Kadîm olanı keşfetmek, yeni olanı ortaya koymaktan belki daha güç ve fakat hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki çok daha asil bir çabadır! Tarih bugüne değin, kadîm olanı keşfetmek için çaba sarf etmeyen hiçbir toplumun yeni bir şey ortaya koyabildiğine tanıklık etmedi. İşte zaten bu yüzden bu toprakların çocuklarının öncelikli görevi va’z-ı cedid değil, keşf-i kadîm olmalıdır!” İçerisinde fazlasıyla değer barından bu sözler, Dücane Cündioğlu’nun İmam Gazali ve düşüncesine dair kaleme aldığı Keşf-i Kadîm kitabından. Cündioğlu’nun bu kışkırtıcı tespiti, rafa kaldırılmış bir hakikati fark ettirmek adına ziyadesiyle önemli. Zira düşünce tarihine baktığımızda ortaya “yeni bir şeyler” koyabilmiş bütün toplumların evvela kendi kadîmlerine döndüklerini gözlemlemek pek de zor değil. On yıllardır zihinlerimize nakış olan; “Batı dünyası, aydınlanmasını Eski Yunan’a dönerek sağlamıştır” çıkarsaması, sanırım mezkûr iddiaya dair en açık misallerden biri.

İşbu tarihsel hakikatin İslâm düşünce dünyasındaki izlerini sürmeye kalktığımızda, yani kadîm olanı keşfe niyet ettiğimizde, karşımıza çıkması kaçınılmaz olan isimlerden biri de İmam Gazali oluyor. Gazali, Türkiye’de yükseköğrenime ilahiyattan farklı alanlarda devam edenler dâhil, özellikle imam hatip liseleri mezunlarının, düşünce dünyasından bildikleri belki de tek düşünür etiketine de sahip. Oysa muhafazakâr düşünce içerisinde felsefe anlamında gayet radikal bir biliştir Gazali’nin bilgi ve şüphe keşfi.

Vefatının üzerinden 800 yıldan uzun bir süre geçmiş olmasına rağmen ortaya attığı fikirleriyle hem çağdaşlarını hem de sonrasında gelişen İslâm düşünce hayatını derinden etkilemiş bir mütefekkir olan İmam Gazali, kimi çevrelerce “Özgür düşüncenin donmasının, içtihat kapısının kapanmasının ve buna bağlı olarak da Müslüman aklın atalete saplanıp geri kalmasının baş müsebbibi” olarak görülürken, kimi çevreler ise onu, “omurgası yerinden oynamış ve çökmek üzere olan İslâm düşüncesini ihya eden bir müctehid” olarak değerlendirmekteler. Özellikle İslâm dünyasının Batı karşısında “geri kalmışlığının” bir sebebi olan modernizm hareketlerinden sonra iyice alevlenen bu tartışmanın, günümüzde de olanca hararetiyle devam ettiğini söylemek sanırım abartı olmaz.

Bitmek bilmeyen bu tartışmaların en önemli sebeplerinden biri de; İmam Gazali’nin mantık, fıkıh, fıkıh usulü, kelam, felsefe, tasavvuf, iktisat gibi akli ve şer’i pek çok alana olan vukufiyeti ve söz konusu bu alanlarda eserler icra etmiş olmasıyla alakalı. Yani meselenin kökeninde, İmam Gazali’nin fikriyatının sadece tek bir cepheye yoğunlaşmamış olması, aksine İslâm düşünce geleneğini bütüncül bir perspektifle ele alması yatıyor. Hal böyle olunca, İmam Gazali’ye dair tartışmaların neden bir türlü bitmek bilmediği de ortaya çıkıyor aslında.

Prof. Dr. Hüseyin Atay’ın Kur’an-ı Kerim Meali üzerine önemli bir not Prof. Dr. Hüseyin Atay’ın Kur’an-ı Kerim Meali üzerine önemli bir not

Şüphe, insanı hakikate götürür

Makâsıd El Felâsife, Tehâfüt- El Felâsife, Miyar- El İlm, Mihakkü’n- Nazar Fi’l Mantık, İhya’u Ulum’ud Din, El Münkız Min Ed-Delal gibi önemli eserler kaleme almış Gazali üzerine gerek Doğu gerekse de Batı dünyasında pek çok araştırma ve inceleme yapıldığını biliyoruz. Fakat söz konusu bu araştırmaların ekserisi, düşünürümüzü belirli noktalara bağlı kalarak ele almış. İmam Gazali’nin düşüncesinin şekillenmesinde kilit bir konum arz eden “şüphe” meselesine dair ise tafsilatlı çalışmaların oldukça sınırlı olduğunu görüyoruz. Şüphelerin “Hakka götüren şeyler” olduğunu belirten İmam Gazali’nin meseleye nasıl yaklaştığını incelemek, hem onun düşüncelerinin seyrini hem de nasıl şekillendiğini anlamak açısından ziyadesiyle önem arz eden bir konu olarak duruyor karşımızda.

Gazali ve şüphe meselesine dair çalışmalar her ne kadar az olsa da literatürü taradığımızda konuya dair birkaç çalışmanın, yazılmış birkaç kitabın olduğunu görmek mümkün. Söz konusu bu çalışmalardan bir tanesi de Mehmet Ayman’ın Çizgi Kitabevi’nden çıkan Gazali’de Bilgi Sistemi ve Şüphe adlı kitabı. İlk baskısı 1995 yılında yapılan kitabın nasıl bir çerçevede ele alındığını şöyle açıklıyor Ayman: “Gazali’nin düşünce safhalarında şüpheyi ne oranda kullandığını ve şüphe olgusunun onun fikri gelişmesinde, hakikate ulaşmasında, yakînî bilgiye ve imana kavuşmasındaki rolünü incelemeye gayret ettik.

Kitap, Gazali’nin hayatının ve eserlerinin genel hatlarıyla anlatıldığı kısa bir bölümle başlıyor. Sonrasında gelen “Genel olarak şüphe ve şüphecilik” üst başlıklı “Giriş” bölümünde ise kelimenin etimolojik kökeni, şüpheciliğin tarihsel gelişimi ve başlıca temsilcileri ele alınıyor. Bir nevi felsefe tarihi çalışması kıvamında olan bu bölümde; Antik Yunan’ın Protogoras, Gorgias, Pyrron, Karneades gibi şüpheci filozoflarının düşünceleri ve aralarındaki tartışmalar genel hatlarıyla masaya yatırılıyor. Bu bölümde antik dönemdeki şüpheciliğin; “akademi şüpheciliği”, “dialektik şüphecilik” ve “deneysel şüphecilik” olmak üzere üç alt başlıkta incelenmiş olmasının, meselenin tarihsel seyirde nasıl bir yol kat ettiğini anlaşılır kılmak adına oldukça faydalı olduğunu söyleyebiliriz.

Giriş bölümü dışında üç ana bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde ise Ayman, “Gazali’den önce İslâm dünyasında şüpheyi kullanan düşünür ve ekoller”i incelemiş. Bu bölümde, İhvan-ı Safa, Batıni lik, Mutezile, Sümeniyye ve Eşarilik gibi ekollerin şüphe olgusuna yaklaşımları hakkında bilgilere rastlıyoruz.

Gazali’nin fikri gelişiminin kronolojik bir portresi

Kitabın ikinci bölümü ise “Gazali’ye göre bilgi problemi” üst başlığıyla oluşturulmuş. Gazali’nin bilgi felsefesine ve şüphe olgusuna dair oldukça ayrıntılı açıklamaların bulunduğu bu bölümün, kitabın ana omurgasını oluşturduğunu söylememiz mümkün. Yeri gelmişken Gazali’deki şüphe fenomeninin bazı kesimlerce anlaşıldığı gibi imanî bir mesele değil tamamen bilgi sorunuyla alakalı, felsefi bir mesele olduğunu belirtelim. Mehmet Ayman’ın bu bölümün başında yaptığı şu tespitler, Gazali’de bilgi ve şüphe ilişkisinin mahiyetini göstermesi bakımından oldukça önemli: “Gazali’de şüphe olgusunun yerini, önemini, değerini anlamak için onun felsefi sistemini bütün olarak kavramak gerekmektedir zira şüphe olgusu onun hayatının kısa bir bölümünde değil tamamına yakın bir bölümünde kendini meşgul etmiştir. Gazali’nin şüphe ile bu derece iç içe yaşaması onun bilgi sistemini nasıl oluşturduğunu ve hangi kavramlar üzerine temellendirdiğini bilmeyi gerektiriyor.” Mezkûr bölümde Gazali’ye göre bilginin kaynakları; “deneyim ve duyuların tecrübesi”, “akıl”, “şüphenin konusu olmayan bilgiler” ve “şüpheye konu alabilen bilgiler” alt başlıklarında ve Gazali’nin eserlerine sıkça atıf yapılarak masaya yatırılmış. Bölümün göze çarpan bir diğer özelliği de Gazali’nin fikri gelişiminin hangi merhalelerden geçtiğinin ve içine düştüğü şüphe krizlerinden nasıl sıyrıldığının kronolojik bir portresini çiziyor olması.

Çalışmanın, “Gazali’nin hakikat arayışında şüphenin yeri” başlıklı üçüncü ve son bölümü ise Gazali’nin birinci ve ikinci dönem şüphesi olmak üzere iki alt başlıkta incelenmiş. Gazali’nin şüphesinin neden iki döneme ayrılarak incelendiğinin cevabı ise Ayman’ın şu tespitlerinde saklı: “Gazali’nin geçirdiği ilk dönem şüphesi tamamen yakînî bilgiyi ararken düştüğü kararsızlığın eseri olup, epistemolojik bir mahiyet arz eder. Pratik hayatına dair olumsuz bir yansıma bu dönemde göze çarpmaz. Fakat ikinci dönem şüphesi bir bilgi arayışının sonunda değil bilakis Gazali’nin yakini bilgiye ulaştığını söylediği dönemden sonra hakikati arayan fırkaların -kelam âlimleri, Bâtıniler, filozoflar ve sufiler- hangisinin hak, hangisinin batıl yolda olduğunu araştırdığı zamana rastlar. Gazali, bu araştırmalarının sonunda sufilerin yolunun kendi yaşam biçimine daha yakın olduğunu anlamış fakat kendisinin henüz bu yola girmeye hazır halde olmadığını fark edince ne yapması gerektiği konusunda kararsızlığa düşmüştür. İşte bu kararsızlık hali, pratikte birtakım sorunlar meydana getirmiştir onun için.”

Özgünlüğün olmadığı yerde özgürlük ne kadar mümkündür ki?

Ortaya attığı düşüncelerle gerek İslâm dünyası gereksede Batı dünyasında ismi en çok tartışılan mütefekkirlerden biri olan İmam Gazali’nin, şüpheye dair fikirlerinin orijinalliğinin mahiyetinden de söz ederek yazımızı nihayete erdirelim. İbrahim Agâh Çubukçu, “Gazali ve Şüphecilik” adıyla kitap olarak da yayınlanan doçentlik tezinde onun bu noktadaki özgünlüğüne şu şekilde atıf yapıyor: “Gazali’nin şüphesi bilgi nazariyesi bakımından orijinaldir. Gazali, sadece âlemin ilk sebebini yani Allah’ı aramakla yetinmemiş, gerçek ve doğru bilginin ölçüsünü de bulmaya çalışmıştır. Onun gerçek imana ve ruh sükûnuna varmak adına geliştirdiği ve uyguladığı metotlar kendine hastır ve bu İslâm düşüncesi bakımından orijinaldir. Akli zaruretleri kendi ifadesiyle; “Allah’ın göğsüne attığı bir nur sayesinde” kabul etmesi ise teolojik olduğu kadar felsefidir, yenidir ve bir sezginin neticesidir.”

Yazının başında da belirttiğimiz gibi tarih bizleri, ortaya yeni bir şeyler koyabilmek için kadîm düşünceye yönelmeye zorunlu kılan sebeplerle yüz yüze getiriyor. Kendi kadîm geleneğimizin ise en önemli temsilcilerinden biri olan İmam Gazali ve düşüncesine dair sağlıklı bir fikir sahibi olmanın yolu hem üstadın kendi eserlerini hem de onun hakkında yapılmış çalışmaları incelemekten geçiyor. Mehmet Ayman’ın “Gazali’de Bilgi Sistemi ve Şüphe” adlı kitabı da bu konuda meraklıları için başvurulması gerek bir çalışma olarak okurlarını bekliyor.

Beytullah Çakır