Türkiye'de kurulduğu günden bu yana İmam Hatip Liseleri hep tartışmanın odağında olmuştur. Bazen başarılarıyla, bazen duyulan kinle, bazen de göze ok gibi batan küçük hatalarıyla gündemde kaldılar. Önceleri sadece camiye imam veya ölüleri yıkayacak gassal yetiştirileceği düşünülen okullar; bir gün ülkenin yönetiminde ciddi pozisyonlara insan yetiştirince elbette sevenleri kadar sevmeyenlerin de dikkatini çekiverdi. Sadece onun önünü kesmek için bir kılıf olsun diye ülkemdeki “mesleki eğitimi” dibinden kuruttuklarını veya kurutmak için gayret gösterdiklerini bilmeyen var mı?
Bu okullar ülke içinde başarılı oldu. Her kademeye insan yetiştirdi. O da yetmedi, Türkiye'nin dışında birçok İslâm ülkesine örnek oldu. Din eğitiminin başka bir vadide, devlete adam yetiştiren kurumların başka bir vadide kaldığı ve asla barışamayacakları düşünülen Afrika’da bile örnek alındı. Bu modelin oralara nasıl hayat verdiğini, can simidi olduğunu daha önce de bu sayfalarda paylaşmıştım.
Şimdi daha rahat bir ortamda sayıları da çoğalınca “burada eğitim gören öğrencilerinin üniversite tercihlerinde nereye gidecekleri” mevzusu çok farklı kesimler tarafından tartışma konusu oldu. Oysaki kurulduğundan bu yana askeriyenin dışında her alana öğrenci göndermiş bir okuldu burası. Hamd ederek baktığımız bir husustur ki şimdi askeriyenin önündeki mâni de kalktı ve oraya da giden öğrencilerimiz oldu.
Beraber eğitim gördüğümüz, yıllarca aynı sınıfta okuduğumuz arkadaşlarımızın hepsi de liseyi bitirince imam olmadılar. Hatta içlerinden ilahiyat eğitimine giden birkaç kişi olduk. Tıp eğitimi alıp bugün üniversite hastanelerinde bölüm başkanlığı yapanlar, alanlarında profesörlüğü elde edip rektör yardımcılığı görevini yürütenler de var. Hukuk ve siyasal bilgiler bölümünü tercih eden ve kendi mecralarında başarılı performans sergileyenler de benim arkadaşlarım. Ve daha niceleri...
Hâl böyle olunca öğrencilerimizde de durum benzer bir minval üzere devam etti. “Her yiğidin gönlünde yatan o ayrı bir aslan,” zamanı gelince kükredi ve hem kaderin hem de emeklerinin yönlendirdiği noktalarda yer aldılar.
Geçenlerde İmam Hatip Liseleri ve öğrencileri üzerlerine kafa yoran bir kardeşimiz; “İmam Hatip öğrencilerinin ilahiyatların dışında alanları tercih etmesini, sanki bir aşağılık kompleksi görüntüsü” olarak algılamış. Diğer fakülte ve mesleklerin seçiliyor olmasını garipseyerek, biraz da küçümseyerek bunu eksen kayması olarak görmüş. Bu okulların mezunlarından elbette ilahiyat başta olmak üzere ülkenin ihtiyaç duyacağı çok farklı alanlara öğrenci girebilmektedir. Gitmelidir de... Burada eğitim gören öğrencilerin diğer alanları seçmelerini sanki onların İslâmi eğitim ve kaygıdan uzaklaşmaları gibi algılamak gerçekten çok yanlış olur. Dini sadece namaza ve Kur’an eğitimine hapsetmek, diğer alanları da bırakacak başkalarını aramak, İmam Hatip Liselerinin dışında kalan nesli ve öğrencileri dinsiz(!) bir alana itmek kadar vahim bir sonuç olur.
Gerçi bu okullar hiçbir zaman tam anlamıyla kimseyi de mutlu edemediler. Muarızları, varlığından şikâyetçi oldu. Adı bile korkutmaya yetti. Bir dönem geldi “sen değil ben açmıştım orayı” içerikli tartışmaları başlattılar. Sevenleri ise hep daha farklısını bekledi. Eski neslin öğretmen ve velileri kendi zaman ve anlayışlarıyla kıyaslayıp “çok erime var çook!” diye yakınarak hem hayıflandı hem de kendini avuttu. Ne de olsa o sahabe nesli gibi çok özel ve güzel bir zamanda yetişmişti. O gün çok başarılıydılar. O zaman şimdikiler gibi haylazlık düşünmezlerdi(!). Ama şimdikiler öyle mi ya?
Burada babasının babalığı ile kendilerinin babalığını hiç kıyaslamadılar. Buna da gerek yoktu. Elbette kendisi babası gibi bisiklete binmiyor, çarşıya belediye otobüsüyle gitmiyordu. Arabası, evi, çalıştığı işyeri, kılık kıyafeti hatta yemek tarzı bile değişmişti. Ama çocukları için kendi gençliği gibi bir hayatı arada bir hayal ediyordu. O zamanki çok güzel ve erişilmez düşünce ve düşleri şimdi de onların taşımasını arzu ediyordu. Gerçi çocuğunu kendi kaldığı yurda öğrenci olarak asla veremezdi. Hem çocuk da gitmezdi. Kendisi de bu çağda öyle bir yurda çocuk vermeyi ona işkence gibi görecekti. Zira şartlar çok değişmişti. Ama geçen hafta önünden geçtiği İmam Hatip Lisesinin bahçesinden gelen gürültü ve sesler onu rahatsız etmişti. Yani beğenemedi bir türlü...
Tabii bu arada İmam Hatip mezunlarını ve İmam Hatip Okullarını “sapkın İslâmi düşüncelerin merkezi(!)” olarak görenler de çıktı. Onlar da güya dost eleştirisi yaptığını sanan başka bir garabet örneğiydi. Bu kadar insanın taşlama merkezi yaptığı bir okul ve geleneği “Işid vb. uç fikirli, çok zararlı, uzak durulması gereken terör merkezi(!)” olarak görmekten de çekinmedi bir diğeri... Bunca insan taş atıyorsa bir de o atabilirdi.
Niçin bu kadar uzakları yaşadık? Çünkü biz ondakini sevmeyi beceremiyoruz. Sadece bizde var olanı seviyoruz ve herkesin de bizde var olana hayran kalmasını istiyoruz. Tek doğru bizde(!) çünkü... Aslında eleştirmeye başlayınca edepsizlik olmasa sahabe için bile söyleyeceklerimiz var. Gerçi söyleyenler de yok değil ama...
Yakasını bırakıverseler, ne güzel şeyler başaracaklar değil mi?