Oğlumun, annesine sorduğu ilk sorulardan biri “Anne benim niye kaşım yok” sorusudur. Daha yeni yeni konuşmaya başlayan oğlumun bu sorusuna hem şaşırmış hem gülmüştük. Şaşırmıştık, çünkü soru bir çocuğun, insana bakınca neler gördüğüne, nelere dikkat ettiğine dair büyük bir ipucu veriyordu. Çocukların gözünden hiçbir şey kaçmaz.
“Kim demiş çocuk küçük bir şeydir
Belki de çocuk en büyük bir şeydir”
(Abdülhak Hamid)
Aslında kaşları yok değildi fakat sarışın olduğu için kaş yerlerindeki kılların görünmezliği gözüne batmıştı. Zira annesinin ve babasının kaşları, ilk bakışta rengi ve bol kılı ile hemen belli oluyordu. Çocuk işte bu farkı fark etmişti.
Oğlum senin kaşların var, fakat seninkiler hem az çıkmış hem sarı, büyüyünce senin de gür kaşların olacak, demiştik. Nitekim öyle oldu.
Hasan Âli Yücel ile ilgili bir anekdot anlatırlar. Malûm, Yücel, kaşları ile meşhurdur fakat bıyık bırakmamıştır. Dostları onun kaşlarını espri konusu yaparak Hasan Âli, kaş bıraktığı için bıyık bırakmamıştır, derlermiş.
İnsanın anne karnında ilk belli olan organlarının kaşlar olduğunu biliyor muydunuz? Ben bilmiyordum, öğrendim. Ana rahmindeki ceninin gelişimini izleyen doktorlar cenin halinde çekilen röntgenlerle tespit etmişler bunu.
Acaba bundan mıdır ki ölen kişinin kaşları düzeltilir.
Yunus Emre zamanından beri bilinen ve uygulanan bir şey olmalıdır ki Yunus Emre ölünün kaşının düzeltilmesi olayını “Göz yumuldu, çekildi kaş” dizesi ile ölümsüzleştirmiştir.
Hikmetinden sual olunmaz Rabbim, kaşlarımızı gözün hem süsü hem koruyucusu kılmış.
Bilindiği gibi hem klasik şiirde hem halk söyleyişinde sevgilinin kaşları yay, kirpikleri oktur. Sevgili o yaylardan fırlattığı oklarla âşığın kalbini yaralar ve bir daha hiç çıkarmaz. Âşık, o yara ile yaşar. Sevgilisinden geldiği için o yaraya öyle alışır ki bu kez yarasız yaşayamaz olur.
Aşksız, aşk yarasız hayata yaşamak mı denir?
Şu kadarını söyleyelim ki kaşların yay, kirpiklerin ok olması tamamen sürdürülen hayat tarzı ile ilgilidir. Çünkü savaş, savaş aleti olarak ok ve yay, hayat-memat mücadelesinin en önemli parçasıdır. İnsanlar hayatta kalma vasıtası olarak savaş aletinden aşk aleti icat etmiştir. Diyoruz ki eğer insanoğlu ok-yay dönemi yaşamamış olmasaydı, onun edebiyatı da olmayacaktı.
Milletleri birbirinden ayıran özelliklerden biri
Kaştan söz açmışken, kaşa siyaset anlamı yüklendiğinden de bahsetsek iyi olacak.
Bu husus daha çok “üç hilal” siyaseti ile ilgilidir ve aidiyet duygusunu görünür kılmak, vücuduna taşımak isteyen anlayışa aittir. Bizim gençliğimizde daha çoktu. Bazı gençler, iki kara kaşa üçüncü hilal olarak bıyıkları ekler ve yüzünde üç hilal oluştururdu. Osmanlı Devletinin üç kıtaya hakim oluşunu temsil eden üç hilalin zemin rengi yeşildir ve İslam’ı temsil eder.
Öğrenmenin yaşı yoktur denir ya, elime geçen bir kitapta kaşların, milliyetleri birbirinden ayıran bir özellik olduğunu da öğrendim.
Yazıyı/sözü kaş güzellemesi üzerine yıkıp, kadın estetiğinin en önemli parçalarından birinin kaş olduğuna getirelim mi? Takma kaş, kaşların arasını açmak, inceltmek, kaş çizmek, kaşın ucuna piercing takmak gibi hususlar kadın estetiğinin vazgeçilmez işlemleri arasında. Nerdeyse bir kaş sektörü oluşmuş durumda.
Kapitalizm, estetiğe el attığından beri veya estetik, kapitalizmin en önemli kolu olduğundan bu yana kâfirin elini atmadığı, kurcalamadığı, değiştirmediği, yeni şekle sokmadığı organımız kalmadı.
İnsanın gözüne ilk çarpan organ olarak hakları da var denilebilir mi bilmem. Tabii burada önemli olan organın kaş değil göz olduğunu unutmamalıyız. Çünkü kaşın rengi, kılları, şekilleri, çizimi, gözün, bakışların etkisini artırmak için tasarlanır.
Önemli olan, kaşlar değildir, gözlerdir; bakışlardır, bakışların tesirini artırmaktadır.
Yüzlerce türkümüz, şarkımız, deyimlerimiz; atasözlerimiz kaş üstüne kurulmuştur. Bu husus da yine sürdürülen hayatla ilgilidir. Çünkü geleneksel yaşam biçiminde âşığın, sevgiliden görebildiği yegane organ yüzüdür, bazen yüzü bile değil gözleridir ve kaşlarıdır.
İnsanoğlu kaşları gördüğü günden beri, kaşla göz arasında ortadan kaybolur, iş becerir; kaş yapayım derken göz çıkarır ve bütün öfke, küslük, kin kaş çatarak ifade edilir.
Tasavvufta iki kaşın arası manevi bir makamı gösterir ve letaifin en zorlu yerlerinden biridir. İki kaş arası Allah dostlarının nazargâhıdır, denir. Mürid, mürşidin iki kaşı arasına bakar derler.
Kaş dendi mi benim aklıma gelen en önemli husus, kaşının altında gözün var denmesinin insanları neden rahatsız ettiğidir. (Bazı söyleyişlerde gözünün üstünde kaşın var şeklindedir.) İnsanoğlu -eğer bir kusuru varsa- onun doğuştan, elinde olmadan getirdiği vücut azaları ile anlatılmasından hoşlanmıyor demek ki. İki göz ve iki gözün üstünde iki kaş güzelliğin göstergesi olarak anlatılacakken; kusurun göstergesi olarak anlatılmasının verdiği bir rahatsızlık bu.
Ben gene de bundan vazgeçmek taraftarı değilim. Kusuru, iki gözün üstündeki iki kaş kadar kendisine yakın ve görünür bir yerde olan kişiye, bunu söylemek taraftarıyım ve kaşının altında gözün var, derim.
*
Onun kaşları
Onun mübarek kaşları uzun, son derece güzel, birbirine çok yakın idi fakat bitişik değildi. Kaşları yay gibi idi ve gözlerin ucuna kadar uzardı.(Ezec). Mübarek kaşları arasında bir damar vardı ki gadap buyurdukları zaman o damar kabararak görünürdü. (Şemâil-i Şerife)