Ebedi olmayan ve sonunun geleceğinden emin olduğumuz bir hayatı yaşıyoruz. Hâl böyle olunca da bir defa doğuyoruz. Gerçi bazı hadisi şerifler, bir dizi güzel salih amellerin sonucunda (Mebrur bir hac gibi) “annesinden doğduğu günkü gibi” diye bir tanıtım yapar.

İnsanoğlunun hayat serüvenine bakıldığında yaşadığımız her anın ve olayın bir daha tekrarı yoktur. Biz her şeyi bir defa yaşarız. Hiç kimse ilkokula başladığı günü bir daha yaşayamayacak. Öğretmenliğe başladığım ve o tarifsiz heyecanı yaşadığım ilk günümü nasıl yeniden yaşayabilirim ki?

Evlilik gibi bir Müslümanın hayatını ciddi anlamda etkileyen ve şekillendiren önemli bir olayı da bir defa yaşayacak. (Biz bir defa diye niyet etsek de ilahi takdir sayısını çoğaltabilir. Ona da rıza göstereceğiz.) Hâl böyle olunca da garip ve tanımlanması zor bir heyecan ve savrulma başlıyor. Sadece bir defa yaşayacağı gerekçesiyle neredeyse tüm sınırların kaldırıldığı bir tören hayali başlıyor. Şimdi yaz tatili bitmek üzere. Böyle olunca da evlilik akitlerinin sıklaştığı bir dönemi yaşıyoruz. Evlenecek gençler heyecanlı, aileler endişeli, akrabalar başka bir kaygı ve ikilemin içinde. Böylesi bir düğünde bulunmasa akrabalık ilişkileri zarar görecek, gitse Rabbi’yle olan ilişkiler zedelenecek...

İnsanların Allah’a en yakın olduğu ve günah işlemekten en uzak olacağı anlar namaz hâli ve mescitler olmalı. Ancak burada namaz kılarken hem kadınların hem de erkeklerin vücudun belirli bölümlerini örtmesiyle ilgili kurallar vardır. Hatta olay sadece bedeni örtmekle kalmaz ve namazda saf düzeni bile çok önem arz eder. Erkeklerin arasına giren bir kadın Müslüman, birçok kimsenin namazının ifsadına neden olur. Namazının ifsad olmaması için bu konudaki fıkhi kuralları bilen ve onları uygulamaya çalışan bir Müslümanın namazdan çok daha farklı duygu ve düşüncelerin yaşandığı düğün salonlarındakilerin hayatını ve gönül dünyasını ifsat etmeme beraberinde kendi kalbini ifsada uğratmama gibi düşünce ve engeller yok mu oldu?

Bugün insanlık sınırsız bir dünyayı özlüyor. Bazen anne babaların koyduğu sınırı çocuklar beğenmiyor. Karşılığında maaşı alamama ve aç kalma korkusu olmasa insanlar çalıştıkları işyerlerinde de tamamen özgür olmak isteyecekler ve asla sınırın olmasını kabul etmeyecekler. Ne var ki bu işte ukubat acı geleceği için buna mecburen razı oluyorlar. Ancak cezaların tecil edildiği bir dünya için nasıl bir güvenleri varsa asla sınırların olduğu bir alana girmek istemiyorlar.

İnsan bir defa doğup bir defa evleneceğini bilir. Bunu bilir de nefsinin arzularına uymayan başkaca “birleri” unutuverir. Gördüğümüz ve göremediğimiz bütün mahlûkatı yaratan Rabbimizin tanıdığı mühlet bitince de bir defa ölecektir. Hayatın her anına ve en küçük ayrıntılarına kadar detaylı hesabının verileceği hesap gününün ve bu hayatta tek sermaye olan dünya kazancının da tekrarı yoktur. Burada pişman olmak veya olmamak tamamen bizim elimizdedir.

Düğün evleri cenaze ve matem evi değildir. Burası en güzeli ve helalinden sevincin ve mutluluğun yaşanması gerektiği yerlerdir. Bu konuda hem sınırları aşmayan hem de insanların güne ait duygularını hoş tutacak uygulama tavsiye ve örnekleri de mevcuttur.

Hz. Âişe, Es’ad İbn Zürâre’nin (RA) yetim kalan kızı Fâriga’yı himaye edip yetiştirmiş ve Ensar’dan bir erkekle evlendirmişti. Gelini götürüp dönünce Allah’ın elçisi şöyle buyurdu: “Ey Âişe; Gelinle birlikte def çalıp şarkı söyleyecek bir cariye göndermediniz mi?” Başka bir rivayette şarkıda söylenebilecek bazı ifadeler de yer almıştır.

Rubeyye binti Muavviz’ın (RA) evliliği sırasında da Allah Rasülü’nün benzer şekilde def çalınmasına ve genç kızların şarkı söylemesine izin verdiği nakledilmiştir. Zira düğünler saatlerce vaazların yapılacağı ve sadece dini mevzuların konuşulduğu mekân ve ortamlar değildir. Önemli olan burada dini konuşmak değil dini yaşamaktır. Dinin müdahil olamadığı bir hayat ve alan olmasın yeter.

Hele ki birkaç gün süren, içinde Allah’ın ve ayetlerinin unutulduğu düğünlere davet edilen mahalle imamı kardeşimizin yaptığı “Ya Rabbi bunlara Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın, Hz. Muhammed aleyhisselamla Hz. Hatice’nin muhabbetini ver. Bunlara salih hayatlar ver...” duası çok garip kalıyor. İslâm, Hristiyanlık gibi insanların kafasına göre yaşayacağı ama bir noktada yapılan bir dua ile günahların temizleneceği bir hayatı öngörmez. İslam dini bir fiili yasak etmişse bunda anneleri ve kızları ayrı kategoride değerlendirmez. Menedilen bir günah, babalar ve oğullar için farklı bir durum ortaya çıkarmaz. Hatta buna engel olması gerekirken yanlış bir yolu açan ve arkasındaki cahil(!) insanların da buraya düşmesine sebep olanlar daha farklı değerlendirilir ve suça ortaklık ederler. “Gençliktir işte...” diye başlayan cümleler, şayet bir harama izin verecekse bu nefsin ve şeytanın bir aldatmacası olabilir ancak.

İslâm dini tüm örf ve coğrafyalarda tek şekilde uygulanacak bir düğün töreni belirlememiştir. Bunun olması muhâldir, gerek de yoktur. Ancak belirli yasakları ve sınırları belirlemiştir ki bunlar dünyanın her yerinde ve her daim geçerli olabilecek şartlardır. Düne veya yarına göre bir değişimi düşünmek mümkün değildir.

Anne babalar “çocuklarına söz dinletememe” girdabından, gençlerse “ele güne karşı rezil olma” endişesinden kurtulamıyor. Ancak helal lokma yedirme hassasiyetimiz azalırsa, çocukların midesine giren bir dilim çikolatanın üretim yeri veya hijyen şartlarına gösterilen hassasiyet onun kalbine ve beynine girene gösterilemezse sonra bazı hataları engellemek mümkün olmayacaktır. 

Biz namazda ve oruçta Müslüman olduğumuz kadar düğünlerimizde de Müslüman kalmanın mücadelesini vereceğiz.

“Kınayanın kınamasından korkmamak” gibi çok ulvi ve güzel bir sıfat, Allah’ın sevdiği mümin kulları içindir.

Hele de zor zamanda Müslüman olabilmek ve kalabilmek...

Ne mutlu o zor zamanların örnek Müslümanlarına...