Şairin sessizi olur mu? Bana kalkıp da “Şair zaten sessiz olur” falan demeyin. Sessiz harflerden örülü şiirleri olan şairleri kastetmiyorum. Yürürken parmaklarının ucuna basar gibi yazarken kalemi kâğıda kâğıdı incitmeyecek nahiflikte değdiren şairlerden bahsediyorum. Ziya Osman Saba gibi huzurun sessizliği, Behçet Necatigil’in ev sessizliği, Cahit Kulebi’nin yol sessizliği, Cahit Sıtkı’nın ölüm sessizliği, Cahit Zarifoğlu’nun ömür sessizliğini yazdıklarından duymamak mümkün değildir.

Yazdığı şiirden kafasını, kolunu bacağını dışarıya uzatan şairler elbette bu sükûtu anlayamayacaklardır. Sessizlik yazılan bir şiiri çoğaltır. Şiir bittikten sonra da devam eder. Cengizhan Orakçı’nın ikinci şiir kitabı “Zamansız Sipahi”de bu sessizlik çağlayanına kulağınızı verin, duruma ve duruşa dair ne zengin senfoniler işiteceksiniz. Kırk yaş belli ki durulma yaşı. Durulma ardından durulanmayı da getirecektir elbet. Hakiki ergenlik (erginlik) bu yaş ile kendini gösterir. Kırk, bir tür mehil müddetidir. İsmet Özel’in “her şeyi gördüm içim rahat” diyerek yazdığı şiirlere “erbain” (Kırk Yaş Şiirleri) demesi boşuna değildir. İnsan kırk yaşına ulaştığında sesi kadar sessizliği de derinlik kazanır. Kırkından sonra yazılan şiirlerde bilgeliğe doğru kayan bir hikemi taraf vardır.

Şimdi sıkı durun: “Kelimeler arasında kurutulmuş kırk yaşım”. Böyle bir dize ile şiire başlayan bir şairin ikinci dizesine bakmadan rahatlıkla hüküm verebiliriz. Yani şöyle ki, şair burada kırk yıllık ömrünün çağıltısına kulak vermek için sükût suretinde sipere yattığını söylüyor olmalıdır. Kuruyan bir ömür ne demek? Şikâyet mi saymak lazım bu dizeyi yoksa İsmet Özel’in dediği gibi “her şeyi görmenin” rahatlığı mı? İyisi mi cevabını şiirin şairinden almak için şiirin ikinci dizesine uzanalım: “Bir su ile döndü sanki yıllar, sanki yıldı gönül”. Su zamanın akışkan hali. Ömür değirmenini harekete geçiren bu akışkan zamandan başkası değil. Şair “sanki yıldı gönül” derken iki anlama birden göz kırpıyor gibi. Gönlün hem bu devran ve de deverandan ötürü duyduğu usanç ve bıkkınlığı hem de gönlün başlı başına kırk yılı geride bırakan bir yıl olduğunu ima ediyor sanki. Şair klavyeye parmaklarını diri bir şekilde bastırmıyor. Hafifçe dokunup çekmekle yetiniyor. Uykudaki geçen kırk yılla birlikte rüyaya yatan gelecek zamanı ürkütmemek için.

Sessizliği hece hece telaffuz edercesine nefesini üfleyip geçiyor dizeler arasından: “Taş altında un ufak, dilimde yarım şarkım”. Değirmenden öğütülen una geçiş yaparken ölüm çaresizliği karşısında bir yüreğin ezilişine de takılmadan edemiyor. “Dilimde yarım şarkım” derken de başı ve sonu belirsiz bir ömre yetişme telaşını mahcup ve sıkılgan bir yarım dille anlatmaya çalışıyor. Kırk yaş şairi yarım dillidir, yarım cümleli ve de yarım gönüllüdür. Bir yanı değirmen taşları arasında öğütülürken kaybolup gitmiştir. Ne ileriye doğru seslenebilir ne de geriye doğru bağırışını duyurabilir. Öyleyse sessizliğin tonunu değiştirmek lazımdır: “Kırk kapı, kırk oda, kırk makam, kırk masal.” Şairin şiirle kat ettiği ömrü kırklara karışmıştır. Kırk, bir sayılar toplamı değildir artık. Dört kere 10’un ya da iki kere 20’nin ulaştığı sonuçla hiçbir ilgisi yoktur. Bölüp parçalanmayan, toplanıp çarpılmayan bir kemâl durumudur. Dil laldir; çünkü gönül halini almıştır. Nefis nefese tebdil eylemiştir, her nefes kurulan bir sükût cümlesinin söylediğidir.

“Yılgınlık, yenilgi ve yanılgıdır ömür dedikleri”

Şairler de yaşlanır ve bu durumu dünyaya karşı verdikleri mücadelenin sonu kabul ederler. Yılgınlık, yenilgi ve yanılgıdır ömür dedikleri. Ataol Behramoğlu “Kırk Yaşın Eşiğinde”n kendini şiirin kollarına şöyle bırakır: “Bana artık dingin olmak/Bana yalınlık yaraşır/İçimde şiirin güzelliği/Yaşamak sevinciyle yarışır”. İlerleyen zaman karşısında sessini kısmak böyle bir şey olsa gerek. Örflerimizdendir, büyük karşısında ses yükseltilmez ve el kalkmaz. Kırk yaş ve sonrası ne gelip geçen zamana ne de vasıl olunan bilgelik yaşına “öte git!” diyecek halimiz yoktur. Şairin şiirindeki mevsimlere kadar daha birçok şey artık soluk kartpostallar gibidir. Yahya Kemâl’e bile içinde bulunduğu “kemâl” yaşı tarumar olmuş bir bahçeden başka bir şey bırakmamıştır: “Fani ömür biter bir uzun sonbahar olur/ Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, tarumar olur.”

Şairler gelip geçen hayatın zamansız sipahileridir. Saatleri ne ileriye ne de geriye alamadıklarından onu gök boşluğuna fırlatırlar. Rahvan atlara binip boşluğa fırlattıkları saatin hızına yetişmeye çalışırlar. Bazı şiirleri okurken elini kalbine koymalıdır insan. Şiirin tınısı ile kalbin ritmi birbirini tutuyorsa okuduğunuz şiirle aynı yaştasınızdır.

Bağıran şiirler şairlerinin tabiatını almışlardır. Çağıran şiirler gönül telini titretir, taşları yerinden oynatır ve okuyanın kimyasını değiştirir. Sessizlik şairin parmaklarından başlayarak saç tellerinden dudaklarına dek bütün varlığını kuşatır. Sözün çarşısını kuranlar, bezirganlar bağırmayanı yok sanırlar. Bilmezler ki şiir bir hâl üzere nerede sudûr etmişse oraya yerden yağan rahmet gibi yağmaktadır.

Hüseyin Akın