Ülkemizde hatırı sayılır bir okuyucu kitlesine sahip bulunan Lübnanlı yazar Amin Maalouf’un en çok ilgi gören eserlerinden birisi de Doğu’nun Limanları isimli romanıdır. İlk baskısı 1996 yılında yapılan romanın elimdeki 34. baskısının tarihi Ekim 2006’dır. Bu baskının çevirisini Saadet Özen yapmış. Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlanmakta olan romanın bugün 72. baskıya ulaştığını görüyoruz. Bu da esere duyulan ilgiyi gösteriyor zannederim.

Doğu’nun Limanları’nda tarih var, kimlik var, aşk var, aidiyetler var. Bütün bunlar romanda iç içe geçmiş durumda. Kimlikler, aidiyetler üzerinden ayrışma yapmanın nasıl tehlikeli boyutlara vardığı, ne gibi yıkımlara sebep olduğu, nasıl bitmeyen savaşlar çıkardığı, yakınları uzak eden yıkılmaz sınırlar oluşturduğu, roman kahramanı olan İsyan Kitabdar’ın hayatı üzerinden çok canlı bir şekilde anlatılıyor. Tarihi olayların bu yöndeki yansımalarını çok net olarak gösteriyor Doğu’nun Limanları bize. Adana’da Türk-Ermeni çatışmasıyla başlayan hadiseler, Lübnan’a, Beyrut’a uzanıyor ve oradan da Fransa’ya ve Paris’e kadar gidiyor. Roman yirminci yüzyıldaki Doğu Akdeniz’in, yani Lübnan’ın ahvalini anlatıyor bir yerde. Lübnan, Osmanlı tebaası olan azınlıkların; Türklerin, Arapların, Ermenilerin, Yahudilerin ve Rumların barış içinde bir arada yaşadıkları, bu dillerin konuşulduğu bir yerdir.

Roman, Amin Maalouf’un, roman kahramanı olan İsyan Kitabdar’ın hayat hikayesini anlattığı notlarından oluşmaktadır. Maalouf, İsyan Kitabdar’la karşılaşmasını da, “1976 Haziranı’nda Paris’te, metroda tesadüfen çıktı karşıma. “İşte o!” diye mırıldandığımı hatırlıyorum. Görür görmez tanımıştım.” sözleriyle dile getiriyor.

Ermeni Nubar ve Türk Kitabdar’ın dostluğu

Romanın kahramanı olan İsyan Kitabdar’ın babası Osmanlı asilzadesidir. Babaannesi Osmanlı hanedanına mensuptur. Adana’da yaşamaktadırlar. Babasının Adana’daki konağı, azınlıklardan muhtelif insanların uğrak yeridir. Hocaları da aynı şekilde Ermeni, Yahudi veya Polonyalı’dır. Babasının en iyi arkadaşı Ermeni Nubar’dır. 1900’lerin başlarında Adana’da çıkan Türk-Ermeni olayları romandaki hadiselerin başlangıcı olur. Ermeni Nubar, Türk dostunun evine sığınır. Daha sonra da dostu Kitabdar’ı ikna eder ve Lübnan’a yerleşirler. Nubar, kızını Türk arkadaşına verir ve onunla evlendirir. Düğün, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde 1914 yılında olur. Muhteşem bir merasim tertip edilir. İsyan Kitabdar’ın, ‘‘Belki de tarihte Türklerle Ermenilerin kol kola dans edip şarkı söyledikleri son şenlik oldu bu’’ sözleri hadiselerin nasıl bir seyir almaya başladığını işaret ediyor gibidir. O zamanlar Lübnan Dağı Valisi olan Ohannes Paşa’da düğüne katılanlar arasındaymış. Düğün münasebetiyle yaptığı konuşmasında birlik ve beraberliğe vurgu yapmış Paşa. Bu konuşma, İmparatorluğun nasıl hassas bir süreç içinden geçtiğini çok güzel yansıtıyor. İsyan Kitabdar bu konuşmayı şöyle naklediyor: “Yaşlı bir Osmanlı memuru olarak bu vesileyle İmparatorluk topraklarında yaşayan cemaatler arasındaki kardeşliğin canlanmasıyla ilgili bir nutuk söylemişti –“Türkü, Ermenisi, Arabı, Rumu, Yahudisi, hepsi Sultan’ın yüce elinin birer parmağı”- ve uzun uzun alkışlanmıştı.”

Babam Türk, annem Ermeni’ydi

İsyan’ın babası, İsyan’ın direnişçi olmasını ister ve bu yüzden ismini İsyan koyar. İsyan’da tıp okumak ister ve bunun için Fransa’ya gider. Başarılı bir öğrencidir. Fakat Fransa İkinci Dünya Harbi sebebiyle Alman işgali altındadır. İşgale karşı direniş için örgüt kurulur. İsyan kendini bu örgütün içinde bulur. Doğulu ve Lübnanlı olmasına rağmen Fransa’nın özgürlüğü için mücadele eder. Örgütte Yahudi bir kız olan Clara ile tanışır. Clara’da Fransa’da tahsil yapmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’nda o da ailesini kaybetmiştir. Tanışıklık aşka dönüşür ve en sonunda evlenirler. İsyan’ın, kod adı Bertrand olan örgüt liderine anlattıkları, farklılıklar hakkında nasıl bir düşünceye sahip olduğunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir. İsyan, ırkçılıktan ve ayrımcılıktan nefret ettiğini söyler ve şöyle devam eder: ‘‘Babam Türk, annem Ermeni’ydi; felaketlerin ortasında el ele tutuşmalarını sağlayan, düşmanlığı beraberce reddetmeleriydi. Bu bana da miras kaldı. Vatanım bu işte.’’

Barışçıl görüşleri yüksek sesle söylemek bile imkansızdı

Arap İsrail Savaşları, Filistin’de Araplar ve Yahudilere ait iki devlet kurulacağı haberlerinin sıkça telaffuz edilmeye başlanması, bölgede büyük huzursuzlukların ve bitmeyecek olan düşmanlıkların başlangıcını teşkil eder. İsyan’ın, “Yıl 1947. Hınç öyle bilenmişti ki, barışçıl görüşleri yüksek sesle söylemek bile imkansız hale gelmişti” şeklindeki ifadeleri yaşanan durumun vehametini yansıtıyor. Hayatındaki dönüm noktası olur bu hadiseler aynı zamanda. Bundan sonra babasının rahatsızlanması, karısı Clara’yı Hayfa’da bırakarak Beyrut’a gelmesi, uzun yıllar ayrı kalmaları, hep bu gelişmelerden sonra olur. İsyan için trajik geçen bir hayat başlamıştır artık. Arap - İsrail savaşları, çatışmalar sebebiyle karsından ve daha sonra olacak çocuğundan uzun yıllar ayrı kalır. Bu arada kardeşi Salim, abisi İsyan’ı babasının ölümü sebebiyle rahatsızlandığı için tımarhaneye yatırır. Yirmi yıldan fazla kalır burada. Karısı Clara’yla iletişimleri çok fazla değildir. Hatta İsyan’ı üzücü bir şekildedir. Tımarhane’den kurtulduktan sonra, Paris’te Clara’yla buluşmalarıyla sona erer roman.

Doğu’nun Limanları bize birçok mesaj veriyor. İsteyen aşk teması üzerinden değerlendirebilir romanı, isteyen tarihi hadiseler üzerinden veya romanın trajik bir hale büründüğü bölüm olan İsyan’ın klinikte geçen hayatındaki iç hesaplaşması üzerinden. Zaten bütün bunlar iç içe geçmiş durumdadır eserde. Ben de, kendimce şöyle bir sonuç çıkardım. Belki yanılıyor da olabilirim.  Yazar da böyle bir mesaj vermek istemiş midir bilemeyiz. Osmanlı sonrasında, Osmanlı coğrafyasında yaşayan birçok farklı etnik, dini ve kültürel mensubiyetin, Osmanlı’dan sonra nasıl parçalanmışlıklar yaşadığını görüyorum romanda.