Benim çok tekrarladığım sözlerden biri “Kıtlıkta verilen lokma unutulmaz” atasözüdür. Çünkü kıtlıkta verilen lokma, candan verilen lokmadır. Lokmasını paylaşan kişi, kendisi muhtaç iken başkasını ortak etmiştir. Bu, Peygamber Efendimizin sünnetidir aslında. Efendimiz, önce ashabını doyurur,  içirir,  sonra kalanı ile kendisi iktifa ederdi.

Maddi nimetler için söylenen bu söz, manevi nimetler için de geçerlidir. Belki manevi nimetler için daha çok geçerlidir.

Türkiye’nin “aç” olduğu dönemlerde insanımıza lokma veren en önemli kurum İmam Hatip Okulları ve bu okulların ilk dönemleri mezunlarıdır. “Ölü yıkayıcısı mı olacaksın, ne işin var o okullarda” denilerek küçümsendi o talebeler. Evet, ölü yıkayıcısına hasret kalındığı bir ortamda, tam da bu ihtiyacı karşılamak üzere açılmıştı okullar. O kadar ki kulaktan öğrendiği birkaç namaz suresi bilen kişi, hoca muamelesi görüyordu ve bu kimseler de nadirattan idi. Bu vasıfta olan biri için o günlere ait bir olay anlatılır.

Adam köyde, yüksekçe bir yere çıkmış ve ezan okumuş. Ezanı duyan yakın köyden biri, eşeğine binmiş, ezan duyduğu köye gelmiş. Köylülere, bu köyden ezan sesi geldi, kim o hoca, demiş.

İçlerinden biri, utana sıkıla benim demiş. Misafir bu kez “Bin eşeğe köye gidiyoruz, üç gündür bekleyen bir cenaze var, onu defnedeceğiz, namazını kılacağız.”

Muhatap kişi “Ben ezan okumasını bilirim ama cenaze namazı kıldırmasını bilmem” dese de öyle bir tehditle karşı karşıya kalmış ki nâ-çar kabul etmiş. Varmışlar köye. Cenazeyi şöyle böyle yıkamış, musallaya taşımışlar ve hoca olarak bilinen kişi, cenaze namazı kıldırmasını bilmemesine rağmen, öne geçmiş, namazı kıldırmış. Fakat bu namaz iki rekat ve secdeli bir cenaze namazı imiş.

Eskiden cenaze namazına katılan bir kişi itiraz etmiş, demiş ki “Hoca efendi, benim bildiğim cenaze namazında secde yoktur, namaz ayakta kılınır.”  Zeki adam bu kez kendini kurtarmak için “O senin dediğin aynı gün kalkan cenazeler içindir, üç gün hoca bekleyenin cenazesi böyle kılınır”  demiş.

Şaka sanmayın, olmuş bir vakadır.

İşte bu adam kıtlığını karşılayan ilk kurumlar olarak İmam Hatip Okulunun ilk birkaç dönem mezunlarına vefa borcumuz var. Çünkü bu okullara giden kişiler yaşlarını başlarını almış, evlenmiş,  çoluk çocuğa karışmış yani maişet derdi olan kişilerdi.

İkincisi, okulların geleceği belirsizdi, lise dersleri almalarına rağmen, lise mezunlarının girdiği fakültelere alınmıyorlardı.

Üç, okumuş yazmış kişilerce hor, hakir görülüyorlardı.

Dört, gerici, şeriatçı, bilmem kim düşmanı gibi sözlerle de töhmet altında idiler.

Bu kadar menfilik arasında kim gider böyle bir okula tahsile?

Çine’de İmam Hatip 1976’da açıldı

Bu bağlamda kendimden bahsedeceksem şunu söyleyebilirim. Ben de dedeme İmam Hatip Lisesinde okumak istiyorum dedim. Merhum dedem, o zamanlar köylerde cer hocalığına çıkan, adı yemek, içmek, para ile birlikte anılan, kendini zoraki yetiştirmiş ve halkın hoca, molla dediği kişilerin dinden geçinmelerini bir türlü hazmedemez, imam hatip okulundan mezun olduktan sonra benim de o hocalar gibi yiyici, içici takımından olacağımı düşünerek dedi ki: “Hayır, seni filanca gibi yiyici, halkın eline bakan hoca yapmayacağım, ortaokula gideceksen göndereyim, yoksa ticaret yap, çiftçilik yap” dedi ve dediğini de yaptı.

Babam, dedemin sözüne söz koymadığı için ben sadece Kur’an Kursu’na gittim bir yıl kadar. İlçede İmam Hatip yoktu,  Aydın’a da gönderme imkanımız olmadığı için ben tamirciliğe başladım.

Her şeyde bir hayır vardır, denilir, dedem o yılın sonunda vefat etti. Bir yıl sonra (1976) Çine’ye İHL açıldı ve ben okula ancak böyle gidebildim. Gittik de ne oldu? Eslafımıza söylenen sözler aynen bize de söylendi: “Bu okulların önü kapalı. İmam Hatab (odun) okulu. (Bu sözü Süleymancılar söylüyordu bize). Ölü mü yıkacakmış? vs.”

İmam hatip okullarının tarihi, benim de tarihim olduğu, bu okullardan mezun olanlar bizim ağabeylerimiz, hocalarımız, öncülerimiz olduğu için, onlarla ilgili bütün yayınları takip etmeye çalışıyorum.  Bu bağlamda en son  “Bir Konya Çınarı Mustafa Ateş”  kitabını okudum.

Mustafa Ateş hoca için kalem oynatan arkadaşlarına bakalım: Dr. Halil Hayıt, Dr. Mehmet Ali Uz, Dr. Tayyar Altıkulaç, Prof. Dr. Hayreddin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Uzunpostalcı,

Prof. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Prof. Dr. Mustafa Fayda, Prof. Dr. Avni İlhan, Halit Güler, Mehmet Doğru, Dr. Ahmet Baltacı, Prof. Dr. Mehmet Şeker, Prof. Dr. Yusuf Işıcık, Hasan Uyar, Mehmet Köse, Talip Arışahin, Halil Yavuz, Osman Akgül, Mehmet Kabakçı, Abdurrahman Poçan, Cemal Sebük, Ali Erdoğan, Besim Özkan, Yusuf Eseroğlu, Ahmet Kirazoğlu, Naci Arıcı, Lütfi Görmez, Halil Mezik, M. Necati Yeniel, İsmail Kışla, Ali Çatak, Hürrem Karaahmetoğlu, Mustafa Kaya, Faik Turgut.

Bu isimlerden birçoğu Mustafa Ateş hocanın devre ve okul arkadaşları. Yani onlar aynı zamanda öncülerimiz. Kitapta Ateş Hoca bağlamında anlatılan zorluklar, ümitler, teveccühler, hizmetler aynı zamanda o kişilerin de tercüme-i hayatlarına dahil.

Bu öncü İmam Hatip nesli neler yapmış denildiğinde şunları görüyoruz?

İmam Hatip Okulunu bitirdikten sonra fark derslerini vererek bir fakülteye kayıt yaptırıyorlar. Öncelikle dini ilimlerin öğretilmesi için İmam Hatip Okullarına ve Yüksek İslam Enstitülerine öğretmen/hoca oluyorlar.

İmam Hatip, vaiz ve müftü olarak kürsüleri, mihrapları, minberleri dolduruyorlar.

Kur’an Kursu hocası oluyorlar.

Dergi çıkarıyor, kitap yazıyorlar.

İmam Hatip okullarının çoğalması için çalışıyorlar.

Üçüncü, dördüncü dönem mezunları hukuk, siyasal bilimler, edebiyat, tıp gibi alanlara yöneliyor ve o alanlarda da hizmet üretiyorlar.

Konya’nın çınarlarından Mustafa Ateş hoca işte bu hizmetlerin hepsine koşmuş, hizmet üretmiş bir alim, bir arif insan. İmam hatiplik, müezzinlik de yapıyor Konya, Manisa, İzmir ve Aydın’da İl Müftülüğünde bulunuyor, Din İşleri Yüksek Kurulu üyeliğinde de İslami hizmet imkanı buluyor.

Ben Mustafa Ateş hocanın adını, meslek derslerimize gelen bir öğretmenimizden duydum. İzmir Yüksek İslam Enstitüsünden mezun olan öğretmenimiz, hem imam hatiplik yapmış hem okumuştu. Ona ve diğer arkadaşlarına bu imkanı tanıyan, cemaatin tepkilerini şöyle böyle yatıştıran kişi de İzmir Müftüsü Mustafa Ateş idi. Hayat hikayesinden öğreniyoruz ki o da böyle okumuştu. Üstelik evli bir imam hatip talebesi idi. Çocuklar onlara bakıp bakıp “Anne bak, amcalar beden eğitimi dersi yapıyor” diyerek gülüyorlardı.

Damdan düşenin halini damdan düşen anlar

Damdan düşenin halini damdan düşen bildiği için Mustafa Ateş de okumak isteyen ve fakat maddi imkanı olmayan imam hatip talebelerinin elinden böyle tutmuştu.

Bu hadiseyi unutmadık tabii. Kardeşim Aydın’da imam hatip iken Ateş hoca da Aydın Müftüsü idi. Malatya’da Kimya Fakültesini kazanmıştı. Kaydını yaptırdıktan sonra görevden ayrılacağı gün, beraber Aydın Müftülüğüne gittik. Kendimizi takdim ettik. Eğer imkanı varsa Malatya Müftülüğüne bir referans mektubu yazmasını, orada görev verilmesinde yardımcı olmasını istedik.

Şimdi itiraf ediyorum ve helallik diliyorum. Mustafa Ateş hoca, Malatya müftüsüne verilmek üzere bir açık mektup yazdı ve elimize tutuşturdu. Mektup Osmanlı Türkçesi ile yazılmıştı. Açık mektup olduğu -zarfın ağzını kapatmadığı- için mektubu okudum.

Sakıncalı bir muhteva yoktu. Ateş hoca, Malatya müftüsüne, DİYK üyeliği için ona rey verdiğini söylüyordu. Zarfın ağzını yapıştırsaydı okumayacaktık tabii. Ancak yine de yanlış yapmışım duygusu var bende.

Ateş hocayı sadece o zaman gördüm .

Yine o günlerde bu kez gıyabında tanıdım. Bizim köyün imamı hakkında bazı şikayetler olmuş. Muhtarımız da şahit. Müftü, imamın hakkındaki şikayetleri duyunca, neler duyuyorum  ya hu demiş ve gidip abdest tazelemiş.

Bu abdest tazelemek bir sünnete binaendi ve muhtarın gözünden kaçmamıştı.

Mustafa Ateş hoca nasıl bir müftü?

Kalem ehli: İslam’ın İlk Emri Oku mecmuasını yaklaşık 200 sayı neşretmiş bir ilim ehli. Kalem mücahidi. “Hadiseler ve Görüşler” başlığı altında aktüel olaylara dini ve ilmi referanslarla bakıyor. Bir memur olmasına rağmen, söyleyeceğinden geri kalmıyor, DİB’nın odasını silahla basan CHP milletvekili Celal Paydaş’ı açıkça tenkit ediyor.

Ateş Hoca, kaleminde nasıl sivri ise sözlerinde de aynı özelliği koruyor.

Kenan Evren’in hoyratça yürüttüğü doğum kontrolü etkinliğine, zamanın (askeri) Başbakan Müsteşarının yanında ve basının önünde “Çekin kadınlarımızın mahrem yerlerinden ellerinizi, Allah herkesin rızkına kefildir.” diyerek karşı çıkıyor.

Üniversitelerdeki tesettürü yasaklamak için acaba Diyanet’ten dini bir kılıf bulabilir miyiz, Diyanet bizim otoritemizden çekinip tesettür aslında dini bir emir değildir gibi bir fetva verir mi diye Diyanet’ten fetva bekleyen Devlet’e, “Tesettür Allah’ın emridir ve ibadettir” fetvasını veren Din İşleri Yüksek Kurulunda bulunuyor, bu hakikati açıkça beyan ediyor, imza atıyor.

Türkiye İmam Hatip Okulları Mezunları Cemiyeti’ni kuruyor.

Abdülbari en-Nedvi’den “Tasavvuf ve Hayat; Yusuf el-Kardavi’den “İnsan ve Hak Mefhumu” kitaplarını tercüme ediyor.

Bu yazı ile yayınevlerine duyurmuş olalım ki Mustafa Ateş hoca bir Kur’an-ı Kerim Meali de hazırlamış ve fakat basımını bekletiyormuş. Böyle uzun yıllar emek verilmiş bir çalışma, bir amel-i salih olarak yayımlanmalı değil mi?

Ateş Hoca bu geleneğin, bu zincirin bir halkasıdır

Söz buraya gelmişken ilk dönem müftülerindeki bu ilim irfan birlikteliği, davranış örnekliğinin her zaman korunmadığını söylemek gerek. Müftülüğün bugünkü gibi Diyanet teşkilatının idari bir birimi olmaktan ziyade; ilmî bir makam, dinî ilimleri hayata ve topluma yaşayış olarak taşıyan ve bunu sağlayan en önemli mevki olduğunu hatırlamalıyız.

Müftü, alim demekti (r.).

Müftü, ârif demekti (r.)

Müftü, sokakta bir kişiyle konuşurken bütün vücudu ile ona doğru yönelen kişi demekti (r.) (Çine Müftüsü Halit Sezgin)

Müftü, dinî ilimlerin yanı sıra, edebiyat, tarih, sosyoloji, psikoloji bilen bir derya adamdı.

Müftü, Ömer Nasuhi Bilmen idi.

Müftü, Solakzâde idi.

Müftü, Haydar Hatipoğlu idi.

Müftü, Tahir Büyükkörükçü idi.

Müftü, İlhan Armutçuoğlu idi.

Ateş Hoca, işte bu geleneğin, bu zincirin bir halkasıdır.

İyi bir vaiz, hitabet ehli, selis konuşan biri. En önemlisi, söyleyeceğinden geri durmuyor, tepki toplamaktan korkamadan hakkı, hakikati ifade ediyor.

Ahfadının hemen bütün fertlerini imam hatip okulunda okutmuş, dinî ilimlere yönlendirmiş, bu davaya taşımış bir hafız, bir ilim adamı.

Mustafa Ateş Hoca’nın yetişmesine el uzatan üç kişiden bahsetmezsek bu yazı eksik kalır. Çünkü kitapta onun hakkında yazanlar bu üç ismi mutlaka anıyor.

Konya İmam Hatip Okulu’nun inşasına, talebelerin geçimine,  yetişmesine kendini adamış, Hacı Veyiszâde Mustafa (Kurucu) Efendi.

Bir Allah dostu, kalp gözü açık bir derviş ve Mustafa Ateş hocanın dayısı Ladikli Ahmed Ağa.

Hacı İsa Efendi (Süleyman Hayri Bolay ve Naci Bolay’ın babaları)

Yazımızın başında değindiğimiz kıtlık zamanda lokma veren eller bu kişiler. Onlara ayrıca Fatiha borcumuz var. 

Ateş Hoca’yı en iyi anlatan iki sözü ile bitirelim bu yazıyı:

"Bir baş kesilecekse, baltaya sap biz olmayalım!”

"Az kalmaya az kaldı."