Kadın Sağlıkçıları Dayanışma Derneği (KASAD-D)’nin kurucusu ve başkanı, kadın sağlığı konusunda eser de yazmış olan, “halka hizmet, Hakk’a hizmettir” inancıyla hareket eden pek zarif bir hanımefendi ile bir sohbet edelim ve onu size tanıtalım istedik. Kendisi bir koltukta bir değil, üç-beş karpuz birden taşımakta.

Gülhan Cengiz. Doktor. 1974 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun oldu ve Vakıf Gureba Hastanesi’nde volonter olarak çalıştı. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı’nda asistanlık, baş asistanlık görevinde bulundu.  HEKVA (Hanımlar Eğitim ve Kültür Vakfı), HİKDE (Hanımlar İlim ve Kültür Derneği) gibi çeşitli sivil toplum kuruluşlarında da gönüllü çalışan Gülhan Cengiz, Seyyide Dergisi yazarlarından. Ayrıca “Kadın ve Aile” adlı dergide de sağlıkla ilgili yazılar yazdı. Evli ve 3 çocuk annesi olan Dr. Gülhan Cengiz, kendi muayenehanesinde çalışıyor. Kendisiyle sizler için aydınlatıcı ve sıcacık bir sohbet yaptık. Bu röportaj vesilesiyle kendilerine minnettarlığımızı belirtmek isterim. Öyle farklı konularda önümüze ışık tuttu ki, bilmediğimiz ya da tam bilemediğimiz nice konu aydınlandı sayelerinde. Kendisine ve arkadaşlarınıza ve de yaptıkları çalışmalara hayran olmamak elde değil. Allah bu yolda başarılarını,  gayretlerini artırsın, yâr ve yardımcıları olsun. Onlar gibi Hakk yolunda, idealist çalışanların sayısını da çoğaltsın inşallah.

Gülhan Hocam, sizi tanıtırken KASAD-D diye bir sivil toplum kuruluşundan bahsettik. Başkanlığını yaptığınız KASAD-D nedir? Nasıl kuruldu?

1986 yılından beri bir grup hekim arkadaşımla birlikte ayda bir, bir araya gelerek tıbbî bilgilerimizi paylaşıyorduk. Ayrıca çevremizden, vakıflardan, derneklerden gönderilen fakir hastalara muayenehanelerimizde bakıyor, bizden istenen sağlıkla ilgili seminerler veriyorduk. 1999 depreminden sonra grup kurarak daha organize bir şekilde çalıştık. Sevgili Gülsen Ataseven Ablamız, “daha faydalı işler yapmak istiyorsanız dernek çatısı altında olmalısınız” dedi. Bunun üzerine 2005 yılında KASAD-D’ yi kurduk. KASAD-D “Kadın Sağlıkçıları Dayanışma Derneği”  demek kısaca. Aynı şekilde çalışmalarımıza devam ediyoruz. Bir takım projeleri artık kendi adımıza yapmaya başladık. 
İnşallah şimdi de vakıf olma yolundayız. Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nden tahsis ettiğimiz tekkeyi restore ettirmeye çalışıyoruz.

Tekke, uhrevî bir mekân. Böyle olmasını  nasıl yorumluyorsunuz? Eminim orada çalışmak bir başka güzeldir.

Dernekleştikten sonra kalıcı bir mekâna ihtiyacımız oldu. Tarihî bir yer olmasını, atalarımızın vakıf ruhuna uygun çalışma yapmamızın daha bereketli olacağını düşünerek Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne müracaat ettik. Bize bir liste verdiler. Eczacı Ayşen Calayır arkadaşımla birlikte 2,5 ay çalışma saatlerimizin dışında listedeki mekânları gezdik. Birçok vakıf malının işgal edildiğini, bazılarının yerine betonarme bina yapıldığını, bir kısmının viraneye döndüğünü gördük. Akşamları evlerimize üzüntü içinde giriyorduk. Atalarımızın emekleri, alın teri ile kurulan bu mekânlar ne hale gelmişti? Emanete sahiplik bu muydu? Tam ümidimizi kesmiştik ki Ahmed Buhârî Tekkesi'ni bulduk. Burası bizi çok etkiledi. Zira yanında Nalıncı Mehmed Efendi’nin türbesi vardı.

O sırada Dr. Şule Selman arkadaşımla birlikte “Madde Bağımlılığı” projesini çalışıyorduk.  Nalıncı Mehmed Efendi ise zamanında içki içen, yanlış yolda olan kişilerle uğraşmış.  Kazandığı  parayı, zamanını onlar için harcarmış. Eşi de kendisine bu konuda yardım edermiş. Seyyid ve Nakşi şeyhi olan Ahmed Buhârî Hazretleri de sağlıkla ilgili çalışmalar yapmış.  Hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığını bir kere daha fark ettik. Burayı restore ettirip, çalışmalarımıza bu tarihî mekânda devam etmeye karar verdik. Bize “burası size nasıl düştü” diye soruyorlar. Ben de, “hiçbir çıkar düşünmeden Allah rızası  için çalışmamızın karşılığı olarak Mevlâ’mızın hediyesi” diyorum.

Tesadüf değil, tevafuk yani. O tekkeyi bulmanız oldukça ilgi çekici bir tevafuk. “Allah rızası için çalışmamızın karşılığı olarak Mevla’mızın hediyesi” diye güzel bir şekilde özetleyiverdiniz olayı. Müsebbibü’l-Esbab, sebepleri halkedip, böyle aklımızın almayacağı tevafuklarla karşımıza çıkarıyor ve böylece hizmetler aksamadan devam ediyor. Peki diğer çalışmalarınız?  Faaliyetleriniz nelerdir? Neler yapıyorsunuz?

Neler yapıyoruz? Daha ziyade sağlıkla ilgili eğitim ağırlıklı çalışmaktayız. Sağlık algısının bedensel, ruhsal, zihinsel bir bütün olarak kabul edilmesini sağlamak, sağlıklı bireylerin oluşturduğu topluma kavuşmak için hizmet etmek. Meslekî eğitim seminerleri, topluma yönelik, sağlıklı toplum için eğitim seminerleri, projeleri düzenlemek, sosyo-kültürel etkinlikler düzenlemek olarak sayabiliriz yaptığımız işleri.

Diğer çalışmalarımızdan da özetler şöyle: Hayat Sağlık ve Sosyal Hizmetler Vakfı ve Diyanet İşleri Başkanlığı ile ortaklaşa yürütülen “Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı Eğitim Projesi”, İnsanlığa Hizmet Vakfı ve Gaziosmanpaşa Belediyesi ortaklığında yürütülen “Yaşlılarda ve Erkeklerde Üreme Sağlığı Projesi” kapsamında danışmanlık desteği verildi. Geçen yıl Avrupa Birliği’nden destek aldığımız “özel eğitime gereksinimli çocuklarda okul öncesi eğitimi güçlendirme projesi”ni hayata geçirdik.

Hocam, sizleri basından da takip ediyoruz. Bir gazetede, “Mezuniyet döneminde herkes gibi yaptığınız Hipokrat yemininde, ‘İnsan hayatına anne karnına düştüğü andan itibaren mutlak bir suretle hürmet ederim’ cümlesinin yer aldığını” söylemişsiniz. Bu ne demektir? Gerçekten 2500 yıl önce yaşayan Hipokrat da kürtaja karşı mıymış? Peki, sonra ne oldu da bu yemindeki bu cümle çıkarıldı? Artık doktorların Hipokrat yemininde bu cümle yok mu?

Tabii o zaman kürtaj diye adlandırılmıyordu. Ancak her dönemde kadınlar istemedikleri çocukları ya kendileri bir metot kullanarak, ya da gittikleri hekim veya ebeden yardım alarak düşürmeye çalışıyorlardı. Hekimin vazifesi insanlara sağlık açısından yardım etmek. Onların hayatını sona erdirmek değil. Anne karnında, Allah’ın bir emaneti olarak büyüyen, sesini çıkaramayan, hakkını savunamayan o minicik canlıları biz hekimlerin yok etme hakkı yok. Hipokrat da bu konuya dikkat çekmiş. Kürtajın sağlık alanına girmesi, kanunen serbest olmasıyla birlikte bu cümle Hipokrat yemininden çıkarıldı.

Peki, siz ne düşünüyorsunuz Müslüman bir doktor olarak kürtaj hakkında? Dinen ve tıbben nedir kürtaj? Doğru bir yaklaşım mıdır anne karnındaki cenine? Size göre de cinayet midir kürtaj?

Bizler insanların ilk oluşmaya başlamasından itibaren, onlara canlı olarak bakmak gerektiğini biliyoruz. Vazifemiz öldürmek değil, sağlıklı olarak nasıl doğabileceğini düşünmek. Anne adaylarına yardımcı olmalıyız. Biliyorsunuz anne gebe kaldığını öğrendikten 3-4 gün sonra (son âdetin 1. gününden itibaren sayarsak 37-38.gün) bebeğin kalbi çalışmaya başlıyor. O bir canlı. Hem de hakkını savunamayan bir emanet. Onu yok etmeye ne annenin, ne de hekimin hakkı yok. Şimdi yanlış yapılan bir şey daha var. O da bebeklerin sakat diye yaşamlarına son vermek. Buna da hakkımız yok. Bebek anomalili doğacak diye onun yaşama hakkını elinden alamayız.

Sezaryen hususunda ne düşünüyorsunuz? Normal doğumu teşvik ettiğinizi biliyoruz. Peki, normal doğumun ağrısız olanlarını  tavsiye ediyor musunuz? Neden?

Sezaryen, normal doğumun gerçekleşmediği yerde yapılan bir müdahaledir. Normal doğum anne veya çocuğa zarar verecekse sezaryen düşünülmeli. Ben mümkün olduğu kadar her şeyin tabii olarak seyretmesinden yanayım. Yapılan her müdahale farklı bir sıkıntıyı beraberinde getiriyor. Günümüzün insanları sabırsız. Her şeyin mükemmel olmasını istiyorlar. Canları hiç yanmasın istiyorlar. Doğum olayı, ağrı Rabbimizin emriyle oluyor. O dileseydi kadınlar hiç ağrı çekmeden de doğururlardı. Böyle yarattıysa bunda da bizim için hayır vardır diye düşünüyorum. Ancak günümüzdeki insanların ağrıya tahammülleri hiç yok. Gerektiği zaman yardımcı olmaya çalışıyoruz.

Kadın hastalıklarında bitkisel tedaviden faydanılmalı mı?

Bitkilerden faydalanılır tabi. Yalnız bitkilerin de yanlış kullanılırsa fayda kadar zarar verdiği bilinmeli. Gelişigüzel, çevremizdeki insanların tavsiyesi ile kullanılmamalı. Demli çay, kahve, neskafe gibi içecek yerine, adaçayı, ıhlamur gibi içecekler tercih edilmeli…

Bir kadın-doğum uzmanı olarak siz ne düşünüyorsunuz süt bankaları hususunda?

Doğru bulmuyorum tabi. Daha evvel ele alındığı için tıbbî yönüne girmeyeceğim. İnançlı bir kişi olarak dinimizde sütkardeşliği müessesesi var. Kararlarımızı ona göre vermeliyiz. Bunun şartları var. Allah-u Teâlâ yasaklıyorsa sebepsiz değildir. Bugün bilinmeyen ama bir gün bilinecek olan başka sebepler de çıkabilir.

Bildiğimiz kadarıyla uzun zamandır kadın sağlığı üzerine eğitim konferansları veriyorsunuz. Bunlar hakkında bizi bilgilendirebilir misiniz?

Hanımların en karışık bildiği konular içerisinde sağlık konusu var. Allah rahmet etsin, Prof. Dr. Ayhan Songar Hocamız bir derste şöyle demişti: “Bizim ülkemizde 3 meslek çok yaygın: 1.Diyanet, 2.Siyaset, 3.Tababet.” Gerçekten de herkes -bilsin bilmesin- bu üç konu hakkında fikir beyan eder. Kişilerin sağlıkla ilgili birbirlerine tavsiyeleri konusuna bir de internet ilave oldu. Beyinler çöp tenekesine döndü. Rüzgâr nereden eserse meylimiz ona göre oluyor.90’lı yıllarda sezaryen salgını vardı. Hastalarımı ikna etmekte zorlanıyordum. Hatta ben “gereksiz sezaryen yapmam” dediğim için hasta kaybetmiştim. Bugün ise tam tersi. Daha evvel sezaryen olmuş, normal doğumda risk taşıyan hanımlar illa da normal doğum yapmak istiyor. Kadınlarımıza doğruyu öğretmek vazifemiz diye düşünüyorum. Öğrenmenin zekâtının öğretmek olduğu hadis-i şerifini de unutmamalıyız.

Bana bunları  konuşma imkânı verdiğiniz için siz Dunyabizim.com camiasına da teşekkürler.