Giriş
Ağırlıklı olarak Anadolu ve eski İstanbul olarak tabir edilen bölgelerde geçen ve Osmanlı Devleti’nin son dönemlerini dile getiren roman; temelde bir aşk hikâyesini anlatmaktadır. Öncesinde yazarın elinden, “İstanbul Kızı” adında bir tiyatro oyunu olarak ortaya çıkan bu eser, daha sonra Vakit Gazetesi’nde yayınlanarak bugünkü şöhretine kavuşmuştur.
Roman, “Feride” adındaki karakterin günlüğünden çıkan bilgiler ışığında hazırlanmıştır. Romanın ana karakteri olan Feride; anne ve babasını erken yaşta kaybetmiş, çok küçük yaşlardan itibaren hareketli bir yapı sergilediği için çevresindekiler tarafından “Çalıkuşu” lakabını almıştır. Romanın bir diğer karakteri olan “Kâmran” ise Feride’nin kuzeni ve oldukça yakışıklı biridir. Feride’nin kuzeni ile yaşadığı çalkantılı gönül ilişkisini ve akabinde başından geçen sıra dışı hâdiseleri anlatan roman, gerek kendi döneminde gerekse günümüz edebiyat çevresince oldukça sevilen eserlerin başında gelmektedir.
“Çalıkuşu” romanı, ağırlıklı olarak Kâmran ve Feride aşkını konu ediniyor olsa da Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde toplumun karşılaştığı birçok sorunu, Anadolu kadınının yaşam zorluklarını ve toplumdaki yerini de apaçık bir şekilde vurgulamaktadır. Dönemin İstanbul/Anadolu yaşam standartları farkının; siyasi, toplumsal ve kültürel şartlarının analiz edildiği eser; gençler ve öğrenciler için “100 Temel Eser” listesinde yer alan önemli bir klasiktir.
Kitap özetinden bölümler:
Feride’nin Doğumu ve Ailesinin Yaşadıkları
Görevi nedeniyle sürekli yer değiştiren Nizamettin Binbaşı, eşi ve küçük kızı Feride ile beraber önceleri Musul’da yaşamaktadır. Eşi Güzide Hanım’ın sağlık durumu iyi değildir ve ailesiyle, özellikle de kızıyla ilgilenecek gücü yoktur. Feride, üç yaşına gelene kadar onunla dadısı Fatma Hanım ilgilenmiştir. Hiçbir tedaviden olumlu sonuç alınamaması üzerine Güzide Hanım’ın sağlık durumu giderek kötüleşir ve ölmek üzere olduğu doktorlar tarafından aileye söylenir. Nizamettin Bey, karısının bu durumundan ötürü çok üzgündür ve daha rahat bir hayat sürebilmesi, son zamanlarını ailesi ile birlikte mutlu bir şekilde geçirebilmesi için onu; kızı ile birlikte İstanbul’a göndermeye karar verir.
Ancak Güzide Hanım’ın ömrü, İstanbul’a ulaşmaya vefa etmemiştir. Yolculuk sırasında hastalığı ilerleyen Güzide Hanım, Beyrut’ta konakladıklarında devam edecek gücü kendinde bulamamıştır. Hastalığı ile uzun süredir mücadele vermekte olan Güzide Hanım, ruhunu burada teslim eder. Annesinin vefatına şâhit olan Feride, o ânları bir türlü hafızasından silip atamaz. Henüz çok küçük bir yaşta ve uzun bir yolculuk esnasında annesini kaybeden küçük kız, yardımcılar tarafından apar topar tekrar babasının yanına götürülür.
Nizamettin Binbaşı, karısının ölüm haberini aldığında çok üzülür. Ailesi ile birlikte huzur içinde son nefesini vermesini istediği ve canından çok sevdiği zevcesinin, yolculuk sırasında hayatını kaybetmesinden ötürü zavallı adam, bu duruma kendisinin sebep olduğunu düşünerek derin bir suçluluk duyar. Karısının cenaze işlemlerini tamamlayarak onu, usulüne uygun bir şekilde defneder. Kızının da bu durumdan çok etkilendiğini düşündüğünden ve artık kendisi ile birlikte askerlerin içerisinde bir hayat sürmesini istemediğinden onu, neferi Hüseyin ile birlikte İstanbul’a gönderir.
İstanbul’a, teyzesi ve büyükannesinin yanına giden Feride, ailenin en yaramaz ve en hırçın üyesi olarak gelir gelmez kendisini gösterir. Yerinde duramayan ve sürekli olarak çeşitli kabahatler işleyen Feride’nin konakta çekindiği tek bir isim vardır: Teyzesinin oğlu Kâmran. Kâmran ile bir türlü anlaşamayan Feride, ona karşı değişik duygular içerisindedir. Feride’nin konağa gelmesinden bir süre sonra büyükannesi hayatını kaybeder. Büyükannesinin ölümünün ardından, babasının da İstanbul’da olduğu bir sırada Feride’nin eğitimi için yatılı bir okula gönderilmesine karar verilir ve bir Fransız yatılı okulu olan Sör Mektebi’ne gönderilir. Orada da uslu durmayan Feride, hem arkadaşlarına hem de öğretmenlerine türlü şakalar ve muziplikler yapmaya devam eder ve yaptığı yaramazlıklardan dolayı okulda, ona “Çalıkuşu” lakabı takılır; bundan sonra adından çok lakabıyla çağrılır.
Öğrencilik yıllarının sonlarına doğru babasını da kaybeden Feride’nin artık İstanbul’da teyzesinden başka kimsesi kalmamıştır. Yaşadığı bu kaybın ardından genç Çalıkuşu, hayatına yetim olarak devam etmenin ağırlığı ile giderek mahsunlaşır.
Feride ve Kâmran’ın Yakınlaşması
Yazları, Besime Teyzesi’nin köşkünde kalan Feride; teyze çocukları Necmiye ve Kâmran ile pek anlaşamamaktadır. Öte yandan Kâmran’a karşı hissettiği çekingenlikle karışık hayranlık duyguları, zaman zaman kafasını karıştırmaktadır. Yaz tatilinde köşkte kaldığı bir gün; bahçede Kâmran ile yirmi beş yaşında dul bir hanım olan Neriman’ın öpüştüklerini görür. Neriman ve Kâmran, durumun farkında vardıklarında usulünce ilişkilerini izah ederler ve kızın kimseye bir şey söylememesi için söz vermesini isterler. Hâl-i hazırda Kâmran’a karşı farklı duygular hisseden Feride, kimseye bir şey söylemeyeceğine dair yemin eder ancak kalbinin derinliklerinde ona karşı bir öfke duygusu belirmeye başlar. Çalıkuşu’nun konuşmasından korkan Kâmran ise yatılı okula düzenli olarak ziyaretler gerçekleştirir ve kendisine sus payı hediyeler götürür.
Feride, okuldaki arkadaşlarına Neriman ile Kâmran arasındaki ilişkiyi; Neriman’ın yerine kendisini koyarak ballandıra ballandıra anlatır. Böylece genç adamın düzenli olarak okula gelip ona hediyeler getirmesi durumu da anlamlanmış olur. Feride’nin okul arkadaşlarına Kâmran ile bir ilişkileri olduğu yalanını söylemesi, okulda büyük bir yankıya sebep olur. Okulun yaramaz ve haşarı genç kızı; çok yakışıklı ve hâli vakti yerinde bir genç olan Kâmran ile aşk yaşamaktadır! Lise dönemindeki genç kızların hemen hemen hepsinin hayallerini süsleyen bir hadisedir bu. Genç kızın arkadaşları durumu aralarında bolca konuşarak ve hayal güçleri sayesinde de boşlukları doldurarak Kâmran ile Feride’nin aşkını, bir efsaneye dönüştürürler.
Ertesi yaz Feride, Tekirdağ’daki diğer teyzesinin yanına gider. Teyze kızı olan Müjgan’a da okul arkadaşlarına anlattığı hikâyeyi anlatır ve onu, Kâmran ile ilişkisinin olduğuna inandırır. Müjgân ise Feride’nin ağzından Kâmran ile ilgili gerçek hislerini öğrenmeye çalışır ve şüphelenerek onun genç adamı gerçekten sevip sevmediğine dair kanıtlar bulmak ister. Aynı yaz Tekirdağ’a, Kâmran da gelir ve bu sefer Müjgân, genç kızın anlattığı hikâyeyi ona da anlatarak doğrulatmaya çalışır. Feride ise bu konuşmadan sonra aşırı bir utanca kapılarak Kâmran’dan uzak durmaya ve onunla iletişim kurmamaya başlar.
Bir gün Feride, komşu çocuklarını salıncakta sallarken Kâmran yanlarına gelir ve Feride’den kendisi ile birlikte sallanmasını ister. Başta bu teklifi kabul etmeyen genç kız, daha sonra onun kendisini korkaklıkla suçlamasına dayanamaz ve ricasını kabul eder. Büyük bir hızla sallanmaya başlamalarından kısa bir süre sonra salıncak kopar ve ikisi birlikte yere yuvarlanırlar. Zaten salıncakta sallanırken Feride’ye karşı olan hislerini dile getirmiş olan Kâmran, aniden ona kendisi ile evlenmesini teklif eder. Heyecandan dili tutulan Feride, uydurduğu hikâyenin gerçekleşmesinin de etkisiyle kabul eder ve iki genç nişanlanırlar.
Kâmran, kendisinin de Feride’ye karşı hisleri olduğunu onun okuluna gidip geldiği sırada fark etmiştir. Genç adam, Çalıkuşu’nu âdeta yeniden tanımaya başladığı bu ziyaretler esnasında ona tutulmuş ve evlilik teklif etmeyi kafasına koymuştur. Tekirdağ’daki yakınlaşmanın getirdiği hızlı sürecin ardından apar topar nişanlanırlar ve Kâmran, İspanya’ya; amcasının yanına sefaret kâtibi olarak gider. Dört yıl sonra geldiğinde Feride, artık okuldan mezun olmuş ve evliliğe hazırdır. Hummalı bir şekilde evlilik hazırlıkları başlamış, köşkte herkes bu iki gencin birleşmesi için seferber olmuştur. Ancak bu esnada, hiç beklenmedik bir hâdise yaşanır. Düğünden üç gün önce Feride’nin yanına yabancı bir kadın gelir ve Kâmran’ın, İspanya’da Münevver adında bir kızla ilişkisi olduğunu söyler. Genç adamın kıza yazdığı mektubu da kanıt olarak Feride’nin titreyen avuçlarına bırakıp gider. Tüm gerçekleri beklemediği bir anda eline tutuşturulan mektuptan öğrenen “Çalıkuşu” o gece, kimseye haber vermeden apar topar evi terk eder. Hiçbir planı olmamasına rağmen bütün cesaretini toplayarak büyük aşkını kalbinin derinliklerine gömer ve kendini mesleğine adamaya karar verir. Kâmran’dan olabildiğince uzak olan her neresi olursa gitmeye razı; yollara düşer, istikâmet; Anadolu’dur.
İhanet ve Anadolu’ya Uzanan Hikâye
Yaşadığı ihanetten sonra evi terk eden Feride, ilk olarak eski kalfalarından; Gül Misal Hanım’ın evinde idareten birkaç gün kalır. Yaşlı kadın, genç kıza biraz para verir ve onu Maarif Nezareti’ne gönderir. Orada muallimlik başvurusu yapan Feride, Bursa’nın merkez rüştiyesinde Coğrafya muallimliğine atanır ve Bursa’ya doğru yola çıkar. Genç kız; tecrübesiz, ter-ü taze bir öğretmen olarak okula vardığında orada bulunan müdür, kendisinden önce başka bir öğretmene de aynı kadronun verildiğini söyler. Duruma bir hâl çaresi düşünülürken Feride, rüştiyenin müdürü ve kendi yerine geçen öğretmenin ısrarlarına dayanamaz ve açıkta bulunan başka bir kadro olan Zeyniler Köyü muallimliğini kabul eder. Müdürün öve öve bitiremediği Zeyniler Köyü; yolu, izi olmayan, elektrik, su ve medeniyete dair hiçbir imkânın bulunmadığı son derece mütevazı bir yerdir. Metruk bir gecekondunun okul olarak gösterildiği bu köyde, Feride öğretmenlik hayatına başlar.
Zeyniler Köyü, aynı zamanda bağnazlıkları ile ünlüdür. Henüz 12 yaşında olan erkek çocukları, köydeki kızların namusları gerekçe gösterilerek başka bir köye yollanmakta, küçük yaştan itibaren çalıştırılması söz konusu olduğu için çocuklar okula gönderilmemektedir. Feride, ilk olarak insanların algılarını değiştirmeye, onlara yardım etmeye ve onları, çocuklarını okula göndermeye ikna etmeye çalışır. Genç öğretmen, bu arada Munise adında küçük bir kız çocuğu ile tanışır ve ona kuvvetli bir şekilde bağlanır. Munise, annesi tarafından terk edilmiş ve üvey anne şiddeti gören ufak, sevimli bir çocuktur. Sık sık yediği dayaklardan sonra Feride’nin yanına gelmekte ve zaman zaman onun evinde kalmaktadır. Bir gün babasından yediği çok şiddetli bir dayak sonrasında küçük kız evden kaçar, tüm köy onu ararken Munise, Feride ablasının yanına sığınmıştır. Bu duruma artık dayanamayan “Çalıkuşu”, onu evlatlık edinir ve ona, evladı gibi muamele etmeye başlar.
Günlerden bir gün, okula teftiş için bir müfettiş gönderilir ve karşılaştığı durum karşısında dehşete kapılır. Okulun, âdeta ahırdan bozma bir yer olduğunu görünce okulu kapattırır ve Feride’ye başka bir okulda muallimlik görevi verileceğini söyler. Feride, kızını da alarak Bursa’ya doğru yola çıkar. Ancak maarif müdürünün yanına gittiğinde öğretmenlik için boş kontenjan olmadığını öğrenince büyük bir şok yaşar. Tam bu sırada, Feride’nin Fransız mektebinden eski bir arkadaşı da aynı okulu ziyaret etmek için gelmiştir ve ikili derin bir sohbete dalar. Feride’nin ileri derecede Fransızcası olduğunu gören müdür, duruma çok şaşırır ve ona daha üst seviyede bir okulda kadro ayarlamak için kolları sıvar.
Fransız mektebinde, “Çalıkuşu” lakabıyla tanınan Feride, güzelliğinden dolayı Bursa’da tayin olduğu yeni mektepte “İpekböceği” lakabıyla anılmaya başlar. Şeyh Yusuf Efendi adındaki müzik öğretmeni de onun güzelliğinden etkilenenlerden biridir. Esasında Feride hariç herkes genç adamın onu sevdiğinin farkındadır. Bir gün bir öğretmen arkadaşı durumu, Feride’ye açıklar ve genç öğretmen, o günden sonra kimsenin yüzüne bakamaz olur. Feride, öğretmen arkadaşı Yusuf Efendi ile iletişimi kesince bu durum karşısında Yusuf Efendi ince hastalığa yakalanır. Yusuf Efendi’nin sağlığının iyice bozulduğu bu dönemde, herkes Feride’yi suçlamaya başlar. Okul müdiresi, bu olayların tasvip edilemez olduğunu söyleyerek genç kadın için Çanakkale Rüştiye’sine görev emri çıkarttırır. Yusuf Efendi ise ölüm döşeğinde son bir kez Feride’yi görmek istemiştir, genç kadın onun bu son isteğine kayıtsız kalamaz. Bu hüzünlü olaydan sonra Yusuf Efendi hayatını kaybeder ve Feride, kızı Munise’yi de alarak Çanakkale’ye gider.
Devamını okumak ve dinlemek için HAP KİTAP uygulamasını ücretsiz indirebilirsiniz.