Gezi yazıları, seyyahın gittiği yerleri görmeyen okurlar için önemli bir kaynak. Bir de yazarın kullandığı dil didaktik değil de okuru içine alan bir dilse, malum mekânların, ülkelerin kültürünü okuruna sıcak bir yaklaşımla aktarıyorsa bu yazılar daha değerli oluyor.
Elimizde gezi yazılarının derlendiği önemli bir kitap var. Akif Emre’nin yazdığı, Büyüyen Ay yayınları arasında çıkan Çizgisiz Defter adlı kitap… Akif Emre’nin gezi yazıları Endülüs, Rumeli, İran, Erbil- Bağdat, Afrika ile Batı ülkelerinin bir kısmını kapsıyor.
Moriskolar kimdir?
Endülüs Emevi Devleti, Batı Avrupa’da uzun yıllar yaşayan tek Müslüman devletti. Önemli mimari, edebi eserler yaptılar. Bu eserlerin bir kısmı tarihe karıştı, bazıları günümüze kadar geldi. Akif Emre, bu Endülüs coğrafyasında dolaşırken bazı köy isimlerinin bile değişmediğini söylüyor. Mesela Al Modavar, Arapça. Yalnız bu köylerin önemli bir kısmı eski Morisko köyleri… Peki, Morisko nedir: Moriskolar, 16. yüzyılda Endülüs’ün yok edilme sürecinde Müslümanların ve Yahudilerin İber yarımadasından sürülmesi üzerine vatanları İspanya ve Portekiz'den ayrılmamak için Hıristiyanlığa döndürülmeye çalışılan Müslümanlardır. Akif Emre’nin anlattığına göre, “İspanya’da kalan Moriskolar hayatta kalabilmek, engizisyon işkencelerinden ya da köleleştirilmekten kurtulmak için Hristiyan görüntüsü altında varlıklarını korudular.” (S.27)
Peki, bu süreç nasıl işlemiş? 1402’de Gırnata düştükten sonra Müslümanların ve Yahudilerin dini hakları garanti altına alınıyor. Fakat bu, kısa bir süre sonra bozuluyor. Yahudilerin bir kısmı malum, 2. Bayezıd döneminde Osmanlı’ya geliyor. Burada yaşayan Müslümanlar ise ya katledilme ve ya da zorla Hristiyanlaştırma ile karşı karşıya kaldı. Arapça konuşmaları, İslami giysiler giymemeleri gerekiyordu; İslam’ı ima eden her türlü davranış ve âdet engizisyonda yargılanmaları için yeterli bir sebepti. Eğer Müslüman topraklara gitmeyi seçerlerse 10 yaşından küçük çocuklarını bırakmak zorundalar ama Katolik bir ülkeye giderlerse çocuklarını alabileceklerdi. Akif Emre, Braudel’in, bu yaklaşımı “bir medeniyet öfkesi” olarak tanımladığını hatırlatıyor bize. İspanyollar bunu hayata geçirdi ve evet, yıllar sonra Yahudilerden özür diledi, peki ya Müslümanlardan?
Endülüs’ün ruhunu bulmuş kadar sevinmiş
Akif Emre, Tanca şehrinde Endülüs izlerini aramış. Özellikle İbn-i Batuta’nın mezarını… Lakin ilk etapta mezarın yerini bilen birisine rastlamamış. Bu mezar arama sürecinde yazar, “Doğu ve Batı, Afrika ve Avrupa sanki burada buluşuyor,” diyerek bölgenin çok kültürlülüğüne vurgu yapıyor. Yazar, uzun uğraşlar sonucu mezarı bulduğunda, Endülüs’ün ruhunu bulmuş kadar sevindiğini belirtiyor. Bu mezar arama sürecinde, İspanyol müzisyenlerle karşılaşmış. Endülüs döneminde kullanılan enstrümanlar imal ediyorlar. Ud, kanun… Yazar burada önemli bir soru soruyor: “Endülüs’le Osmanlı arasında bilimsel, kültürel ilişkiler olmuş; oradan çok şey almış Osmanlı. Fakat müzik tarihçileri, medeniyetimizin iki ucu arasındaki müzik etkileşimi konusunda ne derler?” (S.31)
Kudüs’ü okurlarıyla paylaştığı kısımlarda yazar burada bir çekim yapma sürecinde İsrail’in yaşattığı sıkıntıyı hatırlatıyor. Bununla beraber sonrada Müslüman olan yazar Garaudy’nin ekseninde Kudüs’ü ve yine burada geçirdiği Ramazan’ı öznel ve samimi bir dille okurlarıyla paylaşıyor.
Makedonya’dan Patani’ye
Rumeli’yle ilgili gezisini yaparken Akif Emre not defterine şu önemli satırları düşmüş: “Yunan Devleti çıkarttığı bir yasa ile ülkedeki tüm minareleri yıkacaktır. Tıpkı Türk propagandası yapıyor gerekçesi ile Rebetika şarkılarının yasaklanması gibi. Sözleri Rumca ve Türkçe olan ama besteleri ortak Türk müziğinin şarkılarını Ege’nin karşı kıyısına taşıyan mübadiller çok etkilendi bu yasaktan. Ne tuhaftır ki, aynı dönemde Türkiye’de de Türk müziği yasaklanmıştı.” (S.109) Ulus- devletin kurulma sürecinde, ‘öteki’nin düşman edildiği bir zamanda, geçmişte birlikte yaşanan unsurlara saygı gösterilmemesine başarıyla dikkat çekiyor Akif Emre. Yazar, bu konuda şuna dikkat çekiyor. Osmanlı’ya karşı oluşan ulus devletler ve ulus kimlikleri hükmedici oldukları kadar saldırganlaştırıcı bir sonuç doğuruyor. Yazara göre Osmanlı ile barışmadan ne bir yeni kimlik ne de Balkanlarda yeni bir düzen kurulabilir. Yazar, bu iddiasını Makedonya üzerinden somutlaştırmaya çalışmış. Yazar, buna benzer iddiasını Tayland gezisinde yineliyor. Evet, burada Osmanlı izleri yok fakat Batılılaşma adı altında yapılanlar neticesinde diğer azınlıkların durumu çok da iyi değil. Siyasal bir yalnızlık içindeler, yazara göre. Akif Emre, burada, Patani’de Müslümanların karşılaştığı ayrımcılıkları detaylandırarak anlatıyor.
Yazar, İran’la ilgili gözlemlerini anlatırken İran’ın ekonomik olarak büyüdüğünü anlattıktan sonra, halkın Türklere olan sempatisine değiniyor, İsfahan ile İstanbul’daki eserleri kıyaslıyor. Tahran gezisinden sonra, Şiilerin abartılı törensel durumlarına değinen yazar, siyasal anlamdan dünyada kendileriyle ilgili olumsuz bir durum ortaya çıktığında toplumun nasıl birbirine kenetlendiğini okurlarına aktarıyor.
Akif Emre’nin gezi notları İslami hassasiyetle Avrupa’yı, Asya’yı, Ortadoğu’yu fotoğraflarla görmek ve okumak isteyen okurlar için keyifli bir kitap…
Sedat Palut