Türk dilinde töre, Türk milli vicdanına hâkim olan genel hukuk prensipleri manasında kullanılmaktadır. Eski Türkler’in yazısız hukukudur. Töre hükümleri değişmez değildir. Türk hükümdarları yerine ve zamanın icaplarına göre ve meclislerin görüşü alınarak yeni hükümler getirilebilirdi. Sonradan yazılı kurallar da eklenmiştir. Kişilerle ve toplum arası ilişkileri düzenleyen; idarecilerle idare edilenler arasındaki işleri, hak ve görevleri düzenleyen kurallar bütünüdür.

“Töre” kelimesi ve bu kelimenin anlamları

Töre kelimesi ilk defa yazılı şekilde Orhun Kitabeleri’nde görülmüş ve 11 yerde geçmektedir. Eski Türk yazıtlarında törü şeklinde geçmekte ve kanun, nizam, anane ve türemek anlamlarına gelmektedir. Daima el (il) törüsü şeklinde geçmekte ve devletin, milletin, vatanın töresini ifade etmektedir. Elegeş Yazıtı’nda (Elegeş Yazıtları ya da Elegest Yazıtı, MS 650'li yıllarda dikilmiş ve Elegest Irmağı vadisinde bulunmuş olan bir Göktürk yazıtıdır. Orhun Yazıtları’ndan yaklaşık 100-150 yıl önce yazılmışlardır.) Göktürk hakanı, Türk milletine el(İl) töresini terk etmemelerini söylüyor. Başka bir yerde, Türk hakanı, hakanını kaybetmiş olan milleti, cariye (esir olmuş) ve kul olmuş milleti, Türk töresi bozulmuş olan milleti, ecdadının töresince vücuda getirmiş olduğunu söyler. Bu kelimeden yapılan törün kelimesi de düğün, merasim anlamına gelir. Göktürk’lerden sonra hakimiyet kuran, Uygur hanlarından birinin adı da U-töre dir. Töreden başka kelimeler de yapılmıştır. Mesela bugünkü Teleut larda, (Teleütler, Televütler ya da Teleutlar, Rusya'nın orta güney bölgesindeki Kemerovo Oblastı’nda yaşayan Türk halklarından Altaylar’ın kabilesi. UNESCO'ya göre dilleri ve kültürleri yok olma tehlikesindedir.) Töröngey, “ilk yaratılan insan” demektir. Ceddiala töztör ilk yaratılmıştır. Yine teleut ve diğer lehçelerde törül; kabile, akraba, menşe demektir. 

Kaşgarlı Mahmud’un, Divan-ı Lugati’t Türk adlı eserinde törü şeklinde geçmekte ve düzen, nizam, görenek, adet ve yaratılmak manalarına gelmektedir. Töre veya Tör kelimeleri evin, çadırın başköşesi, misafir yeri, sedri anlamlarına gelir. Törüt veya Türüt” yaratmak, bir şey takdir veya ıslah edilmek manalarını verir. Törütti ve törütür kelimeleri de buradan çıkmıştır.  Kaşgarlı Mahmud Töre ile ilgili şu atasözünü naklediyor: Küç elden kirse, törü tünglükten çıkar. Açıklama; zor (zulüm) elden (ülkeden, kapıdan) girerse, töre (nizam, insaf) bacadan çıkar. Diğer bir atasözü, Türkler’in töreye ne derece bağlı olduklarını gösterir: El kalır, törü kalmaz. Açıklama; El bırakılır, töre bırakılmaz. Ziya Gökalp, bunu şöyle açıklar: Eski Türk’lere göre, vatan, töreden yani milli kültürden ibaretti. Kaşgarlı Mahmud’un lügatında zikredilen ülkeden geçilir, töreden geçilmez atasözü, milli kültüre verilen kıymet derecesini gösterir”.

Ziya Gökalp, Doğu Türkleri’nin törü, Batı Türkleri’nin töre dediğini, Türk Töresi isimli eserinde açıklar ve “Türk” kelimesinin töreli anlamına gelebileceğini söyler.

Kemalpaşazade İbn-i Kemal; (Osmanlı Şeyhülislâmı, Divan Şairi, Tarihçi) “Dekayık’ül Hakayık” adlı eserinde ayin kelimesine izahat verirken türe manasına geldiğini şöyle açıklıyor: Ayin, Farsça’dır. Şol nesnenin ismidir ki Arap dilinde ona kanun derler, resim derler. Türk dilinde türe derler ve adetle lazım olduğundan ötürüdür.

Kazak-Kırgızlar, yazısız olan örfi hukuklarına töre veya zang yahut yol adını verirler. Kazak-Kırgız hanlarından Tevke Han (1680-1715) Seyhun (Sirderya) Havzası’nda bulunan Kültübe (Gültepe) denilen yerde, ileri gelen beylerin katıldığı bir kurultay toplamış ve Kasım Han dan kalan kaska (yeni,aydın) yol, İsim  Han dan  kalan eski yola  bazı kaideler eklemiştir. Eski töreye yapılan yeni ilavelere Ceti cargı-yedi yargı denir. Bu kaideler tespit ve tedvin edilmemiş ise de kısa cümlelerle atalarsözü olarak terkip edilmiştir.

Osmanlı kaynaklarında da töreyi görmekteyiz. Aşıkpaşazade kelimeden şöyle bahseder: Türedür Hanum! Ezelden kalmışdur.  Babur (Zahîreddîn Muhammed Bâbur Babür İmparatorluğu'nun kurucusu), vekayinde (Vakalar, olaylar) yasa ile töreyi aynı anlamda kullanmakta ve hem Cengiz Yasası hem Cengiz Töresi demektedir. Gerçekten “yasa” kelimesi, Moğolca değil Türkçe’dir ve töre ile eş anlamlıdır. Divan-ı Lugati’t Türk, Kutadgu Bilig gibi Moğol istilasından çok önce yazılmış olan eserler meydana çıkarıldıktan sonra Moğol’ca sayılan birçok kelimenin, Türkçe olduğu anlaşılmıştır. Yasa kelimesi de bu kelimelerden biridir. Kül Tegin yazıtında öd tengri yasar kişioğlu kop ölügli töremiş. Açıklaması; zamanı Tanrı takdir (yapar)eder, kişioğlu ölmek üzere türemiştir cümlesi vardır ki buradaki yasar (yapmak, nizama koymak) kökünden teşkil edilmiştir. Kazak Türkçesi’nde yasagan-halık demektir. Yasagan Tanrım derler ki Halık Tanrım demektir. Eski bir Uygur metninde nizam, kanun anlamına gelen yasak kelimesi bulunuyor. Yasa türlü Türk lehçelerinde kanun, nizamname anlamını ifade için kullanılır. Çağatayca’da bu yasa kelimesinden, pek çok kelimeler teşkil edilmiştir. Yasal= savaşa hazırlanmış asker safı; yasavul= çavuş, yasanın emirlerini tatbik eden kimsedir… Yargan (Eski Türk yazıtlarında şahıs adı) ve yargucı kelimelerinin anlam bakımından farkı yoktur… Aynı kökten gelen “yarlığ” (hakanın fermanı, hükmü) terimi Kaşgarlı Mahmud tarafından tesbit edilmiştir.” Eski Türk yazıtlarında bir de Yaryan kelimesi vardır ve zabıta amiri anlamına gelir.     

Prof. Zeki Velidi Togan Türk hukuk, tarih ve etnografisi ile uğraşan Batılılar'ın töreyi, yasayı, iptidai göçebelerin hukuk taslağı olarak anlamalarının yanlışlığını belirterek, Türk yasasının, töresinin sadece göçebelerin değil, yarı göçebelerin de hukuku olduğunu ve Türk töresinde, toprak hukukuna ait pek çok hükmün mevcudiyetini göstererek, bu iddiaları çürütür.

Türk töresine dair bazı misaller

Çinlilerin, Tu-kiu adını verdikleri eski Türklerin ceza kanunlarına göre isyan, ihanet, adam öldürme, zina ve bağlı bir atı çalmak ölümle cezalandırılır.  Mesala yörük obalarında hırsızlık yapan birisinin obada yeri olmaz bir daha obaya geri dönemezmiş.

Selçuklular devrinde, Oğuz Töresi’ne çok ehemmiyet verilirdi. Sultan Alaeddin Keykubad’ın verdiği şöleni, Türk Oğuz Töresi’ni de açıklayarak Yazıcıoğlu Ali (Târîh-i Âl-i Selçûk adlı eseriyle tanınan Osmanlı müellifi.) şöyle anlatır: “Sadra (Başbakan gibi, Bey) ve iki kola Oğuz resmince baştan başa döşenip müzeyyen ve mürettep oldu ve kasat-ı kımız ve kımran ve mümessik ü muattar şerbetler Oğuzun resm-ü erkanı üzere içildi ve bunun zamanına ve oğlanları zamanına değin işbu ebyat tertibinde töre sürüldü. Ve sağ kol beyler beyliği kayı ve bayat beyine ve sol kol beyler beyliği ve bayındır ve Çavuldur beyine veriliyordu. Ve kalan beyler dahi bu yirmi dört boyun beyleri oğlanlarına verilmeyince gayriye verilmezdi. İşbu tertip üzerine ki zikrolunur:

Hanlar atası Oğuz han söyledi

Böyle töre, yol ü erkan eyledi

İşbu resmiyle vasiyet kıldı

Ta ola oğlanlarına töre, yol.

Dedi: Kayı çünkü sonra han ola

Sağ beğler beği andan ola

Töremiz beğler beği hem sol kola

Şöyle gerektir ki bayındır ola

Töre ü yol ü agırlamak hahi

Kim Kayı otursa andan sonra Bayat

İşbu tertip üzre oturmak gerek

Önlerinde müçeler durmak gerek

Kımız u kımran da bu tertbile

Aga u ini arasında içile

Mansab u beğlik dahi bu resmile

Urug u soyuna göre verile”

Yukarıda uzun şekilde yaptığımız alıntı görüldüğü üzere, şölenlerde Türk töresinin usullerine uyulur. Ziya Gökalp’in dediği gibi Türk içtimai hayatının esası olan şölenler, toylarda Ülüş, orun denen kaidelere uyulurdu. Misal olarak; Fatih’in İstanbul’un fethinde verdiği yağmalı toy’da (yemek ziyafeti) ve III. Ahmed’in çocuklarının sünnet düğünü dolayısıyla bütün İstanbul halkına verdiği iki hafta süren şölende görebiliriz. 

Lütfi Paşa (Kanuni Sultan Süleyman döneminde Sadrazamlık yapmış devlet adamı) Tarihi’nde, Osman Gazi’nin tahta geçiş merasimi şöyle anlatılır: “Oğuz resmince üç kere yükünüp baş koydular. Andan dürlü ballardan ve kımızlardan getirüp Osman Gazi’ye sağrak sundular” Şükrullah Tarihi’nde, (Behcetü’t-tevârîḫ adlı eseriyle tanınan Osmanlı âlimi ve kadısı.) Osmanlıların sefer esnasında çalınan davulu ayakta dinlediklerini, bunun töre olduğunu şöyle anlatır.

Doksan üç yaşında idi. Ertuğrul’un ölümü haberi Sultan Alaeddin’ne erişince buyurdu. Ertuğrul oğlu Osman’a yarlık (Buyruk, ferman.) yazdılar. Tuğ, davul, kılıç, kaftan gönderdi. Osman’ı savaşa memur kıldı. Sancak, kaftan, davul gelince Osman beğ ayağa kalktı. Padişahlık türesince davul çaldılar. Kutlu olsun dediler. O zaman oturdu. O çağdan beri Osman’ın türesidir: ne zaman seferde davul çalınsa Osmanoğulları ayakta dururlar.

Arminius Vambery (Macar Türkologu) Orta Asya’ya yaptığı seyahatinde, Türk töresine dair çok şeylere şahit olmuştur.  Bir gün, Gümüştepe (Bugün kuzeydoğu İran’dadır) ile Etrek Nehri arasında bir yerde, Allah Nezir adında ihtiyar ve fakir bir Türkmenin çadırına misafir oluyor. Bütün ısrarlara rağmen ihtiyar Türkmen, elindeki tek keçiyi misafirleri için kesiyor. Vambery, o sahnenin hatırası aklımdan hiç çıkmayacak diyerek Türk töresi karşısında, hayretini gizleyemiyor. Yine bir yerde, hayvan alışverişi yapan tüccara, mallarını satan göçebe Türkmenlere rastlıyor. Veresiye olan muamelenin senet yazısını Vambery’e doldurtuyorlar. Borçlu senedi imzalıyor. Fakat burada Vambery’i hayretlere düşürecek bir şey oluyor. Senedi alacaklı değil, borçlu alıp, cebine koyuyor, Vambery ikaz edince, alacaklı olan Türkmen, senedi, borcunu hatırlatması için senedin borçluda kalması gerektiğini söylüyor. Bu misaller Vambery‘yi şaşırtan hâller, Türk töresi üzerine kurulmuş muhteşem Türk ahlakını gösterir. Anda ve Andağa denilen kan kardeşliğinin (iki kişinin birbirlerinin kanını içerek kan kardeşi olması) misallerini veriyor ve eski Macarlar da Aldomas adıyla bu adetin yaşadığını söylüyor. Hatta Müslüman olan Osmanlılarla, Hristiyan olan Macarlar'ın, bu adeta uyarak birbirinin kanını içtiğini ve sulh yaptıklarını söylüyor.

Fuat Köprülü, Oğuz beylerinin kulaklarına küpe takmak adetlerinin olduğundan bahseder. Aynı geleneği Yavuz Sultan Selim, kulaklarına küpe takarak devam ettirmiştir. Balım Sultan’ın “mücerret dervişleri” de kulağı küpeli idi ve “eski kulağı kesik” deyimi de buradan gelir.   

Kısacası biz kendimize dönersek Türk hakanının dediği gibi:

Ey Türk!

Altta yer delinmedikçe

Üstte gök çökmedikçe

Senin ilini ve töreni

Kim bozabilir?

Türk töresinin en önemli kaynakları, Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lugati’t Türk adlı eseri ve Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig adlı eseridir.

Türkler Müslüman olduktan sora törelerimiz İslâm’ın şanlı aydınlığında yıkanmış, olgunlaşmış ve arınmıştır. En az bin yıldan beri böyle bir ruhla yoğrularak gelmiştir. İslam dini kendine aykırı düşmemek şartı ile milli töreyi benimser. Bu nedenle Türk töresi İslâm’ın âlemşümul karakteri için de yücelmiş ve genişlemiştir.