Yaşadığımız hayat bizlere sıradışı bakış açısına yönelmemizi gönderdiği işaretleri ile sunuyor. Hayatın her alanında olduğu gibi bu yönelim, edebiyatta da kendine fazlasıyla yer buluyor. Sübjektif bir pencereden kendi iç dünyasının sesini sanatın özgünlüğü ile buluşturan kalem sahipleri daha ilgi çekici olabiliyor. Onların yazdıkları hız ve haz çağında, akıl çelen bütün ışıkların ötesinde kendine daha fazla yer bulabiliyor.
İmran Elagöz Taşkın’ın Şule Yayınları arasında çıkan Kusurlu Heykel adlı kitabını okurken düşündüm bütün bunları. Bir ilk kitap Kusursuz Heykel. Dergilerden aşina olduğum bir isim Taşkın. Kitap, uzun öykü özelliklerini barındıran niteliklere sahip. Bir solukta okunan ve uzun süre tesiri devam eden bir anlatıma sahip. Kitap, adından başlayan merak unsurunu son sayfaya kadar sürdürüyor.
Ölümü heykelin gözlerinde görmek
Kitabın ismi Kusurlu Heykel olunca akılda canlanan çağrışımlar girişteki ayet ile farklı bir yöne doğru eğriliyor. “Hanginizin davranışça daha iyi olduğunu deneyerek göstermek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O, güçlüdür, çok bağışlayıcıdır.” (67/2) Heykel ve ölüm bu kez yan yana yer alıyor zihinlerde.
İçerik ve anlatım olarak zengin bir kitapla karşı karşıyayız. Fantastik ögelerin ağır bastığı, ironinin sık sık zihinleri yokladığı Kusurlu Heykel, bir heykelin gözünden hayata, insanlara, ölüme bakışı işliyor.
Adını öyküden öğrenemediğimiz ama bir zamanların meşhur bir şair-yazarı olduğunu anladığımız kişi için yapılan heykelin yaşadıklarını yine heykelin anlatımıyla öğreniyoruz. Öyküde anlatıcı, heykel. “Bir ölüm yıldönümümde diktiler heykelimi.” Yazarın sonsuzluk aleminden şahitlik ettiği ve heykelin de birebir yaşadığı olaylar geçmişle günümüz arasında gidiş gelişler sunarak bizleri bir zaman makinesinde yolculuğa çıkarıyor.
Aşama aşama ilerliyor öykü. Heykelin yapılışı, yerleştirilişi ve başına gelen birbirinden ilginç olaylar yazarın anlatımıyla soluk soluğa okunan bir maceranın içine çekiyor bizi.
İmran Elagöz Taşkın’ın kelimelere ve ifadelere hakimiyeti ortaya sağlam bir kurgu çıkarmış. Öykünün oturduğu iskelet o kadar sağlam ki baştan sona kadar sekteye uğramadan ilerliyoruz bir maceranın ortasında.
Heykelin parmaklarının kesilip elindeki şapkayla birlikte çalınması, yerinden sökülmesi, başına geçirilen kavukla farklı bir kimliğe bürünmesi, daha sonra bir mezarlığa yerleştirilmesi ve orada her an ölümle burun buruna gelmesi bol ironili ve göndermeleri olan bir anlatımla yer buluyor kitapta. Taşkın, hassas konulara öylesine derinlikli göndermeler yapıyor ki öykü bir anda sarsıcı bir kimliğe bürünüyor.
“Bu Frenk adetlerini sen benden iyi bilirsin,” diyerek eşine kavalyelik etmemi rica etmişti bir arkadaşım. Bu kıskanç adamın zevcesini emanet edecek kadar bana güvenmesine hem şaşırmış hem memnun olmuştum.
Mezarlık yeri beğenmeye gelenlerin halini ve bir pazarlamacı titizliği ile mezar yerini satmaya çalışan emlâkçının hallerine de şahit oluyoruz yeniçağın modern çıkmazını yaşayan insanların hayatında.
“Güney cephe olduğu için her mevsim güneş alır,” dedi. Lüzumsuz lakırdıydı, aldığı güneşin ölüye ne faydası vardı. Acele karar vermişim. “İsterseniz ağaç dikebilir, çiçek ekebilirsiniz,” diye sözünü tamamladığında bunun diriler için mühim olduğunu anladım. “Şu manzaraya bakın lütfen! Uçsuz bucaksız, yemyeşil, çiçeklerle dolu her taraf! Harika bir peyzaj!” dedi ve kısa bir an sustu.
Alanına hakim bir yazar İmran Elagöz Taşkın. Yazarlığının bütün inceliklerini kullanırken ihtisas yaptığı alanın da toplum nazarındaki eğreti duran yanlarına göndermeler yapmayı ihmal etmiyor. Hakim bakış açısı öyküye bir sahihlik de kazandırıyor.
“Hacı Mehmet Ağa’nın sene-i devriyesinde Kur’an okuyan hafız, Safinaz Hanım’ın büyük oğluna yaklaşarak kulağına bir şeyler fısıldadı. Telkin yapmak istiyordu. Merhumenin Münker- Nekir melekleri geldiğinde tek başına, yardımsız kalmasına gönlü razı olmamıştı. Kabir sualleri başladığında yukarıdan duyduğu sesler muhakkak ona cesaret verir, cevapları hatırlamasına yardım ederdi.”
Modernizmin çıkmazları
Kusurlu Heykel, yaşadığı çağla savaşan ve modern ile gelenek arasındaki çizgide gidip gelen bir ruh halinin kitabı. Bir yanda bütün gerçekliği ile ölüm dururken yanı başımızda, öbür yanda patlayan flaşlar, mezarlıkta selfie çeken gençler, mezar taşlarının üzerinde kurulan çilingir sofraları, magazincilerin akın ettiği mezarlıklar arz-ı endam etmeye devam ediyor. Tezatlıkları içsel bir kurgu ile sunuyor Taşkın. Bu da bir ilk kitap olan Kusurlu Heykel’i dikkate değer bir eser konumuna getiriyor.
Öykünün oldukça sürpriz bir sonu var. Heykelin hal-i pür melâlini merak edenler için Kusurlu Heykel okuyucularını bekliyor.
İmran Elagöz Taşkın’ı bu ilk kitabındaki başarılı anlatımından dolayı kutluyorum. Aradan yıllar geçse de bir yüz akı olarak hayatında yer edecek Kusurlu Heykel’i yeni kitaplarının takip etmesini diliyorum.