Türk yurdunun taç şehirlerinden Erzurum, asırların getirmiş olduğu yorgunluğa rağmen susamış gönüllere inşirah vermeye devam ediyor. Onda, Türk irfanının hikmetli soluklarını hissetmek güç değil. Erzurum, Türklerin ihya ve imar hareketlerinde bulunduğu ilk Anadolu şehirlerinden. Hem Beylikler Dönemi hem de Osmanlı için önemli bir konuma sahip olduktan sonra son olarak Millî Mücadele yıllarında inisiyatif almış ve Doğu cephesinde bir kale vazifesi görmüştür. Buradan hareketle Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal ve kültürel sürekliliğini Erzurum üzerinden değerlendirmek, Türk devletinin Türk yurdundaki varlık kodlarını daha sağlıklı bir şekilde ortaya koymamıza yardımcı olabilir.

Erzurum Kalesi’nde yer alan ve Tepsi Minare diye bilenen saat kulesinden Erzurum’u panoramik bir şekilde seyrederken bakışınızı çevirdiğiniz her yerde; ruhunuza sonsuzluk hissi verecek kubbeler, türbeler ve minareler yer almaktadır. Batılı gezginlerin İstanbul Boğazı ve tarihi yarımada için yaptıkları tasvirler, Doğu’da Erzurum’un bu şölen halindeki silüeti için de söylenebilir. Aziziye tabyalarından Türk devletini selamlayan ruhları üniformalı bir milletin ve Kurşunlu Medresesi’nde göklerin ilmine vâkıf olmaya çalışan ilim yolcularının size eşlik ettiğini idrak etmek, bir toprak parçasının nasıl Türk yurdu haline geldiğini bütün yönleriyle ortaya koyuyor.

Erzurum’da belki de her sokak, bir cami yahut bir çeşmeye ev sahipliği yapmak için arz üzerine kondurulmuş gibi. Klasik anlamda bir meydan camii veya önemli bir tarihî eser etrafında inşa edilen şehirlerimizden farklı olarak Erzurum, sadece Lala Paşa Camii ve Yakutiye Medresesi’yle sınırlı kalmayıp enerjisini, şehrin her tarafına yaymayı başarabilen nadir şehirlerden. Bir tarafta Çifte Minareli Medrese, bir tarafta Narmanlı Camii, bir tarafta Gürcükapı Camii, bir tarafta Taşhan, bir tarafta Üç Kümbetler, bir tarafta Cimcime Hatun Türbesi… Ve bütün bu güzellikleri, ikinci bin yılımızdaki kutlu yürüyüşümüzde susuz bırakmamaya ant içmiş, gelinlik kızları kıskandırır derecede süslenmiş çeşmeler… Tarih ve tabiatın Erzurum sokaklarındaki bu kucaklaşması, Türk devletinin Türk yurdunda ilelebet payidar olacağının en önemli delili.

Bunların yanında, ulu cedlerimizin camiler ve çeşmeler üzerinden günümüze ulaştırdıkları hikmetli mesajlara kulak kesilmek gerek. Özellikle birçok cami girişinde karşınıza çıkan çift kapılar, bütün fanilerin gelip geçmeye mecbur olduğu “iki kapılı han”ı hatırlatıyor. Yûnus’un asırlar öncesinden coşkun ırmaklara, beyaz güvercinlere, aziz bozkırlara, bağrı yanık ozanlara emanet ederek bize armağan ettiği deyişleri, Anadolu’da mimariye hayat pınarları sunuyor. Erzurum camilerinin çift kapılı olması, belki de dünya-ahiret, ruh-beden, yaşam-ölüm ikiliklerini ifade ediyor. Fakat taşları bile ibadet etme şerefine ulaştıran medeniyetimiz, kalbinizi bu ikiliklerden kurtararak tevhidin gölgesine ulaştırıyor. Erzurum için “Mülk-i İslâm’ın kilidi” tarifini yapan büyük ruhlu veliler, derin bir hakikate işaret ediyor…