Sanki bombalar atılmamış, evler yıkılmamış, babalar ölmemiş, analar ağlamamış. Okul yok, hastane yok, yemek yok, elbise yok. Belki gerek de yok. Biliyorlardır yapacak hiçbir şeylerinin olmadığını. Duadan başka… Bekliyorlar sıralarını…
Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm,
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm.
Erdem Bayazıt
Havada kesif bir barut kokusu… Etrafta harap olmuş binalar, metruk evler... Yer yer yükselen dumanlar… Gözü yaşlı anneler… Çaresiz babalar… Masum, temiz yüzlü bebekler… Her gün yeni acılar doğuyor Güneş yerine ufuktan. Kan, ölüm, zulüm üçgeninde devam ediyor her şey. Kalabalıklar içinde yetim kalmış bîçareler… Ve üzerine ölü toprağı serpilmiş insanlık, uyuyan Müslümanlar…
Masmavi deniz, sımsıcak kum ve alabildiğinde uzayan sahil… Kısacık ömürlerinde pek çok sıkıntıyla karşılaşmalarına rağmen yine de hayata tutunma adına top oynayan çocuklar. Kaderleri misali koşturuyorlar meşin yuvarlağın peşinde. O kaçıyor onlar kovalıyor yani ki…
Çocuk işte!
Sanki bombalar atılmamış, evler yıkılmamış, babalar ölmemiş, analar ağlamamış. Okul yok, hastane yok, yemek yok, elbise yok. Belki gerek de yok. Biliyorlardır yapacak hiçbir şeylerinin olmadığını. Duadan başka… Bekliyorlar sıralarını…
Atıf...
Zekeriya…
Muhammed…
Ramiz...
Ve diğerleri…
Zar zor izin alabilmişler kimi anasından, kimi babasından, kimi akrabasından… Öyle ya harekât başlamış. Sıkı sıkıya tembihlenmişler. Havada uçak fark ederlerse hemen kaçacaklar. Şimdilik olağanüstü bir durum gözlenmiyor. Ne gökyüzünde ne de karada…
Donanma gemisi, denizin açıklarına gözle görülemeyecek bir mesafede demir atmış saatlerce aynı yerde bekliyor. Karargâhta hareketli dakikalar yaşanıyor. Askerler bütün hazırlıklarını tamamlamışlar.
“Deneme yapmak lazım!” diyor bir asker diğerine. “Nasıl?” diye soruyor öteki. “Sahile baksana!” diyor haince gülerek.
“Olmaz, bunu kimseye izah edemeyiz!”
“Olur, olur. Bir iki ses yükselir sonra unutulur!”
“Öyle mi?”
“Şimdiye kadar hep böyle olmadı mı?”
“Doğru, hadi o zaman!”
Sahilin sessizliğini neşeli çığlıklarıyla bozan çocuklar her gol atışlarında ya Ronaldo ya Benzema ya da Messi oluyorlar. Gözleri topta, akıllarında kötülük namına hiçbir şey yok. Küçücük zihinlerinde canlandırdıkları hayalleri var, umutları var dünya adına…
Atıf sesleniyor Ramiz’e, “Şöyle güzel bir orta yap da uçarak kafa atayım!” “Tamam!” diyor Ramiz, “Hadi koş bakalım!” Koşuyor Atıf sıcak kumların ayağını yakmasına aldırış etmeden. Ramiz orta yapıyor ancak top yerine bomba çıkıyor Atıf’ın kaderine. Aniden deniz istikametinde büyük bir gürültüyle gelen roket tam önüne düşüyor. Kaçışmalar, ağıtlar, yakarışlar ve nihayet sessizlik…
Paramparça bedenler, yıkılan hayaller... Perişan olan analar, babalar, kardeşler… Atıf, Zekeriya, Muhammed ve Ramiz… Şehadet… Cennet bahçelerindeler ve kınaları yakılıyor.
Yakında, çok yakınlarında…
Düşen her bombaya, yükselen her feryada alkış tutan alçak eller… “Bir kurşunla iki can!” yazılı siyah tişörtler giymiş petrolden de kara yüzler…
Uzaklarda, çok uzaklarda…
Masum, tertemiz, apaydınlık küçük bir kız çocuğu ve elinde bir pankart:
“Çocuklar uyuyunca sessiz olunur, ölünce değil!”