Hayatını okuduğunuzda bir kılıfa sokamadığınız, tek bir şablona oturtamadığınız, adeta “ibnul vakt” diye tanımlanan, her an yeni bir yerde her an yeni bir işte olan Gönenli Mehmed Hocaefendi, Sufi Kitap’tan çıkan ve onu anlatan kitabıyla da öyle bütünleşmiş ki. Okurken kendinizi bir orda bir burada buluyorsunuz. Kah Gönenli Hoca’nın sohbetinde diz çöküp oturmuşsunuz, kah onun hatıralarını anlatan birini dinliyorsunuz, kah cemaatle birlikte coşkulu bir salavat getiriyorsunuz. M. Fatih Çıtlak Bey’in akıcı üslubu ile kitabı okumak hem zevkli hale geliyor, hem de oralarda olamadığınıza, o güzel zatların huzurunda diz çökemediğinize hayıflanıyorsunuz.
Günümüzde en çok ihtiyaç duyduğumuz şey bütün organları yerinde kullanmak sanırım. “Oku” ile başlıyor Kur’an ve dil/gönülle nasıl okunacağını öğretiyor. Mesnevi “dinle” derken sözün önemini, insanın kulaktan ihya yahut ifna olduğunu hatırlatıyor bize. Bir de dizlerimiz var, diz çökmek var. Hele de kireçlenmiş menisküs sendromlu dizlerle başımızın belada olduğu bir çağda ne zor bir şey değil mi diz çökmek!! Tabi ki kastettiğim bu değil. Bir âlimin, arifin, mürşid-i kâmilin önünde saygı ve edebi kuşanmak, tâbi olmayı bilmek. Söz dinlemekle de bütünleştiğinde teslim olabilmek.
Fatih Bey’in bir Mesnevi dersinde verdiği bir örnek vardı zamane insanlarına dair. Gidiyor bir büyük zatın huzuruna, maruzatını arzediyor. Aldığı cevap tatmin etmeyince “anlamadı herhalde” diye düşünüp tekrar başlıyor. “Ama efendim durum böyle böyle” diyerek ısrarla duymak istediği cevabı istiyor. Gerisi tam bir sükut. Efendi sükut ediyor, maruzatını arzeden de kendince sükut-u hayalde. Teslim olamamak, tâbi olamamak bu işte.
"Hadi bir Efendimize salavat getirelim"
Nur Kandili kitabını okurken de kaybettiğimiz en büyük erdemlerden birinin bu olduğunu düşünüyorum. Fatih Bey bazen Gönenli Mehmed Efendi’nin huzurundaki hallerini öyle resmetmiş ki adeta gözümün önünde canlanıyor kareler. Bazen kendisini görmesin diye arkaya pencere boşluğuna geçip saklanışı, bazen hocanın koca cami cemaatinin içinde kendisini hedef alıp göz teması da kurarak direkt kendisine hitap edişi. Zaten hatıraların içerisinde kaybolurken peşpeşe kerametler zincirinin içerisine düşüyorsunuz. Çoğu zaman inanmakta zorlandığınız haller hocaefendinin hayatında gayet sıradan olaylar gibi mütevazı bir şekilde zuhur ediyor.
Hayatını anlatırken daha nice küçük, hepimizin bildiği ama çok kolay terk ettiği adetleri hatırlatıyor. Yine kitaptan, Gönenli Mehmed Efendi’nin sıkılıkla söylediği şu sözü not ediyorum: “Hayırlar yaz başımıza, iyiler çıkar karşımıza…” Gönenli Hoca’nın kitap vasıtasıyla adeta irşadına devam ettiğini düşünüyorum bir an. Vaaz öncesi vakit müsaitse mutlaka mescit namazını kılışı, ezan okunduğunda sözü hemen kesip kürsüden inişi, sohbetleri sürekli salavatlarla taçlandırışı çok etkiliyor beni. Sohbette sözü kesip “hadi bir Efendimize salavat getirelim” diyerek bütün cemaatle coşkulu bir şekilde farklı farklı salavatlar getirmesi, dinleyenleri zevk sarhoşu eyliyor. Sohbet edebilmenin kuru bilgi değil, sadır işi olduğunu anlıyorum.
"Allah lütfetmiş, Kuran-ı Kerim’in ışığı içimde"
Reisül kurra olan Gönenli Mehmed Efendi Hazretlerinin Kur’an-ı Kerim’e gösterdiği ehemmiyet de ayrı bir bahis konusu. Sohbetlerine mutlaka Kur’an tilaveti ile başladığını, hatta yer yer okurken ağladığını öğreniyorum. 50 küsur sene Fatih Camii’nde sabah namazından evvel mukabele okuyan hocanın öyle bir de vazife hassasiyeti var ki Sultanahmet Camii’nde görev yaparken de aksatmadığı mukabeleden koşarcasına çıkıyor, sabah namazına Sultanahmet’e yetişmek için çoklukla taksi tutuyor.
Gönenli Mehmed Efendi’nin hapishanedeki hali ise beni ayrıca etkiliyor. Dönemin karışıklıklarında hasbelkader sebepsiz yere hapishaneye alıyorlar kendisini. Hapishane müdürü tanıyarak hürmet gösteriyor ve en iyi koğuşta ağırlanması için tembih veriyor gardiyanlara. Ancak hoca en küçük, karanlık, dar hücreye konmasını talep ediyor ısrarla. Gerisini kendi ağzından aktarayım:
“Ben hücreye girdim. Elhamdulillah, oturdum, başladım hatm-i Hazreti Kurana. Gece gündüz hep birer hatim… Ben ışığı ne yapayım. Allah lütfetmiş, Kuran-ı Kerim’in ışığı içimde. Aman ya Rabbi, aman ya Rabbi… Öyle güzel, öyle hoş oldu ki, hep Kur’an-ı Kerim’le oturdum kalktım. Ne kodesin karanlığını ne hapishaneyi, hiçbir şeyi göstermedi Hz. Allah. Hamd olsun, Kuran-ı Kerim işte böyle bir nurdur. Mevlam mahrum eylemesin. Haydi bir salat ü selam okuyalım Hazret-i Peygambere. Allahumme salli ala seyyidina muhammedin…”
Fırıncı kılığında nice Somuncu Babalar var
Hocaefendi, resmi olarak Ayasofya ve Sultanahmet camilerinde imam-hatip, Sümbül Efendi Camii’nde kürsü şeyhi, Eyüp Sultan Camii’nde ise şeyhulkurralık makamlarında bulunmuş. Fahri olarak ise İstanbul’un bütün camilerinin imamı, hatibi, vaizi ve hocası. Ahirete intikal ettikten sonra müftülüklerin yaptığı bir araştırma ile 40 bin civarında insanın kendisinden feyz aldığı tespit edilmiş. Eserde cami cami bölümlere ayrılarak vaazlarından kesitler, o camilerde yaşanmış hadiseler nakledildikten sonra tanışmış olduğu kişilerden de bahsediliyor. Said Nursi, Tahir Olgun, Süleyman Efendi, M. Sami Ramazanoğlu, M. Zahid Kotku, Safer Efendi bunlardan bazıları…
Nur Kandili kitabı, en başta muhterem hocaefendinin kısa bir tarihçe-i hayatını verdikten sonra yazarın kendisinin de belirttiği gibi asıl önemli olan hatıralar safhasına geçiyor. Bir nevi eski zaman Allah dostlarının menkıbelerini anlatan bir esere dönüşüyor. Ama bir düşünüyorum, Gönenli Hoca’nın vefatı 1992. Çok yakın bir dönem, bizlerin gençliği. O zaman anlıyorum ki ne veliler kapısı kapanacak, ne de bu menkıbeler geçmişte kalmış birer efsane. Peygamber yolunun yolcuları hep olacak. Belki günümüzün görünme/ şov üzerine kurulu düzeninde onları bulmamız ve görmemiz gittikçe zorlaşıyor ama gene de bir umudum var. Kerametler geride kalmadı, fırıncı kılığında nice Somuncu Babalar var belki gene burnumuzun dibinde.
Hatice Elif sizin için tattı ve okuyarak doymanızı arzuladı