Ahmed b. Hanbel’in Kitâbü’z-Zühd’ünü inceleme sözü vermiştim dünyabizim ekibine. İstişarede “Mesela, Hz. Âdem’in yediği yasak ağacın adı var bu kitapta, ondan bahsedebilirsin. Çünkü bu bilgi hiçbir yerde yok, ben bulamadım” dedik. Ben de merak saldım; hakikaten böyle bir bilgi başka kaynaklarda var mı diye… Günlerce Hz. Âdem’in meyvesini yediği yasak ağacın adını aradım. Samanlıkta kaybolan iğne bulunurdu bu süre içinde ama bilgi bulunmadı.
Evet, bu bilgi yalnızca Ahmed b. Hanbel’in Kitâbü’z-Zühd’ünde. Yasak ağacın adı da “ed-Dea” imiş. İmam Hanbel Hazretleri'nin Şuayb el-Cübbâî'den yaptığı rivayet şöyle: “Allah Teâlâ'nın Âdem (a.s.) ile eşi Havva'ya (r.a.) yaklaşmalarını men ettiği ağaç, buğdaya benzemekteydi, adı ise 'ed-dea’ idi. O vakit elbiseleri ise nurdandı.”
İmam Hanbel’in bu eserini İz Yayıncılık Türkçemize kazandırmış. Mehmed Emin İhsanoğlu’nun akıcı bir üslûpla yaptığı tercümesi biz okurları beklemekte. Kitap bir sayfası Zühd Kitabı’nın asıl Arapça metni, diğer sayfası ise Türkçe tercümesi şeklinde oluşturularak iki cilt halinde yayınlanmış. Sizlerle kısa kısa birkaç bilgi paylaştım burada. Gerisi ve daha da fazlası Kitâbü’z-Zühd’de…
Âdem (a.s.) ilk yaratıldığında içi boşmuş
Yüce Allah, Âdem Aleyhisselâm’ı yarattığında ruh üflememiş bedenine. Bedenini tabiri caizse vitrinlerdeki insan şeklindeki mankenler gibi içi boş bir halde bir müddet bırakmış. İblis ona bakmaya ve etrafını dolaşmaya başlamış. İçinin boş olduğunu görünce, 'Ele avuca sığmaz bir yaratık buldum’ demiş.
Âdem Aleyhisselâm, Cennet’te gündüz saatlerinden bir saat kalmış. Bu bir saat, dünya günleri hesabı ile yüz otuz seneye tekabül etmekteymiş.
Âdem Aleyhisselâm cennetten çıkarıldığı zaman öyle bir ağlamış, öyle bir ağlamış ki bu ağlama tarif edilemez, ölçülemez. Döktüğü gözyaşları Kitâbü’z-Zühd’de şöyle anlatılıyor: “Eğer bütün yeryüzü halkı, hepsi ağlayacak olsalar, onların gözyaşları Dâvud (as)'un işlediği hatadan dolayı döktüğü gözyaşlarına müsavi olamaz. Eğer bütün yeryüzü halkının gözyaşı ile Davud'un gözyaşları birleştirilse, yine de Âdem'in (as) cennetten çıkarıldığı zaman döktüğü gözyaşlarına müsavi olamaz.”
Yalnızca Âdem Aleyhisselâm mı anlatılmaktadır Kitâbü’z-Zühd’de?
Tabii ki de hayır. Peygamberimizin (s.a.) zühd hayatı da anlatılmakta hadislerle. Diğer Peygamberlerin de, sahâbîlerin de ve bazı Müslüman âlimlerin de. Mesela; Peygamberimiz (s.a.), giyimde sadeliği imanın gereği olarak göstermiş. Ebû Ümâme, (r.a.) Resûlullah'ın (s.a.) üç defa, "Giyim kuşamda sade ve gösterişsiz olmak imanın gereğidir. Giyim kuşamda, sade ve gösterişsiz olmak imanın gereğidir. Giyim kuşamda, sade ve gösterişsiz olmak imanın gereğidir" buyurduğunu haber vermiş. Bugün ne giysem diye düşünenlere, düşünüp de takıp takıştıranlara, modayı takip edenlere, kısacası hepimize gönderilmiş bir haber bu Kitâb-ı Zühd vesilesiyle…
Söz gümüş ise, bil ki sükût altındır
Kitâbü'z-Zühd’ün yaprakları parmaklarımın arasında savrulup Lokman Aleyhisselâm’ın zühdüne dair haberlerin arasına düştü. Orada kalakaldım bir süre. Çünkü ilgimi çeken birçok bilgiye rastladım. Mesela “Söz gümüşse sükût altındır” atasözünün Lokman (Lukman) Aleyhisselâm’a ait olduğunu öğrenince bir hayli şaşırdım. Lokman (a.s.) oğluna, “Yavrucuğum! Hiçbir zaman susmuşluğum için pişmanlık duymadım. Eğer söz gümüş ise, bil ki sükût altındır” demiş.
Ezop masallarından bahsettiler de Lokman Aleyhisselâm'dan bahsetmediler
Bir koyunun kalbi hikâyesi vardır. Hepiniz bilirsiniz. Hani efendisi bir gün, “bana bir koyun kes ve o koyunun en güzel iki uzvunu getir!” demiş. Köle, denileni yapmış ve efendisine kestiği koyunun dili ve kalbini götürüp vermiş. Efendisi sormuş: “Bu ikisinden daha güzel organları yok muydu” diye. O da “Hayır!” demiş ve susmuş. Efendisi yine ondan bir koyun kesmesini ve kestiği bu koyunun en kötü iki uzvunu atmasını söylemiş. Denileni yapmış köle. Kalbi ve dilini atmış. Bunun üzerine efendisi sormuş: “Senden koyunun en güzel iki organını getirmeni istedim, dili ile kalbini getirdin. En kötü iki uzvunu atmanı söyledim, yine dili ve kalbini attın! Bu ne demek oluyor?” O da: “Bu ikisi temiz oldukları müddetçe onlardan daha güzel bir organ yoktur. İkisi kötü oldukları takdirde de yine onlardan daha çirkin ve kötüsü yoktur!” demiş.
Bu hikâyecik bizim zamanımızda ilkokul kitaplarında bile vardı. Üç aşağı beş yukarı buna benzer bir hikâyeydi. Biz bunu Ezop Masalları adı altında biliyorduk. Ancak bu hikâye Kitâbü’z-Zühd’de ve Lokman Aleyhisselâm’ın hikâyesi olarak rivayet edilmekte. Köle burada Lokman Aleyhisselâm.
Ben bu rivayeti okuyunca başladım araştırmaya… Ezop’u her millet sahiplenmiş. Yunanlılar ve Yahudiler kendilerinden saymaktalarmış Ezop’u. Araplar da Lokman Hekim adıyla kendilerinden olduğunda ısrar etmektelermiş. Bazı âlimler Ezop (Esop-Aisopos)’un Lokman Aleyhisselâm olduğu kanaatindeymiş. Ben ise Lokman Aleyhisselâm’ı daha yeni yeni tanıyorum Kitâb'üz-Zühd’deki bahisten. Hayıflanmaktayım, acaba bize niye Ezop masalları adı altında öğrettiler de Lokman Aleyhisselâm’dan bahsetmediler diye… Neden acaba?
Fatma Toksoy yazdı