Prof. Dr. Sadettin Ökten meşhur müderris Celâl Hoca’nın oğlu olarak 1942’de İstanbul Beyazıt’da doğdu. Babası Trabzonlu, annesi Rumeli muhaciri. Vefa Lisesi’ni ve İTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü’nü bitirip aynı bölümde profesör oldu. Amerika ve Avrupa’da ilmi çalışmalarda bulundu.

Daha küçük yaşlarda iken eve gelen Nurettin Topçu, Mahir İz gibi arif ve âlim kişilerle mülaki olup sohbetlerinden etkilenmiş ve o yaşlarda onlara hizmet etmiş. Hâlen dahi eserlerinde ve sohbetlerinde o devirden tanıdığı Abdülaziz Bekkine, Cerrahi Fahreddin ve Sefer Efendiler hazeratı gibi azizlerin, üstadların, efendilerin sözleri ve hallerinden bahseder. İstanbul Üniversitesi’nden merhum Erol Güngör, Nihat Çetin, Ali Nihat Tarlan, Ziyanur Aksun hürmetle andığı hocalarıdır. Kezâ Fethi Gemuhluoğlu, Erol Güngör, Mehmed Niyazi Özdemir, Orhan Okay, Cengiz Dökmeci, Mehmet Genç, Uğur Derman, Ferruh Müftüoğlu, Ersin Nazif Gürdoğan, hocamızın hayru’l halefi dediği Yılmaz Özakpınar gibi üstadlarla dost ve arkadaş olur.

Büyüklerimizden duyduklarımızı, yaşadığımız bu çağda hâlen naklederiz. Zirâ Sadettin Hoca, “Sözün canı vardır - El ele, el Hakk’a” derken Hz. Yunus’un diliyle “Biz de bunu böyle duyduk uludan/ Er yarın Hak divanında bell'olur” mısraını okur sohbetlerinde.

“Gökkubbenin altı boş değildir” dermiş büyüklerimiz. Bizim muhteşem mazimizi bugünlere taşıyan ve geçmişe bakarak geleceği ihya etmeye çalışan birçok muhterem ârifler, âlimler, fâzıllar bulunmaktadır. Bu minvalde ariflerimizin geleceğimizi inşa edecek bugünkü gençlerimize nasihatlerine sıkça rastlarız. Bizlerin de böyle ulu kişileri arayıp bulmamız lazımdır. “Mühim olan insanın bir arayış içerisinde olması, Cenab-ı Allah mahrum etmiyor bir insan çıkarıyor karşısına” der hocamız.

Bu hayatın içinde yerken, içerken, gezerken, harcarken, çalışırken… Neyi, nasıl ve ne amaçla yaptığımızı, neyin faydalı neyin zararlı olabileceğini arifler hayat tecrübelerinden alınan ibretleri görerek anlatırlar. Başımıza gelen musibetlerin arka planını Kur’an ve sünnet dahilinde çözerler. Sabırla eserlerini okuyup, fırsat varsa da dinleyip hakikatin izini bularak üzerimize düşen görev nedir diye yaşamalıyız.

***

Beyazıt-Fatih-Atikali’de mûkim olan hocamızın aile hayatı da ilim, irfan tahsilinin menşei olarak çok zengin. İslam medeniyet tasavvurunun hâlen yaşandığı bir aile ve çevrede yetişiyor. Baba bir muallim, abla bir doktor. Dayıları, annesi ve anneannesinin kişiliğinin şekillenmesinde çok tesirli oldukları anlaşılıyor. Hocamız “Ebeveyninizden, üstadlarınızdan, çevredeki insanlardan bir terbiye alıyorsunuz” , “Aile efradı ne söylüyorlarsa aynen yapıyorlardı. Söyledikleri gibi davranıyorlar, yapmadıkları şeyi söylemiyorlardı” der. Bu zamanda da anne babalara “Çocuklarınıza film seyrettirmeyin; insanla, tabiatla temas etsin, beraber vakit geçirin” diye de tavsiyede bulunuyor.  

Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde doktora yapan öğrencilerine “hocalık ve şehir-medeniyet üzerine” dersler verip sohbetler yapan Sadettin Ökten Hocamız, “Cumhurbaşkanlığı Kültür Tarihi” ödülüne de lâyık görülmüştür.

Medeniyet tasavvuru üzerine çok şey söylemiş ve muhtevasını derin tahkik etmiştir. Muhterem hocamızın gerek eserlerinde gerek sohbetlerinde edebiyat, tarih, musîkî, felsefe ve diğer sanatlarda olduğu gibi her sahada medeniyet yorumuna rastlarız.

 “Her medeniyet tasavvuru kurduğu şehirde, kendi değerlerini yansıtır. Değerlerini özendirir, bunları uygulamayı kolaylaştırır. Zihinlerle yaşanan mekân, özdeşleşir. Simge boyutunda da size o medeniyeti sevdirir. Önce gözünüzü terbiye eder. Sonra zevkinizi değiştirir. Ve son olarak da görüşünüzü değiştirir” derken insanda merakla “Neredeyiz, nereye aidiz?” duygularını uyandırır.

 “Şehir sadece akılla kurulan bir yapı değildir, şehirde maneviyat vardır”. Şehrimizi, bizim medeniyet tasavvurumuzun, İslam tasavvurumuzun inşa ettiğini söyleyen Ökten Hoca; apartman için de bakın neler diyor:

“Diyorlar ki apartmanda kimse kimseyi tanımıyor. Zaten apartman onun için yapıldı. Sanayi devriminin bir ürünüdür. Özelliği, bireyi yalnız bırakmaktır. Cemaat olduğu anda savunma olur, dayanışma olur, tüketmezsiniz. Yalnız kaldığınız zaman zayıfsınızdır”,  “Biz bir apartman dairesinde hapsolunmuş böcekler gibiyiz”. Tek katlı, kırsal bir yerde, bir köyde, bahçeli evlerin havasını yaşarken bunu daha iyi anlıyoruz.

“Bir Müslümanın vazifesi değişen zamana göre, zamanın ihtiyacına göre, arkadaki öze yeni biçimler üretmektir. İnsanlara hürmet göstermek bir vecibedir, bir değerdir. Siz eğer çevreye hürmet göstermek istiyorsanız çok katlı apartman yapmayacaksınız. Apartman külliyen yapmayacaksınız diyemiyorum ama diyebilirim bir müddet sonra. Çünkü apartmanda ‘ben’ öne çıkıyor. İnsana, çevreye hürmet yok.”

İçimde AVM Var kitabının arka kapak yazısı da güncel halimizi özetler:

Eskilerde kaldı medeniyet tasavvurumuzu yansıtan şehirler…

Önce… Daha huzurlu, daha sakin, daha insâni ve daha güvenliydik.

Kul hakkı, hizmet, tevazu, merhamet, iyilik, sevgi, saygı, komşuluk, mahalle kültürü, yardımlaşma, olabildiğince az alıp çok verme gibi değerleri konuşmaya gerek duymaz, yaşardık… Sonra… Bizim olmayan bir medeniyet tasavvuruna özenip onun zihniyetine ait yapılar inşa ettik…

AVM’ler… Şehirleri canavarlaştıran… Gökdelen(cik)ler… Bir servet gösterisi sunan… Apartmanlar… Komşuluğu öldüren… Vahşi mekânlar…

Ve… İçimizdeki değerlerin yerini de kapitalizmin bize “çağın ihtiyaçları” olarak sunduğu cicili-bicili oyuncaklar, nefsani-bireysel tüketim, hırs, daha iyi bir hayat ümidi ve daha çok para kazanmak arzusu aldı…

Hâlbuki İslam Medeniyeti’nin değerler sistemi bütün insanlık için tek ümit kaynağı! O zaman düşünmemiz lâzım: “Yaradan, bize bir kapı açıp yol gösterdi de biz farkında mı değiliz?” Ve bize, “Haydi bakalım! Şimdi inancımızla ve kapitalizmin size sunduğu biçimlerle çözüme ulaşın” mı diyor?

***

“Eğer medeniyet değerlerine tekrar dönebilirsek ki döneceğimiz kanaatindeyim. Çünkü sorgulamaya başladık. Türkiye moderniteyi devlet imkânlarıyla tanıdı, hatta zoruyla gördü. Toplumun bütün kesimlerinde bu sorgulama var. Bu hayra alâmet. Kabullenmedi, kabullenemedi.”   

“Ümit bizim varlığımızın içinde mündemiç onu kaybetmeyelim. Ümit bizim dayanağımız. Her yeni doğan gün bir lütuftur. “Nur topu günlerin kanına girdim / Kutsal emaneti yedim bitirdim” diyor Necip Fazıl. Bu beni çok etkiledi, nur topu günlerdir bunlar.  “Her gün, yeniden doğarız bizden kim usanası” diyor. Bir de yeni tabiriyle sürprizler, eski tabiriyle tecelliyat dolu bir gün size hayat vermişse, o gün size bir şey söylüyor.  Kabz hâli ümitsizlik değildir. Rahmetli validem de “Gün doğmadan neler doğar derdi…”

“Ben hayatta hiçbir zaman ümitsiz olmadım. Bu teknoloji bizi biraz şimdi sarhoş etti gibi ama bu geçecek, yani bu bir dönem. Allah'ın lütfu keremiyle kapılmayacağız bu teknolojinin büyüsüne. Bu bir büyü. Bu, hani nasıl firavunun sihirbazları var, teknoloji de onun gibi yani…”

***

Tevfik Fikret, Ziya Paşa, Şeyh Galip, M.Akif, Yahya Kemal, Fuzuli, Yunus, Niyazi Mısri Eşrefoğlu, Necip Fazıl, ….gibi şuara hazeratının mevzuyla alakadar şiirlerinden okur sohbet ve eserlerinde. Kemal Sayar’la yaptığı haftalık radyo sohbetleri azimkârane devam etmektedir. (Bir kısmı kitap halinde neşredilmiştir) Hocamız dinleyiciyi kulaktan besler, dinlediğimiz naat-ı şerif, nutk-u şerif ve ilahiler de buna zenginlik katar.

Kıymetli hocamız kadim dilimizi kullanırken anlaşılsın diye seküler dil, hatta İngilizcesini dahi telaffuz ediyor. “Vehle-i ûlâ, ilk bakış, first class” gibi. Bir mevzuyu, meseleyi izah ederken bir beyit, bir fıkra, bir peygamber kıssası, evliya-ı kiram hazeratından bir menkıbe, yaşadığı bir hadisesi bulunuyor. Böylelikle meseleler kavramlar daha kolay anlaşılıyor.

***

Muhterem Hocamız kendi medeniyet tasavvurumuzu bilmemizin önemine temas ederken Batı ve diğer medeniyetlerin de iyi anlaşılmasını tavsiye eder.

“Merhum peder derdi ki Allah rahmet eylesin, ‘Evladım, bütün kapılar kapalıdır, bir bâb-ı Muhammedi açıktır. Oradan girmezsen sana felâh yoktur.’ Yâni bütün felsefi yolun kapıları kapalıdır. Eski dinlerin kapıları kapalıdır. Yalnız bâb-ı Muhammedi açıktır. İşte onun için her şey fena bulacak. Baktığı zaman Batılı feylesof o da zeki bir adam, gönlü düşünüyor çalkalanıyor, bir şey istiyor, huzur arıyor, karamsar bu âlemi anlamsız buluyor, saçma buluyor, yaşanmaz buluyor hatta bir kısmı intihar ediyor, bir kısmı da deliriyor ama bir tek Muhammedi istikamete giden insan bu âlemi biliyor”.

“Modernite, rasyonelite sizin kendinize ait biçimler kurmanıza izin vermiyor.”

“İnsan varlığı tatmin arar daima. İlk görünen tatmin dünyevi tatmindir, kolaydır. Ama manevi tatmin... Dünyevi tatmin oldukça tatminsizlik artar. Boşluk artar, işte karşımızda Batı medeniyeti, görüyoruz; bunu biraz incelediğiniz zaman, bu boşluğu görmek mümkün. Manevi tatmin geldiği zaman dünyevi tatmine artık yer kalmaz.''

Sadettin Hocamız’ın söylediği iki misal, Müslümanca düşünüş ve Batı zihniyeti arasındaki farkı anlamak için ne güzel bir örnektir:

“Eski zamanda buharlı vapurlarla gidiyorlarmış, yol uzun. Bir dervişle bir gayrimüslim tüccar oturuyorlar yan yana. Derviş 'Ne diyor demiş buhar makinesi?' Tüccar diyor ki: 'Aldı da vermez, aldı da vermez.' Sen ne diyorsun demiş, dervişe, 'Hayyul kayyum Allah, Hayyul Kayyum Allah.' Hep derviş olsa derviş kendini fark etmez. Hep tüccar olsa tüccar kendini fark etmez. Batı kendi içinde kendini fark etmeyecek, Allah’tan biz varız. Yoksa kaybeder kendini…”

“Mesela kavramlar da böyledir, aynı kavramı biz de kullanırız, bir modernist de kullanır.  Diyelim ki hırsızlık kötüdür. Müslüman onu başka türlü, Batılı başka türlü tarif eder. Hans’ın cebinden Stefan para çalamaz ama Ahmet’in cebinden alabilir. Burada vicdanen bir mahsur hissetmez. Bir İngiliz Hindistan’dan alır, Afrika’dan alır, alırken de hiçbir şey hissetmez. Makul ve haklı olduğunu düşünür, bakın ‘helal’ tabirini kullanmıyorum. O dini bir tabirdir.”

Modern dünyada çok tüketmek ve harcamanın teşviki, insanları tüketici haline getirmenin hedeflendiğine dair; ‘Diğer insanlar sizi istismar etmek, sömürmek için mallar üretir. Sizin bu güzel varlığınızı bedeninizi, çok önemsediğiniz içgüdülerinizi, zekânızı, zihinsel kabiliyetinizi, duygusal yeteneğinizi, muhteşem alanı istismar etmesine fırsat vermemek lazım. İnsan onurunu korumak için bu elzemdir”. “Mala ve maddeye zebun olmak insana yaraşır mı? Varlığınızı araba, marka, elbise üzerinden inşa ederseniz bitmiştir” derken de bir başka yerde de “İstiğna halinde olun” der.

Batı klasiklerini epeyce okuduğunu söylerken “Onların da bir iltica talebinin olduğunu ve kaderi çözememe aczini görüyor, hâlbuki kadere teslim olsa iş bitecek” diyor. “Modernite de kadere teslim olamıyor, rasyonel bir dünyada mutlu olamıyorsunuz. Sizin irrasyonel bir dünyaya ihtiyacınız var” der.

***

 “Sanayi devriminden önce Türkler hiçbir zaman gökyüzü ile olan temaslarını kesmek istemediler. Çünkü kutsal kitap onlara tefekkürü, teemmülü emrediyordu.”

“Müslüman kuvvetli, zengin olmalı ama o kuvvetin, o zenginliğin zebunu olmasın. Yoksa Karun gibi olur çünkü. Müslüman o kuvveti, gücü, zenginliği hizmete harcamalı, gösterişe değil”.

“Fethi Ağabey “Hasbinallah ve ni’mel vekil deyin, adımınızı attığınız her yer Müslüman yurdudur.” diyor.  “Müslüman olduğu yerde tezdir, Müslümanın dışındakilerin hepsi anti tezdir. Onların bir teze ihtiyacı vardır. Müslümanın anti teze ihtiyacı yoktur. Çünkü onu, Allah vekil kılmıştır kendisine” diyor.

***

Tefekkür ve teemmüle imkân veren bir çevrede bulunmamızı, kendimize ait bir sakin zamanı elde etmemiz ve sonuna bir iş koymamamız gerektiğini söylerken, “Ruh dinlenmezse çabuk yaşlanırsınız” ikâzını da yapıyor.

İnsanın dünyada iken öte dünya ile bağlantısını kurmak için hayat ve ölüm bir arada düşünülmeli. Bir zamanlar kabristanların şehrin merkezinde insanlarla iç içe olduğu gibi. Hocamız, Yahya Kemal’in Kocamustapaşa şiirinde geçen; “Geçer insan, bir adım atsa birinden birine / Kavuşur, karşıda kaybettiği bir sevdiğine” mısralarını da söyler.

***

Sadettin Hocamız yüzmeyi sever ve iyi yüzer. Bir yaz dokuz hafta şehr-i İstanbul’un tarihi, manevi mekânlarını Yedikule’den Ayvansaray’a kadar yayan dolaştığını söyler.

Hocamız’ın sohbetlerinden ve kitaplarından bazı kelâm-ı kibarları not ediyoruz.

“Ele geçmezse sevdiğimiz, ne çıkar eldekini sevmeliyiz”. “Severseniz sevilirsiniz.”

“Allah tesirini artırsın, duymayan kulaklara duyursun. Allah sa'yimizi meşkur, zenbimizi mağfur eylesin.”

Hocamız tembel ve alışık olmayanlara güzel işlerin zor geldiğini, dini emirlerin, evâmir-i ilahîyenin kulun sırtında bir yük olduğu bu hali; büyüklerden işittiği ifadeyle “Beynamaza, abdest ibriği kırk okka gelirmiş” diye söyler.

“Bir şey duyduğunuz zaman onu heybenize atın, bir gün olur onu çıkarırsınız.”

“Her isteyene verilmedi ama verilenler isteyenler oldu.”

“Çoluğumuz, çocuğumuz, gençler imtihana girecek bu aralarda Allah hepsine zihin açıklığı versin, ‘Rabbi yessir’ okusunlar imtihana girerken üflesinler kendilerine mesh etsinler.”

“Tevfikini refik eyle, aman Ya Rabbi bizi bize bırakma…”

“Bizim medeniyetimizin gönül istikametinde gelişen büyük yapısı diyor ki “Mürüvvet Ali’den, himmet Velî’den, gayret Derviş’ten”.

“Ne verseler ânâ şakir ne kılsalar ânâ şad…” “Cenâb-ı Allah ihmal etmez, imhal eder.”

***

“Hayat sadece mekanik, teknolojiden ibaret değil. Modernite de kendisinden bir nesil öncesine göre daha zeki olduğu düşünülüyor. Oysa ki durum bunun tam tersi, daha çok sığlaşıyor” diyen hocamız gençlerimize “Yaşamak için birinci özellik bilgidir. Bilgi, hikmet, felsefe, sanatlar, mistik düşünce (İslam tasavvuru), matematik…gibi meşguliyetler zihnin o cevval anı, soyut dünyadaki muhteşem serüveni.. Yunus Divanı okumak –nasip sahibi olmak-“ gibi meşguliyetleri hatırlatıyor.

Eserleri: Yahya Kemal’in Rüzgârıyla, İstanbul ve Ötesi, Fincanımda Cola var, İçimde AVM Var, Aslında Bir Sanat Var, Örselenmiş Osmanlı’dan Medeniyet Umuduna, Gelenek Sanat ve Medeniyet, John B. Harrison- Richard E.Sullivan‘dan tercüme Batı Uygarlığının Kısa Tarihi, Hayatımdan Portreler, Dünyaya Geldim Gitmeye, Aşk İle An Seyretmek.

Başta Sadettin Ökten Hocamız’a ve hayattaki dostlarına hayırlı uzun ömürler niyaz ederken, yukarıda ism-i şerifi geçen büyüklerimizi ve hocamızın bütün sevdiklerini hürmet, minnet ve rahmetle yâd ediyoruz. Himmetleri hâzır ola.