İlkokulda okuduğum bir kitap okuma heyecanımı artıran kitaplar arasında özel bir yer tutardı. Sayfaları dağılmış bir kitaptı: Atasözleri ve Deyimler kitabı. Eflatun Cem Güney’in böyle bir kitabı var mı hatırlamıyorum ama aklımda öyle kalmış. En büyük ablamın albay öğretmeni mi hediye etmişti de bizim evin kitaplığına girmişti bu kitap yoksa babamın kütüphanesinde mi yer alıyordu, emin değilim. Maraş Olayları esnasında yanan evimizden, kenarlarında yanık izleri, sayfalarındaki yanık kokularıyla kurtulmuştu kitap. Atasözleri ve deyimleri hikayeleri ile anlatıyordu. Orada geçen, ama, anlamadığım için zihnimi yoran bir deyim vardı: “İncir çekirdeğini doldurmaz”.

Bahçemizde, geniş yaprağında tozlar tutan ama kırılınca, kırıldığı yerden beyaz süt akan, kökünden sürekli dal verdiği için etrafına yaklaşmaya çekindiğim, olgunlaşmamış meyvesini koparıp tavuk tüyü takarak gökyüzüne attığında süzüle süzüle inişini izlediğim incir ağacı vardı. Ona bakarak bu deyimin anlamını kavramaya çalıştığımı hatırlıyorum küçük aklımla... İncir çekirdeğini doldurmaz bir meseleymiş oysa.

Hereke, benim denize ilk açılma, ilk vapur maceramdı

On- on iki yaşındaydım sanırım. Annemin memleketine, Karamürsel’e ilk ziyaretimdi. K.Maraş’tan ilk defa dışarı çıkmış, yeni bir dünyanın kapılarını aralamıştım. Kabuğundan dışarı başını çıkarmış kaplumbağa cesaretiyle, gördüğüm dünyaya, insana merak ve hayranlıkla bakınıyor, geziniyordum. Bütün dünya Maraş’tan ibaret sanırdım oysa.

Annemin, Hereke’de bulunan bir akrabanın ziyaretine gideceğimizi söylediğini hatırlıyorum. Konuşmalar arasında sıkça geçen bir yerdi Hereke. Karamürsel iskelesinden Hereke’ye vapurlar vardı. Vapurla gidilecekti. Hereke, benim denize ilk açılma, ilk vapur maceramdı. Körfezin dalgasında hafiften midemin bulandığını hatırlıyorum. Ömründe denize ilk kez bu kadar yaklaşmış ve vapur görmüş bir çocuğun dünyasında limanına demir atılan bir mekan Hereke... Acemi bir yolcunun sığındığı bir liman.

Haluk Dursun'la tanışmam

Yurt dışına ilk çıkışta demir attığım bir liman oldu Londra. Neredeyse beş yılı geride bırakırken, bana kazandırdığı ve kaybettirdiği şeyler üzerinde düşünme vaktim oldu, oluyor. Bir ada ülkesinde yaşamış olmanın kendine has psikolojisi ve tecrübesi. Burada tanıyıp yolumun bir şekilde kesiştiği ya da kesiştirdiğim çok önemli insanlar oldu, oluyor. Bunlar arasında Kültür Bakanlığı Müsteşarı Prof.Dr. Ahmet Haluk Dursun da vardı. Bu tanışıklğın hikayesini daha önce yazmıştım. Londra Yunus Emre Kültür Merkezi'nde geçtiğimiz yıl gerçekleştirdiği programda tanışma faslını anlatmıştım. O program sırasında, yeni haberdar olduğum bir kitaptan bahsetmiştim: “İncir Çekirdeği: Hereke’den Çıktım Yola”. Kitabın biyografi olmasının ötesinde ismini ilk duyduğumda aklıma yukarıdaki hatıralarım gelmişti de heyecan içinde kitabı Londra’ya getirecek bir hayırsever beklemiştim. Sonunda kitap geldi, okuyorum.

Kendimi “Advanced Oxford Dictionary” karşısındaki kadar çaresiz hissediyorum

Kent eyaletinin yeşil düzlükleri, midilli beslenen at çiftlikleri arasından Victoria Tren İstasyonu'na doğru giden Southeastern treninde kitabın sayfaları arasında geziniyorum. Gezgin ve bilgin bir ruhun coğrafyasındaki hatıraları, gezintileri, detayları kendimden geçmişçesine okuyorum. İçimdeki vatan hasretini gideriyor sanki. Kitaptaki yazılar karşısında, kendimi “Advanced Oxford Dictionary” karşısındaki kadar çaresiz hissediyorum. Dil öğrenen, “bu kelimelerin hepsi nasıl bilinebilir” diye hayıflanır sözlük karşısında. Kendi dilimizdeki, sözlüğümüzdeki kelimeler karşısında da bir o kadar ve hatta daha fazla cahil ve yetersiz olduğumuzu bilmeyiz oysa... Çiçeklerden kokulara, ağaçlardan mekanlara, üzeri örtülü kalmış bir hazinenin kapılarını aralarcasına keyifli Prof.Dr. Ahmet Haluk Dursun’u okumak. Tabiatı, eşyayı, memleketi, tarihi, coğrafyayı detaylarıyla okumak önemli. Kimbilir, belki bir gün, çok meşhur olan gezilerinden birine katılarak dinlemek de mümkün olur. Sohbeti de çok güzel, tecrübeyle sabit.

TK Max mağazasını gezerken “Rahmetlinin Kokusu”nu hatırlamak

Isle of Wight adasında gezerken, bir malikanenin bahçesindeki her çiçeğin, otun, hemen yanında isminin yazılı olduğu bir levha dikkatimi çekmişti. En bilinen çiçeğin, diyelim papatya, bile adını yazmışlardı tek tek. İngiliz taksonomiciliği! “Bahçeli bir evim olursa, bunu ben de yapacağım” dedim kendime, çocuklarım için... Babama sorsam çevremdeki her ağacın, bitkinin, otun ismini bilirdi. Çocukluğumda gezdiğim kırlarda gördüğüm ve arasında yaşadığım yüzlerce çiçeğin, bitkinin adını dahi bilmediğimi hatırladım. Kaç çiçek, kaç balık ismi biliyorsunuz?

Hereke’den Çıktım Yola’da bahsedilen isimler, mekanlar, eşyalar, tarih, yani günlük hayatta ıskaladığımız bütün detaylar, bunları düşündürttü bana. Çiçeklerin isimleri, hangi ülkelerde ve Türkiye’de nerelerde yetiştiğine dair, yazılar arasında serpiştirilmiş bilgiler ansiklopedik bir malumatfuruşluğun ötesinde yaşanmışlığa ve bilgeliğe işaret eden bir tad bırakıyor. Tad demişken, kitapta “Ağzının tadını bilenlere” diye bir bölüm olduğunu hatırlatmak isterim.

Lavanta’dan bahsedilen yazıyı, “Rahmetlinin Kokusu”nu okumuştum. Lavanta üretimini markalaştırıp yaygınlaştıran Fransa’dan bahsediliyordu. Aklımda kalmış. TK Max, kıyafetten kozmetiğe ünlü markaların ürünlerinin çok uygun fiyata alındığı bir mağazalar zinciri. Burada gezinirken Fransa’da üretilmiş bu lavanta sabunu dikkatimi çekti. Haluk Dursun’un yazısı aklıma geldi, gülümsedim ve aldım.

İçinde “geçmişe, memlekete, ağzının tadını bilenlere, tabiata, hayvanlara ve eşyaya dair” yazıların bulunduğu bu kitabı keyifle ve gülümseyerek okudum. “Amerikan Piçlerinin Direnişi” yazısını okudunuz mu diye sorarak merakınızı uyandıralım.

Şekerden tatlı bir hediye: Bostan ve Gülistan Şekerden tatlı bir hediye: Bostan ve Gülistan

Ümit Savaş yazdı