Nehirden denize… Taşa ve toprağa… Çöle ve gökyüzüne bir de… Hurmaya, incire, zeytine… Karpuz dilimine ayrıca… Vefa, şeref, fedakârlık… Onur, gurur, izzet… Vatan, bayrak, toprak… Sabır, şükür, dua… Azim, cesaret, mücadele, cihat, şehadet… Hepsi bizim, hepsi bize ait.
Güzel yurduma ne olmuş böyle? Nerede huzur bulduğum evim? Etrafa gülücükler saçan çocuklarımın sesi niye çıkmıyor? Meydanlar neden bomboş? Niçin her yer harap, her yer enkaz yığını… Gülmeler unutulmuş, kesilmiyor ağıtlar, arşa yükseliyor feryatlar. Zaman iyice iğrençleşmiş, bedenler paramparça, hayaller yitik...
Doğum ve ölüm... Bu kadar mı birbirine yakın ve dost olurmuş! Bu kadar mı birbirine sevgiyle gülümsermiş! Silahlar ölüm kusuyor hiç acımadan ve insafsızca. Cennet kuşları uçuyor bir bir ve hiç durmadan gökyüzüne. Eyvah, Eyvah! Şu zamanda açlıktan çocuk mu ölürmüş, soğuktan donar mıymış bebekler!
Ah Gazze! Ah Filistin!
İnsanlık esir. Tutsak düşünceler bile. Her şey ölmüş. Bitmiş her şey. Vicdan mı? O da ne ki! Ama yine de. Evet, ama yine de. Buradayız. Bu şehir, bu topraklar bizim. Gidemeyiz buralardan. Kalkmalıyız, yürümeliyiz ve hatta koşmalıyız. Umut olmalıyız, umutla kalmalıyız. Dağlansa da yaralarımız, yansa da dünyamız başımız dik, alnımız aktır bizim. Bedenlerimiz ölse de ruhlarımız hep diridir. Herkes terk etse de bizi, biz terk etmeyiz birbirimizi. Acılarda birleşeceğiz, ses olacağız, nefes olacağız birbirimize. Kuru topraklarımızı gözyaşıyla sulayacak, rengârenk çiçekler açtıracağız yeniden.
Biz ev sahibiyiz ve asla ayrılmayacağız. Her zaman da burada kalacağız. Evlerimiz yıkılsa da bahçelerimiz kurusa da buradayız. Bir lokma ekmeğe, bir yudum suya muhtaç olsak da buradayız. Zeytin ağacının gölgesi kadar da olsa bir vatan kurar yine terk etmeyiz buraları. İnancımızla ayakta kalacağız. Öfkemiz her daim diri kalacak. Bizi asla yok edemeyecekler. Asla yenemeyecekler bizi.
Umudumuzu çocuklarımızın gözlerinde saklayacağız. Yenilgi yenilgi büyüyen zaferlerle hep ayakta kalacağız. İmanımızın varlığıyla imkânları zorlayacağız. ‘Yaşayacaksak hür olarak yaşayacağız, öleceksek ağaçlar gibi dimdik öleceğiz.’ Hem yurdumuzda ölmekten daha güzeli ne ki! Mübarek toprakların koynunda uyumaktan daha hoş ne var ki!
Güneş her daim bizim yanımızdadır, yıldızlar bizden yana… Işıklarımızı söndürseler bile ay gökyüzünden her zaman yolumuzu aydınlatmaya devam edecek. Etrafta patlamalar duyulsa da çocukların neşeli sesleri asla eksilmeyecek kulaklardan. Havada kesif bir barut kokusu olsa da bahçelerde çiçekler yine açacak. Tanklar ezip geçse de evlerimizi, inancımız hep diri kalacak. Kurşun yağsa da gökten aralıksız, biz yine yağmurlarla ıslanacağız. Füzeler düşse de sofralarımıza, biz yine umudu kaşıklayacağız. Mevsimler hep kış gibi görünse de bahar o kadar yakın ki bize. Bunu “Siz bilmezsiniz, sine anlatmak da istemem.”
Etrafında nehirler aksın sana su vermesinler öyle mi bebek! Her tarafta çeşit çeşit ürünler yetişsin seni açlıktan öldürsünler öyle mi çocuk! Senin günahın neydi de bir lokma ekmeği, bir yudum suyu esirgediler. Evladının eline diken batsa ortalığı ateşe veren anneler… Bir damla gözyaşına dünyayı yıkan babalar… Hani, neredeler? Mazlumun ahı yakacak bir gün bütün dünyayı. Bu da böyle biline.
Ey, “Kalbinin varlığına rağmen kavrayamayan, gözü olan ama göremeyen, kulağı olsa da işitmeyen…” dilsiz, hissiz, ruhsuz! Mademki yoksun ve yetişmiyorsun imdadımıza, çıkar insanlık gömleğini üzerinden. Susun, biraz daha susun. Hatta hiç konuşmayın. Haberiniz var mı bizden? Bizden haberiniz var mı? Aç mıyız tok mu? Öldük mü kaldık mı?
Sen çekil aradan ey insan! Ebabiller taş atsın gökten, örümcekler örsün çelikten ağlarını üzerimize, güvercinler nöbetimizi tutsun. Balıklar saklasın karnında bizi, bıldırcınlar beslesin. Karıncalar yuvalarını paylaşsın, sinekler intikamımızı alsın, Kıtmir yol arkadaşımız olsun. Yayılsın çekirgeler etrafa. Kediler gelsin yanı başımızda uyusun sessizce. Hüdhüd yol göstersin bize. Zümrüdüanka gibi yeniden dirilelim küllerimizden. Bal arıları ağzımızı tatlandırsın tekrar. Atlar hiç bitmeyecek yolculuklara çıkarsın bizi. Yeter ki sen çekil aradan ey insan! Öfkenin derini de, kınamanın şiddeti de senin olsun.
Ey, kendini beğenmiş, haddini bilmez, fesat ve bozguncu! Ey, ırkçı, maddeperest, sevgi ve şefkat yoksunu korkak! Utanır mısınız? Utanmazsınız tabii ki. ‘Vadedilmiş topraklar’ öyle mi? Kendinizi kandıracak bir şeyler nasıl olsa bulursunuz. İnanacak bir yalanınız muhakkak vardır. Ne ki ağaçların arkasına da saklansanız, bulutlara da kaçsanız, en sağlam kalelere de sığınsanız bulacağız sizi. Öğreneceksiniz o zaman ‘Gerçek vaad’in ne olduğunu. Ve tanıyoruz sizi bakışlarınızdan da korkaklığınızdan da… Bu leke yeter size, istediğiniz kadar beyaz giyinseniz bile.
Ey Gazze! Ey Filistin!
Nehirden denize… Taşa ve toprağa… Çöle ve gökyüzüne bir de… Hurmaya, incire, zeytine… Karpuz dilimine ayrıca… Vefa, şeref, fedakârlık… Onur, gurur, izzet… Vatan, bayrak, toprak… Sabır, şükür, dua… Azim, cesaret, mücadele, cihat, şehadet… Hepsi bizim, hepsi bize ait.
İşte, haykırıyorum! Duysun bütün insanlık, duysun bütün kâinat. Döneceğiz, mutlaka döneceğiz... Hem de çok yakında… “Üzülmeyeceğiz ve gevşemeyeceğiz.” asla. “Zalimler nasıl bir inkılâpla devrileceklerini yakında öğrenecekler.” biz de bunu muhakkak göreceğiz. Bu kutsal topraklar bizim. Bizim bu güzel vatan. Bize emanettir bu mübarek yurt. Şeref ve gurur, kefiyemizle beraber boynumuzdan çıkmayacak madalyamızdır. Esaret asla yakışmaz bize. Ağıtlar kesilecek, gözyaşları dinecek bir gün. Zeytin fidanları daha da gür filizlenecek. Yine bebekler doğacak bu topraklarda. Filistinli çocuklar gülecek, dünya şenlenecek yeniden.
Alışmayacağız. Unutmayacağız. Unutturmayacağız. Ve asla kalbimizi terk etmeyeceğiz. Ruhlar dirilecek, bedenler direnecek. Umutlar yeşerecek yine topraklarımızda. Esaret zincirleri bir bir kırılacak bu mübarek beldede. Ufak bir kıvılcım, ansızın “Tufan” olacak gökyüzünde. İnsanlık tutsak kalsa da küllerinden binbir umutla doğacak Gazze, ‘her yana nur saçacak’ Mescid-i Aksa, ‘ayaklarımıza bir Kudüs gücü gelecek’ ve özgürleşecek yeniden Filistin.
“Bu böyledir.”
Bugün, yarın, daima…