An Introduction to Sufi Doctrine kitabı ve Shems Friedlander'ın ilahı huzura yükselmek isteyenlerin kullanabileceği pratik rehber kitabı The Ninety-Nine Names of Allah vardı."
Ballar balını bulmak
Muzaffer Efendi ve Safer Baba'nın anlattıklarıyla İslâm ve tasavvuf onun kalbini tamamen kaplıyor. Onların sözleri her fırsatta yolunu genişletiyor, Friedlander bunları okuyucuyla da paylaşıyor ki herkes nasibini bulsun. Bir gün Muzaffer Efendi kaymaklı tatlı yerken "Benim için dünyanın en harika yiyeceği kaymaktır ama kaymak, cennet çamurudur" diyor ve cennetle ilgili bir açıyor: Hz. Peygamber'in etrafındaki bir halaka, kısa bir sohbetten sonra dağılıyor. Hz. Peygamber halakadan ayrılanlar arasından birini işaret ederek cennete gireceğini söylüyor. Ashâb-ı Kirâm bu ikramın sebebini merak ediyorlar ve dayanamayıp hangi vesile ile olduğunu bilmek istediklerini Hz. Peygambere söylüyorlar. Cevap şöyle oluyor: "Her gece yatmadan evvel o zat, gündüz boyunca kendine zulmeden, hakkını yiyen herkesi affeder de öyle uyur."
Tasavvufa dair ilk dersini aslında 12 yaşında almış Shems Friedlander. Altında Lâ Edrî yazan "Ayakkabılarım yok diye üzülüyordum / ayakları olmayan bir adamla karşılaşana dek" mısralarının şair Hafız'a ait olduğunu öğrendiğinde çoktan bu yolun yolcusuymuş. Kitap bu uzun, zorlu ve "ballar balı" yolculuğun belgeseli niyetine, bütün bir kışı ısıtmaya yeter de artar bile.Shems Friedlander, bu le irtibatı olan bir kısa mevzuyu da hemen hatırlıyor: "Safer Baba, sırtını Boğaz'ın üstündeki bahçede ayva ağacına yaslayıp bana şöyle diyor: 'Yatsıdan sonra sessizce oturur ve günümüzü gözden geçiririz. Hâlimiz, ahvalimiz nasıldı, insanlara iyi ya da kötü nasıl muamelede bulunduk? Bunları insaf ile tefekkür ederiz ki bu bize ertesi günümüzde yardımcı olsun.'"
Yağız Gönüler