Bugüne kadar öğrendiğimiz bilgi Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın cennette şeytana uyarak, yasak meyveden yemesi ve dünyaya kovulmasıdır. Hemen herkesin aklına ilk anda gelen bilgiler bu şekildedir. Ancak burada hatalı yorumlar bulunmaktadır.
Öncelikle Hz. Âdem ile Hz. Havva cennetten kovulmamıştır da çıkarılmamıştır da. Özellikle Hıristiyan ve Yahudi kaynakları kovulduğunu yazar çünkü onlara göre ilk insan suç işlemiştir, bir günah işlemiştir. Ne yazık ki bizim ehli tasavvuftan uzak şeriat hocalarımızın büyük çoğunluğu da bu yanılgıya düşmekteler.
Yasak meyveden yiyen Hz. Âdem ile Hz. Havva suç işlememiştir, günah işlememiştir. Onların yemesi zorunluydu. Cennet tabiatı itibarıyla nefsin olmadığı yerdir, dolayısıyla orada günah da işlenmeyecektir. Cennette yaşayan bir insan, dünyadaki çocuklar gibidir. Bilinç yoktur, bilinç şeytan ile açığa çıkar. İstedikleri her şey önlerine gelir. Tek muratları zamanı eğlenceli, keyifli geçirmektir. Ne zaman ki yasak meyve yenilir, bilinç gelir ve imtihan başlar. Dünyada da böyledir, çocuklar ergenliğe girince bilinç gelir, yasaklar hayata girer ve imtihan başlar.
Allah kâinatı bilinmek için yaratmış, bilinmesi de celali ve cemalinin bir arada bulunmasıyla mümkün olacağı için yaşam bir imtihan üzerine kurulmuştur. İmtihan cennette olamayacağına göre, insan dünya hayatı yaşamak için yaratılmıştır.
Bazı şeriat hocaları yasak ağacı tarif ederler, meyvesinin buğday şeklinde olduğu ve her bir buğdayın da insan başı kadar büyük olduğu şeklinde tarifler yapar. Oysa Kur’an, hadiseyi rumuzlu anlatır, yani sembolik. Kur’an, tabiatı gereği açık yazamaz çünkü kitapta günahların açıklaması yoktur, sevapların ve iyiliklerin ise uzun uzadıya açıklamaları vardır. Kur’an, zinaya yaklaşmayın der ama zinanın ne olduğunu tarif etmez. Oysa aynı Kur’an zekatın, sadakanın, orucun ne olduğunu tarif eder.
Burada yasak meyve de zinadır. Zinaya yaklaşmayın ile ağaca yaklaşmayın aynı anlamdadır. Ağaç, gözlerindeki perdeyi kaldırmaktır. Nefsin meydana çıkmasıdır.
Şimdi buranın açıklamasını yapmak için en başa döneceğiz.
Allah bir kudsi hadiste “Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim ve yarattım” buyuruyor. Bazı şeriat hocaları bu hadisin sahih olmadığını söylese de mana olarak doğrudur.
Allah bilinmek için önce nur-u Muhammedî’yi yaratmıştır. Nur-u Muhammedî’de kendisini seyretmiş, kendisine aşık olmuş ve bunun için de nur-u Muhammedî’den kainatı, insanları meydana getirmiştir. “İnsana kendimizden ruh üfledik” ayetinin açıklaması budur. O üflenen ruh, nur-u Muhammedî’dir. “Biz bazı peygamberleri bazılarına üstün kıldık” ayeti de bu minvalde inmiştir. Allah her peygambere bir hikmet vermiş, bulundukları zamana ve coğrafyaya göre her peygamberine verdiği hikmeti bir önceki peygamberine göre arttırmış, en son Peygamberimize ise bütün hikmetleri vermiştir. Peygamberimiz o nedenle “dinimizi tamamladım” hadisini buyurmuşlardır.
“Allah’tan geldik Allah’a döneceğiz”
Allah “Önce nuru, ruhu, aklı ve kalemi yarattığını” buyurmaktadır. Hepsi nur-u Muhammedî’den çıkmadır. Nur-u Muhammedî’de Allah’tan çıkmadır. Bu nedenle “Allah’tan geldik Allah’a döneceğiz” buyurulmuştur.
Allah, Hz. Âdem’i ise aklın, küll-i aklın tecellisi olarak yaratmıştır. Çünkü imtihanın başlaması onunla olacaktır.
Hz. Âdem’in “Ben cennetin kapısında Hz. Muhammed’in (sas) adını gördüm” demesinin nedeni de sanırım anlaşılmıştır. Aynı şekilde Peygamberimiz de “Ben Âdem’in yaratıldığı çamurda vardım” buyurmaktadır.
Allah nasıl nur-u Muhammedî’de kendini görmüşse ve nasıl bilinmek için yaratmışsa Âdem’de de durum aynıdır. Hz. Âdem yaratılarak Allah’a ayna olmuştur. Doğal olarak Hz. Âdem mananın temsilcisidir.
Sarmal aynı şekilde devam etmiş, Hz. Havva’da Hz. Âdem’den yaratılmıştır. Kaburga kemiği meselesi budur. Çünkü kainat zıtlıklar üstüne kurulmuştur. Zıtlıklar ile imtihan sürecektir ve kemalat tamamlanacaktır. Bir insan kemale erebilmesi için nefsiyle, yani ruhuyla şeytanın savaşından galip çıkması gerekmektedir. Her ne var âlemde, örneği var Âdem’de sözünde de olduğu gibi savaş Âdem’de, yani insanda, insanın içinde olmaktadır. İnsanın içi, özdür. Özde, Allah vardır. Öze ulaşabilmek, Allah’a ulaşabilmek için de savaştan galip çıkmalı, şeytana boyun eğdirip ruhun kazanması gerekmektedir.
Hz. Havva burada nefsi, yani maddeyi temsil etmiştir. Hz. Âdem mana, Hz. Havva madde… Bu iki zıtlıktan da evlatlar türemiş, Habil-Kabil mevzusunda da olduğu gibi mücadele devam etmiştir.
Tek başına erkeğin veya kadının nesli devam ettirememesi ile kemalat mücadelesinin olmaması aynı bağlamda ele alınabilir. Tabi zaman mefhumu fani olduğu için, dünyaya ait olduğu için; ahrette, manada zaman yoktur, her şey andadır. Hz. Âdem cennetteyken gözünü açtığında karşısında Hz. Havva’yı görmüştür bu yüzden.
Hz. Âdem, Allah’a bakmaktaydı. Yönü de ruhu da oradaydı. Bu şekilde insan imtihana tabi tutulamazdı. İmtihana tabi tutulamayan insan da kemale eremezdi. Zaten sahip olan ulaşmış olamayacağı için de bu şekilde Allah bilinemez, bilinmek için yarattım hükmü haşa gerçekleşemezdi.
Hz. Havva yaratılınca Hz. Âdem ona baktı. Hz. Havva, Hz. Âdem’in aynası olmuştu. Oysa aynanın üçlü olması gerekiyordu. Allah, unutulmuştu.
İbn-i Arabi, Füsusul Hikem’de Allah’ın yaratmadan önce haber verdiğini, ancak imtihanın gerçekleşmesi için insanın o anda gaflette bulunduğunu Hz. Âdem örneğiyle anlatır. Cennet tabiatı icabı yasağa yer vermeyecek bir yer olduğu için ağacın yasaklanması meyvesinin yeneceğinin göstergesidir. İnsan da çoğu kez hata yaptıktan sonra öncesini hatırlar ve “aslında o an anlamalıymışım” der, asla anlayamayacaktır.
Hz. Âdem kendisine Hz. Havva’yı ayna edinmiştir
Başta Hz. Âdem, Allah’a ayna iken; yaratma eyleminden sonra Hz. Âdem kendisine Hz. Havva’yı ayna edinmiştir ve yüzü Zat’tan sıfata çevrilmiştir. Ona aşık olmuştur. Hz. Havva da ayna olması ve nefsi temsil etmesi sebebiyle aşkına karşılık vermiştir. İlk işlenen günah, zinadır. Yasak ağaç zina, meyve de çocuktur. Kuranda “Biz daha önce Âdem’e ahit vermiştik, o unuttu, biz onda kararlılık görmedik (20-115)” ayetiyle anlatılan durum budur.
Cennetten, huzurdan kovulan insan değil, şeytandır. Çünkü kibirlenmiştir. Kibir, Allah’a şirk koşmaktır. Ben demektir. Benlikten bilmektir.
Cehennemin en büyük zebanisinin adının Malik olması bu yüzdendir. Mülk sahibi, mülke sahip çıkan anlamındadır. Mülk Allah’ındır, sahip çıkan Allah’a haşa Allahlık taslamış olur.
Secde emri de bizim namazda yaptığımız secde mahiyetinde değildir. Sadece Allah’ın önünde secde edilir, eğilinir. Oradaki secde, itaat etmektir. Melekler, Hz. Âdem’e itaat etmiştir. Cümle kâinat insana itaat etmiştir. Çünkü insan, Allah’ın halifesidir. Emaneti yüklenmeyi kabul etmiştir. En büyük emaneti yüklendiği, halife olduğu için de cümle mahlûkat ona itaat etmiştir. O görev yerine getirildiğinde, halifelik tastamam gerçekleştiğinde en büyük amaç gerçekleşecektir çünkü. O da Allah’ın bilinmek istemesidir.
Şeytan, itaat etmemiştir, secde etmemiştir. Çünkü, ben diyerek kibre kapılmıştır. Ben demek, şirktir. Yapan da eden de Allah’tır. Ben yaptım demek, Allah yapmadı, ona ihtiyacım yok demektir. Şeytan orada kendisinin her şeye gücünün yeteceğini zannetmiştir. Şu anda o savaş devam etmektedir. Şeytan insana itaat etmediği için, insanların kendisine itaat etmesi için uğraşmaktadır. Allah’a değil de şeytana itaat eden de şeytanlaşmıştır.
Mana âleminde zamanın olmadığını, her şeyin anda gerçekleştiğini demiştik. O nedenle aslında şu an olan da, kıyamete kadar olacak olan da, insanın şeytanıyla sürdürdüğü mücadele de; şeytanın Hz. Âdem’e secde etmemesi savaşıdır. Her şey anda gerçekleşmektedir.
Ruh mu bedene secde edecek, beden mi ruha? İnsan, Allah’a mı ayna olacak şeytana mı?
Rahman ile şeytan savaşında safını doğru tutan cennete giderken, yanlış tutan şeytanıyla birlikte azaba sürüklenecektir.