Alâeddin Özdenören tabiatı en yumuşak en munis olanıdır. Erdem Bayazıt bir bey çocuğu. Mizacı, beylikten derin izler taşır. Biraz hırçın biraz durgundur. M. Akif İnan tok bir duruşa sahiptir. Mücadeleci ve efkârlıdır. Rasim Özdenören biraz aristokrattır. Ölçüler içinde yürür ve her daim planlıdır. Dikkat ve ölçü adamıdır. Cahit Zarifoğlu ise bir şiir ve aşk adamıdır. Sınırları geniştir; zaman sınırsızdır. İçlidir, zariftir. Bağımsızdır.” Mustafa Aydoğan, Alâeddin Özdenören’in portresini anlattığı Yalnızlık Mahşeri’nde Yedi Güzel Adam’ın kahramanlarını böyle değerlendirir. Alâeddin Özdenören’in bu kişiler arasındaki yerini daha da temellendirmek için hemen ardından su cümleleri kurar: Yedi Güzel Adam tanımını esas alacak olursak, insana ve hatta bütün varlığa karşı tebessüm hâlinde olan en ‘güzel adam’ Alâedin Özdenören’dir. Yarası en açık olan da odur. Hatta kimi zaman onu, bir yara hâlinde yürüyen portre olarak görürüz. Bu isimler arasında belki de en yalnız olan odur. Bu yalnızlıkta bir kader kokusu vardır. Bile isteye tercih edilmiş bir yalnızlık değildir. Alâeddin Özdenören’in yalnızlığı hüzün kokar. Acıya boyun eğen bir tarafı vardır.

Alâeddin Özdenören: Şair, eğitimci, gazeteci, yazar. Uzun yıllar Yeni Devir ve Milli gazetede Bilal Davut müstearıyla yazdı. Bu mahlası Nuri Pakdil verdi ona. Aynen İbrahim Çelik’e Hüseyin Su, Akif İnan’a Akif Reha, Turan Koç’a Davud Dağ, kendisine Ebubekir Sonumut mahlasını verdiği gibi. Bilal Davut günlük olayların anaforuna kapılmadan kendi zaviyesinde kozasını örmeye çalışan, şairâneliğini konuşturan dil ve üslup sahibi bir yazar. Kıvrak ve geçişken bir dil, yerli ve samimi bir ifade aynı zamanda kişiliğinin de belirtisi. O bir felsefe öğretmeni. Descartes gibi, Bergson gibi Batının ünlü felsefecilerini daha lise sıralarında sular seller gibi okumuş. Liseden sonra felsefeci olmaya karar vermiş bile.

Cahit Zarifoğlu’na daha yakın

Onun için önemli olan şairlik. Sosyoloji yahut edebiyat da okusaydı, diğerleri gibi hukuk da tahsil etseydi aynı kişi olacaktı: Şair. Bu özelliğinden dolayıdır ki bütün yazılarında İslâm düşüncesi ile Batı düşüncesi üzerine kafa yormuş, doğu ile batının tahlilini yapmaya çalışmıştır. Hatta ilk kitaplarından birinin adı: Batılılaşma Üzerine. Hüzün, yalnızlık, ölüm, aşk, hafakan onun anahtar kavramlarındandır. Yazdığı şiirlerin başlıkları bile bu yönde kendini ele verir: Hüzün uçurumları, Hüzün yılları, Yalnızlığın kuşağı, Yalnızlığımdır, Kerem’e ağıt vs. Arkadaşları arasında “Ne çok acı var” diyen Cahit Zarifoğlu’na daha yakın. Bu yakınlık daha lise yıllarında başlamıştır. Yerel bir gazetede kültür-sanat sayfasını birlikte çıkarırlar.

Alaeddin Özdenören çocukluğunun serazatlığını doya doya yasamış bir şair. Ahırdağı’nın eteklerinde yer alan evlerinin hemen ötesindeki bağ evlerinde oynamış, damda kurulan cibinliklerde kendisine göz kırpan yıldızları seyretmiş, duvar diplerinde sardığı sigaralardan içmiş, bahçelerine eşek sırtında gitmiş, çakıyla ceviz oymuş bir çocukluk hayatından bahsediyoruz. Arkadaşlarıyla liseye başladıktan sonra Maraş sokaklarının kaldırımlarında yüksek sesle şiir okumaya başlamışlar. Yanlarından geçenler, “deli mi bu çocuklar” diye gençliklerine yormuş. Şiir onlar için bir bulmaca olmuş adeta. Okudukları şiirin kime ait olduğuna dair bir bilmece bulmaca. Ahmet Haşim’den Edip Cansever’e, Necip Fazıl’dan Turgut Uyar’a kadar bilhassa yeni sairlerin ezberlerindeki şiirlerini irticalen okumuşlar. Öyle ki bu şiir okuma eylemi daha sonra yazma eylemine dönüşecektir.

Onlar ilk gençlik yıllarında, bilhassa lise çağlarında sağdan say altı, soldan say yedi kişiden oluşan bir edebiyatçı topluluğudur. Birini anlatmak diğerlerine de aynı anda ışık tutar. Biri hepsi için, hepsi biri için de diyebiliriz buna. Çünkü birlikte yaşanmış hayatlardan bahsediyoruz. Burada bir Alâeddin Özdenören’den değil de Yedi Güzel Adam’lardan herhangi birinden de bahsedebilirdik. Öyle de olsa aşağı yukarı aynı şeyleri söyleyecektik. Burada da onu yaptık. Aynı şehirde ve çevrede büyüdükleri için bu insanların hayatlarının birbirine ne kadar da çok benzediğini gördük. Birinin hayatını anlatırken diğerine göndermede bulunduk, kapısını çaldık. Biliyoruz, çalmasak eksik kalacaktı. Hepsinin de dünya görüşleri aşağı yukarı aynıdır.

Maveraî bir yolculuk

Dünya görüşlerinin yanında onları bir araya getiren özellik şiir ve sanatla iştigalleri, edebiyat anlayışlarıdır. Yakın dönem edebiyat ve düşünce tarihimizde aynı dünya görüsüne sahip olup da ilk gençlik yıllarından beri birlikte yasamış, kalıcı dostluklar kurmuş, hayatı ortak paylaşmış bu insanlar gibi birbirine bağlı sıkı bir edebî topluluk daha yoktur. Sözkonusu topluluk, aynı zamanda zengin bir kültür ve edebiyat geleneği içinden gelen bu yazarların oluşturduğu maveraî bir yolculuktur.

Biraz Önce Alâeddin Özdenören’in yalnızlığından ve acısından bahsettik. Şair Osman Sarı’nın Maraş İmam-Hatip Lisesi’nden felsefe hocası olan Özdenören’e ithaf ettiği Gül Tomurcukları şiirinin son dizeleriyle bitirelim yazımızı:

Ne söyleyebilirim sana ne derim

Ey acıyla ateşle dağlanmış bağrı

“Gözleri gül tomurcuğu”

Toprağa vermiş

Ebu Kerem

Ebu Kerem

Not: Kerem, merhum şairimizin 1984 yılında henüz sekiz yaşında iken kaybettiği oğlunun adıdır. Özdenören, “Kerem’in Çantası” isimli bir şiirinde evlad acısını hüzünlü bir şekilde anlatır.

Hüseyin Yorulmaz, “Bir Yalnız Adam Alâeddin Özdenören”, MAKAS dergisi, Aralık-Ocak 2019, sayı 5.