Hece Yayınlarından çıkan “Sûfi Kişilik Psikolojisi” kitabını Doç. Dr. İbrahim Gürses kaleme almış. Kitap özetle Melâmiller örneği üzerinden modern insanın psikolojik özellikleri ile sufilerinkini karşılaştırmayı ve çıkan sonuçları değerlendirmeyi amaçlamış. Bu açıdan oldukça dikkat çekici bir çalışma olduğunu belirtmek gerekiyor.
Doç. Dr. İbrahim Gürses tasavvuf ve sufi nedir sorularını cevapladıktan sonra kitaba Melâmiliğin tarihi ve evreleri hakkında bilgi vererek devam ediyor. “Sufiyi ortalama bir insandan farklı kılan kişilik yapısı nasıl oluşmaktadır?” sorusunun peşine düşen yazar, ikinci bölümde günümüzde karşımıza çıkan bazı kişilik yapıları ile Melâmi kişilik yapısını kıyaslıyor.
Kitabın her iki bölümü de satır satır özümseyerek okumayı hak ediyor. İbrahim Gürses es-Sülemî’nin “er-Risâletü'l-Melâmetiyye” adlı eserinden hareketle Melâmet ehlinin kişiliğini yapılandıran ilkeleri şu şekilde sıralamış:
1. İnsanların gözünde farklı olduğunu belli edecek giyim tarzı, yürüme ve oturma şekli gibi şöhret işareti taşıyan her şeyi terk etmek. Kınayanın kınamasından korkmamak.
2. Topluma karşı kusurlarını göstermek ama iyiliklerini gizlemek.
3. Onların anlayışına göre zahiren ibadetlerle övünmek şirk, içlerinde batın gizlediklerini açığa vurmayı da irtidat (dinden çıkma) sayarlar.
4. Memnuniyetle verecekleri şeyin bile kendilerinden zorla alınmasından ziyadesiyle memnuniyet duyarlar.
5. İnsanların haklarını sahiplerine verirler ve fakat kendi hakları peşinde koşmazlar.
6. Onların anlayışlarına göre her hususta nefse güvenmemek esastır.
7. Halkın, onların kendi salih amellerinden ve mistik deneyimlerinden haberdar olmalarının övgüden çok, ancak bir küçümsenme konusu olabileceğine inanırlar.
8. İster itaat etsin ister isyan etsin her halükarda sürekli nefsi itham ederler.
9. Kibirlenmeyi, insanı aldanmaya sürükleyecek bir husus olarak görürler ve bu nedenle nefs titizlikle gözetim altında tutulmalıdır.
10. İnsanların arasında iken daha ziyade basit ve sıradan şeyler yaparak gerçek hallerini gizlerler; iç ve dış (zahir-batın) huzurlarını koruyabilmek için insanların kendilerini kınamalarını arzu ederler ve yaşadıkları cem’ halinden ziyade Allah’tan uzak olduklarını göstermeye çalışırlar.
11. Allah’ın kendilerine verdiği güzellikleri yüceltirler ama kendi yapıp ettiklerini küçük görürler.
12. Onlar “Allah, müminlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır” ayetinden hareketle varlıklarının kendilerine ait olmadığını, Allah’ın satın aldığını ifade eden bu ilkeyi benimsemişlerdir.
13. Onlar marifetin (bilgi) nihai amacının Allah hakkında iyi, nefs hakkında ise kötü düşünmek olduğunu savunurlar.
14. Onlar bir üstadın eğitiminde olmayı marifet ve ahvale dair tüm konuları onun rehberliğinde araştırmayı gerekli görürler.
15. Onlar, nefsin hoş gördüğü ve kendisine bir değer atfettiği amelleri batıl ve değersiz görürken tenhada ve kimseye görünmeden amelleri makbul sayarlar.
16. Onlar, nefislerini kusurlu bulurken halkı içinde bulundukları durumdan dolayı mazur görmektedirler.
17. Onlar insanlara karşı iyi, doğru ve güzel davranarak vakti korurlar (hıfz-ı vakt) sürekli Allah ile meşgul olarak da kalbi korurlar.
18. Onlara göre Allah’ın kulluğun iki ana ilkesi vardır: Sadece Allah’a muhtaç olmak ve Peygamberi en iyi şekilde takip etmek.
19. Onlar, kendi nefsine düşman olmayı ve ondan razı olmamayı zorunlu görürler.
20. Bir kimsenin yaptığı iyi davranışlarıyla övünmesinin çok bayağı bir iş olduğuna inanırlar. Onların inancına göre bu fiiller zaten Allah’ın yardımıyla gerçekleştirmektesin. O halde senin olmayan bir şeyle niye övünmektesin.
21. Bilimsel meselelerde münakaşa yapmaktan, ilmi ile gururlanmaktan, ehil olmayanlara Allah’ın sırlarını açıklamaktan kaçınırlar.
22. Musiki dinlerken veya sema esnasında coşkulu davranışlar göstermekten, bağırıp çağırmaktan sakınırlar.
23. Fakr (yalnızca Allah’a muhtaç olma hali) Allah tarafından verilmiş bir sırdır. Kim bunu izhar ederse artık fark alanında değil, Allah’ın dışındaki her şeye muhtaç olan yoksunluk derecesine düşer.
24. Onlar halkın giydiğinden farklı bir kıyafet giymemeye özen gösterirler. Dış görünüş itibariyle halktan biri gibi görünmek gerektiğine inanırlar.
25. Başkalarının hata ve kusurlarıyla uğraşmak yerine kendi hataları ile meşgul olmayı esas alırlar. Kendisini ıslah etmeye çalışmak her şeyden daha önemlidir.
26. İnsan birine bir şey verdiğinde çok büyük bir iş yaptığı zehabına kapılmamalıdır. Zira bunu ona veren Allah’tır. Veren kişi sadece buna aracılık yapmıştır.
27. Bir kimse yaptığı iyi, doğru ve güzel davranışlarının (amel-i salih) sayesinde Allah’ın lütuf ve yardımına mazhar olacağına inanırsa o kimse marifet nokta-i nazarından hiçbir şey elde edemez.
28. Velev ki kusurunu örtmek maksadıyla bile olsa, hiç kimsenin noksanına kusuruna dikkat etmezler.
29. Onlar ne Allah ne de halk nezdinde bir makam sahibi olmadığı düşünülen kişiden başkasının duasının Allah katında karşılık bulmayacağına inanırlar. O zaman kişi salih amel, ibadet ve manevi tecrübelerine güvenerek değil, boyun eğerek acz içinde Allah’a yönelir; böyle olunca kişinin Rabbine dönüşü mal-mülk, ibadet ü taat ve mistik tecrübe gibi her şeyden arınmış bir dönüş olur. İşte o zaman onun duasının kabul olunması umulur.
30. Kasıt olmaksızın unutma (nisyan/gaflet), bazen Allah’ın bir inayeti olarak sürekli kendi nefsiyle mücadele eden insanlarda görülür ve bu unutma hali ile birey ruhsal rahatlamalar yaşar.
31. Onlar dünya işlerine fazla dalmanın ruhsal sıkıntılara neden olacağına, mukadderata boyun eğmenin ise mutluluğa vesile olacağına inanırlar.
32. Kendilerine hizmet ve hürmet edilmesinden hoşlanmazlar. Kendi işlerini kendileri yaparlar.
33. Onlar firaset (sezgi, perde arkasındaki gerçeği görme) iddiasında bulunmazlar.
34. Melâmilere göre mümin, kardeşi için geceleri onun yolunu aydınlatan bir kandil; gündüz de bir asa olması gerekir.
35. Onların anlayışına göre “ilmi çok olan kişi amelesini az görür; ilmi az olan da amelini çok görür”. Bunun anlamını Ebu Hafs Haddâd’a soran Ebû Osman Hirî şöyle bir cevap almıştır: “İlmi çok olan kişi amlei çok olsa bile bunu yeterli görmez. İlmi az olan kişi ise kifayetsizliğini takdir edecek bilgi yetersizliğinden dolayı amellerini çok değerli kabul eder.”
36. Onlar kulağın işitmesinin gözün görmesine üstün gelmemesi gerektiğine savunurlar. Yani kişinin kendi hakkında işittiği övgü dolu sözler, kendisinin kendisi hakkında görüp bildiği noksanlıkları örtmemelidir.
37. Onlar bilimsel incelikler konusunda konuşup tartışmaktansa Allah’ın emir ve yasaklarını gözetmenin daha doğru bir şey olduğuna inanırlar.
38. Allah’a tevekkül ederler.
39. Kerâmet ve yaşanan olağanüstü hallerin gizlenmesi gerektiğini düşünürler. Eğer bu haller ifşa edilirse Hak yolundan uzaklaşılmış olur diye düşünürler.
40. Sema, zikir ve ilim meclislerinde musiki dinlerken ağlamanın ruhun hastalıklarından olduğunu düşünürler. Ancak bireyi yatıştırıyorsa buna izin verilebilir.
41. Yaşarken zengin olmadığın belli olmasın. Fakirliğin/yoksulluğun sen öldükten sonra ortaya çıksın. Ölüm gününde evinin durumu, hayatın boyunca benimsediğin o fakr halini yansıtsın.
42. Onlar hiç kimseden yardım istemezler. Belki o yardım istediğin kişi senden daha muhtaç durumda olabilir.
43. Dualarından biri kabul edilecek olsa bunun kendilerinde güç vehmetmelerine neden olacak bir hile olabileceğini düşünüp üzülürler.
44. Başkalarından gelen bir rızkı kendilerini küçük görmelerine neden olacak tarzda verilirse kabul ederler ama işin içine izzet-i nefs karışırsa reddederler.
45. Onlar maddi zenginliklerini arkadaşlarına sunarlar fakat arkadaşlarından bir şey istemezler. Arkadaşlarına itaat ederler ama onlardan itaat beklemezler. Arkadaşlarından gelecek zorluklara/sıkıntılara tahammül ederler lakin kendileri onlara zorluk vermezler, sıkıntı çıkarmazlar. Arkadaşlarının küçücük bir iyiliğini göklere çıkartırlar ama kendilerinin arkadaşlarına yaptıkları iyilikleri ehemmiyetsiz telakki ederler.