Oğuz'un yiğit evlatları, âleme nizam vermenin yüksek bir medeniyet anlayışı ve dört başı mamur bir dünya görüşüyle mümkün olduğunun elbette farkındaydı. Bilge Kağan'ın Türk milletine dair öğütlerinin bengü taşlara veciz ifadelerle, ebediyete inanmış bir ruh ve sanatın gücüyle nakşedilmesini takiben başlatabileceğimiz bu medeniyet süreci, günümüze kadar arz üzerinde eşsiz harikalar meydana getirmiştir. Türklerin politikadan edebiyata, dinî ilimlerden felsefeye, matematikten astronomiye, ticaretten sanata kadar hayatın hemen her alanında insanlık tarihine bulunduğu katkılar, onların kainattaki ilahî düzeni dünyaya taşıma gayretlerinin bir ifadesidir. Dolayısıyla cihan hakimiyeti mefkûresi, Türkler için yalnızca siyasî bir amaç değil topyekûn bir uygarlık hareketidir.

Horasan erenlerinin, alplik mes'uliyetini de zırhlanarak Adriyatik'e uzanan kutlu yürüyüşleri, bu yürüyüş boyunca geçtikleri her karış toprağı bir vatan parçası hâline getirmenin onuruna vesile olmuştur. Malazgirt Zaferi'nden sonra birer başkent sayılabilecek ve bugün dahi önemini koruyan Erzurum, Sivas, Kayseri gibi şehirlerin kısa sürede inşa edilmesi, Türklerdeki medeniyet kodlarının ne denli güçlü olduğuna en önemli delillerdendir. Onlar, esasen birer şehir değil yeri geldiğinde diriliş tohumlarının atılabileceği ve her birini tek başına bir devlet kabul edebileceğimiz Türk yurdu meydana getiriyorlardı. Nitekim Haçlı seferleri, Moğol istilası, Şii-Safevi fitnesi, 1. Cihan Harbi gibi büyük saldırılar, bu güçlü yapı sayesinde her defasında bertaraf edilmiştir. 1. Kılıçaslan, Yûnus Emre, Yavuz Sultan Selim, Nene Hatun gibi parlak simalar bu yapının yetiştirdiği peygamber ruhlu kahramanlardandır.

Anadolu'nun Türk yurdu hâline gelmesinde ve ebedî bir Türk devletinin kurulmasında en önemli pay, hiç şüphesiz Anadolu Selçukluları’nındır. Devamında Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu sağlam bir zeminin ortaya konması, bu döneme rastlar. Onlar yukarıda bahsettiğimiz şekilde bir medeniyetin inşa edilmesinde her türlü inisiyatifi almışlar, imar ve ihya hareketleriyle ebediyete kanat çırpmışlar, çift başlı kartalın bir tarafını Balkanlar’a bir tarafını Orta Asya'ya çevirerek doğunun ve batının hükümranlığını elde etmişlerdir. Mabet görünümlü medreseleriyle eğitim, huzurun ve emniyetin tesis edildiği kervansaraylarıyla ticaret, Alaaddin Keykubat ve Celaleddin Karatay gibi feraset sahibi devlet adamlarıyla siyaset, Divriği Ulu Camii ve Döner Kümbet'iyle sanat, Turan Melik ve Gevher Nesibe darüşşifalarıyla sağlık, Mevlana ve Hacı Bektaş'ıyla din hayatının zirve noktalarında hep Selçuklu'nun eserleri vardır.

Doğuda Anadolu'nun giriş kapılarından Erzurum'daki Çifte Minareli Medrese ve batıda bütün bir Akdeniz'i kucaklayan Isparta'daki Ertokuş Medresesi, Selçuklular’ın vatanın her karış toprağını maarifin faziletleriyle süslediğini göstermektedir. Tokat'ta Yağıbasan, Sivas'ta Şifaiye, Kayseri'de Sahabiye, Konya'da İnce Minare, Mardin'de Kasımiye, Kırşehir'de Cacabey Medreseleri, tarihin karanlıklara büründüğü günlerde bilim ve hikmetin ışıklarını dünyanın her tarafına yayma gayretindeydi. Bu medreseler yalnızca dört duvardan ibaret olmayıp heybetli ve abidevi duruşlarıyla çeşitli figür ve süslemeleriyle bugün akademisyen ihtiraslarına mahkûm edilen irfanımıza bir soluk getirecek zenginliğe sahiptir. Türk-İslam mimarisinin de eşsiz örneklerinden olan bu medreseler, ruhun ihtiyaçlarını gidermeyip yalnızca maddî gelişmişliğiyle kıymeti ölçülen üniversitelerimizin içler acısı durumunu gözler önüne sermektedir.

Medreselerinde İlahî âlemlerin kapısını açan Selçuklular, camileriyle de manifesto niteliğinde eserler ortaya koymuşlardır. Yine medreseler gibi her şehrin kalbine kondurdukları ulu ve selatin camileriyle ruhun gıdasını temin etmeyi başarmışlardır. Özellikle Anadolu'nun El-Hamrası olarak nitelenen Divriği Ulu Camii, insanı hayretler içerisinde bırakarak sanki göklerde inşa edildiğini ifade ediyor. Esasen Divriği, bir yandan Moğol bir yandan Haçlı zulmüne isyan ederek her türlü kötülüğe rağmen iyinin ve güzelin peşinde olduğunu haykırıyor. Her ne kadar içe kapanışın ve bir nebze ümitsizliğin varlığı hissedilse de Divriği, o buhranlı günlerde bile maveraya uzanmayı amaç edinerek günümüze ulaşmış ve sonsuzluğun kanatları altına sığınmıştır. Onun ihtişamı, Türk devletinin otoritesini; kapılarındaki namaz kılan insan figürleri, taşlarla birlikte Allah'a boyun eğişi; cennetten bir parça olan mimarisi ise Türk-İslâm medeniyetinin ulaştığı erişilmez seviyeyi terennüm ediyor.

Eğitim ve dinin yanında ruh-madde birlikteliğine önem vererek, ticaret ve ekonomi alanında da zamanın ötesine geçen Selçuklular, onları ahlâkın koruması altına almıştır. Ahi teşkilatı sayesinde ticari ahlâkı toplumun geneline yaymayı başarmaları, Anadolu'nun güvenli bir liman haline gelmesine neden olmuştur. Ahiliğin yanında dünyada bir benzerini göremeyeceğimiz kervansaraylar ise İslâm dininin öğretileriyle kucaklaşarak Anadolu'da huzur ve emniyeti her yönden tesis etmiştir. O dönem için kısa sayılabilecek aralıklarla inşa edilen bu kervansaraylarda, sosyal devlet anlayışı gereğince ücretsiz bir şekilde birçok hizmet verilmekteydi. Kervanlar için hem bir pazar hem de bir dinlenme tesisi konumunda olması hasebiyle, Anadolu müreffeh ve emin bir belde haline gelmiştir. Aksaray'da Sultanhanı, Kayseri'de Karatay, Konya'da Zazadin, Kırşehir'de Cacabey, Nevşehir'de Saruhan, Burdur'da Alara, Tokat'ta Mahperi, Erzincan'da Mama Hatun, Denizli'de Akhan, Yozgat'ta Çinçinli, Afyon'da İshaklı, Maraş'ta Eshab-ı Kehf gibi Anadolu'yu baştan başa kuşatan bu kervansaraylar, ekonomi tarihinin de en gözde dönemini teşkil etmektedir.

Görüldüğü üzere Anadolu Selçukluları, masal diyarlarını andırır güzellikte insanı büyülemeye devam ediyor. Ahmed Yesevi Ata'nın yoğurduğu bu maya, Anadolu Selçukluları’yla birlikte mükemmel bir seviye ulaşmış ve asırları aşarak hâlen dünyamızı aydınlatmanın saadetini elde etmiştir. Mevlana derin tefekkürüyle, Yûnus Emre müjdeleriyle, Celaleddin Karatay basiret ve ferasetiyle, Divriği Ulu Camii ihtişamıyla, Çifte Minareli Medrese faziletiyle, Sultanhanı Kervansarayı vakarıyla medeniyetimizi ilahî nizama armağan ediyor. Türk devleti, Türk yurdundaki bu tohumlar sayesinde her gün yeşermenin bahtiyarlığını yaşıyor. Anadolu kuşları sonsuzluğa kanat çırparken kalbimiz, bin yılın heyecanıyla çarparak yeni bin yıllara hazırlanıyor.