Bir yönetmen veya roman yazarı bana Osmanlı hanedanından kimin hayatını film yapayım veya yazayım diye sorsa hiç düşünmeden Cem Sultan derdim.
Neden mi?
Açıklamaya çalışayım.
Cem Sultan öyle birkaç satırla anlatılacak sıradan bir şehzade değil. Şehzade olarak bilinse de aslında o bir sultan. Diğer şehzadelere pek verilmeyen sultan lakabının onda ne güzel durduğunu görmüyor muyuz? Ha isminin önünde ha ardında ne fark eder!
Çünkü şehzadeler bir yandan silahşorluk ve binicilik talimleri alırken öte yandan devrinin en büyük âlimlerinden ve şairlerinden ilim ve kültür tahsil ederlerdi. O yüzden Konya’ya gittiğinde çevresinde Sa’dî-i Cem, Haydar, Sehâyî, La’lî, Kandî ve Şâhidî gibi şairleri topladı.
Cem Sultan bu şairlerden bir kısmı ile sadece yediklerini, içtiklerini değil kaderini de paylaştı. O yüzden onlara “Cem Şairleri” dendi. Böyle bir dostluğun ikinci bir örneği var mı bilmiyorum.
Cem Sultan’ın hayatı aslında 1481’de ağabeyi Sultan II. Bayezid karşısında yenilip, yurdunu terk etmesiyle başlar. Hayatının sonuna kadar artık onun payına gurbet, sıkıntı, keder ve hasret düşmüştür. İçinde bulunduğu durumu ve yaşadıklarını hasret ve hicran kokan şiirleriyle dile getirir, anlatır.
Cansız bedeninin ancak ölümünün ardından gelebildiği vatanının kokusu, cihanın bir harabezarında misafir olan Cem Sultan’ın sadece burnunda değil gözünde de tütmektedir:
Can dimağına erip bûy-ı vatan
Dildiler kim görüne gözüne rûy-ı vatan
(Vatan kokusu can dimağına erişince gönül, vatanın yüzünü görmeyi arzular.)
Artık yenildiğini kabul eden Cem Sultan, kendisini affetmesi umuduyla ağabeyine 74 beyitlik “Kerem” redifli kasidesini gönderir.
“Kerem” redifli bir başka kasideyi Ahmet Paşa kendisini affetmesi için Fatih’e yazmış ve Fatih onu affetmişti. Ama Bayezid kardeşini affetmez. Aslında affedilmeyen kardeş değildi, padişah olma sevdasına düşmüş ve bu uğurda savaşmış bir rakipti.
Yoksa sadece bir kardeş olsa, yumuşak huyluluğuyla bilinen Bayezid kesinlikle affederdi kardeşini. Bayezid de Cem Sultan gibi iyi bir tahsil görmüştür ve onun gibi şiirler yazan bir şairdir. Aralarındaki fark Sultan lakabının onun isminin önünde olmasıdır.
İkisi de şair olan iki şehzade kavga eder de araya şiir girmez mi? Şiirde de birbirleriyle yarışmazlar mı? Yarışmışlar, karşılıklı şiir yazmışlar birbirlerine, atışmışlar. Devrin kaynaklarında, Cem Sultan ile Sultan Bayezid arasındaki karşılıklı söylenen birkaç beyitten söz edilir.
Cem Sultan yenilince Kahire’ye geçer. Oradan da hac için Harem-i Şerif yollarına düşer. Yolda iken bir kıta yazıp ağabeyine gönderir. Ağabeyine, sen her zaman güller gibi gül döşeklerinde zevk ve safa içinde mesut ve bahtiyar yatarken benim taşı yastık, toprağı döşek yapmamın sebebi nedir, diye sorar.
Sen bister-i gülde yatasın gül gibi her dem
Ben taş gibi toprak döşenem bari sebeb ne?
(Sen gül gibi her zaman, gül yatağında yatarken, ben niye taş gibi toprak döşeneyim?)
Ağabeyi bu soruyu cevapsız bırakacak değil elbet. Çünkü ezel gününde Allah, kullarının paylarını taksim ederken Bayezid’e gülden döşeklerde yatmak, tahta oturmak, devletin başına geçmek düşmüştür.
Cem Sultan’ın bunu bildiği hâlde takdire rıza göstermeyip isyan etmesinin ve günaha girmesinin sebebini sorar bu defa Sultan Bayezid kardeşine;
“Çün rûz-ı ezelî kısmet olmuş bize devlet
Takdire rıza virmeyesün buna sebeb ne”
Cevabı verdikten sonra sataşma sırası Sultan Bayezid’e geçer. Evet, kader Cem Sultanı tahta oturtmamıştır ama gayretleri de görmezden gelmemezlik yapmamış! Kendisinden sonra gelenlerin ona sultan demelerine ve bir sultan gibi anmalarına da izin vermiş! Kardeşine der ki ey güzel kardeşim, bak benim çok isteyip de gidemediğim en güzel yer olan Mekke ile Medine’ye gidiyorsun, üstelik oralara gidebildiğin için de övünüyorsun. Hem oralara gitmek, Kâbe’nin kapısına yüz sürmek, Hz. Peygamberin (s.a.) kısa süreli olsa da komşusu olmak için yolculuğa çıkan bir insanın bu dünya saltanatı için hâlâ uğraşması ve talepte bulunması doğru bir şey midir?
“Haccü’l-Harameynem diyüben da’vi kılursın
Bu saltanat-ı dünyeye pes bunca taleb ne”
Cem Sultan ağabeyinin bu sorusunu cevapsız bırakacak değildi herhalde. Bu dünyadaki kavgaların adaletli olması gerekir, der. Adeta ağabeyinin mahlasının “Adlî” olmasını da hatırlatarak onun adil olmadığını söyler. Ne yani der, hacca gittik diye dünyadan elimizi, eteğimizi çekecek miyiz?
Keşişler gibi bir yere kapanıp ibadetle mi geçireceğiz günlerimizi. Takdir-i ezele boynumuzu eğeriz ama gayrete de aşığız, tadında şu beyti söyler:
“Bu meşgale-i dünye ola ‘adle mukârin
Haccü’l-Harameyn anı taleb kılsa aceb ne”
Sultan Bayezid’in kardeşine cevap verip vermediğini bilmiyoruz, çünkü elimizde ancak bu iki beyit var. Ama bildiğimiz takdirin Cem Sultan’ın gayretlerine, ecelin de onun emellerine güldüğüdür.
Evet, kader Cem Sultan’ı tahta oturtmamıştır ama gayretleri de görmezden gelmemezlik yapmamış. Kendisinden sonra gelenlerin ona sultan demelerine ve bir sultan gibi anmalarına da izin vermiş.
Biz de buradan seslenelim:
Ey Cem Sultan! Sen bizim gönüllerimizin sultanısın.