Deniz Demirdağ Temel, yazar Ahmet Bozkurt'un Albaraka Yayınları'ndan çıkan "Bir Zamanlar İstanbul" kitabı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi. İşte o söyleşi:
Öncelikle okuyucularımızın sizi daha yakından tanıyabilmeleri için kendinizden, çalışmalarınızdan biraz bahseder misiniz?
Uzun yıllardır, kendimi bildim bileli diyeyim hep yazıyla, yazının o büyülü dünyası ile içli dışlı oldum. Bir mesaiden ziyade onsuz olunmaz bir tutku oldu yazı benim için. Şiir her zaman yazıyla olan ilişkimde ilk duraklardan bir tanesiydi. Şiirlerimle farklı bir dil ve duyuşla varlığı anlama derdinin hâkim olduğu poetik bir süreci takip ettiğim söylenebilir. Dergicilik ve yayıncılık bir şekilde hep içinde olduğum uğraşlar olarak hayatımın bir parçası olmaya devam etti. 1998-1999 yılları arasında Erzincan’da yayımlanan Taşra dergisinin yayın kurulunda yer aldım. 2000 yılında ise yine Erzincan’da Le poète travaille (Şair Çalışıyor) dergisini yayımladım. Bu dergi, edebiyatın yerel ile merkez arasındaki gerilimini, taşranın sesini ve şiirin hakikat arayışını tartışmaya açan bir mecra oldu. Cumhuriyet tarihinin en çok konuşulan dergilerinden bir tanesi oldu. Bugün eksikliğinin fazlasıyla hissedildiğine her gün daha fazla ikna oluyorum. Pek çok dergiye yayın kurulu üyesi, editör ve danışman olarak destek verdim, vermeye de devam ediyorum. Yayıncı kimliğimle editör, yayın danışmanı ve yayın yönetmeni olarak yüzlerce kitabın yayımlanmasına ve pek çok projeye öncülük ettim. Yanı sıra edebiyat eleştirisi ve tiyatro alanında da eleştirmen kimliğimle uzun yıllara yaslanan üretimlerim var. Varlık Tutulması, Orpheus’un Bakışı, Unutma Zamanı, Şiir-Fragmanlar edebiyat ve sanatsal üretimin sadece duygusal ya da estetik bir alan olmadığını aynı zamanda düşünsel ve eleştirel bir zeminin taşıyıcısı ve kurucusu olduğunu iddia eden metinlerden oluşuyor. Kültürel bellek üzerine yoğunlaşarak edebi metinleri, tarihselliğin ve kültürel belleğin bir yansıması olarak ele aldığım antoloji çalışmalarından bazıları ise Dünyadan 100 Aşk Şiiri, Şiirlerde İstanbul, Öykülerde İstanbul, Evvel Zaman İçinde İstanbul ve Cumhuriyet’in 100. Yılında Türk Edebiyatı’ndan oluşuyor. Edebiyat eleştirisini zihinsel, entelektüel bir uğraşı olarak felsefi bakış açısıyla dile getiren eleştirel yazı perspektifim var. Yazınsal yolculuğum, sanat ve edebiyatın sadece geçmişi yansıtmakla kalmayıp geleceğe dair yeni sorular sorma gücüne sahip olduğuna dair bir inançla şekillendi hep.
Bir Zamanlar İstanbul kitabının ortaya çıkış hikâyesi nedir? Bu kitabın ilham kaynağı neydi?
Bizde kent kültürü çalışmaları halen daha sistematik bir başlığa ve yönelime sahip olmasa da uzunca bir geçmişe sahiptir. Bu durum biraz da İstanbul özelinde böyledir. Çünkü İstanbul demek bir yönüyle de Türkiye demek. Dolayısıyla da kent belleği bilinciyle hareket edilmemiş olsa da hatırı sayılır bir İstanbul külliyatına sahibiz. Dünyadaki örneklerine kıyasla belki henüz yolun başında ama son yıllarda artan bir ivmenin, ciddi bir hareketliliğin olduğunu görmek mutluluk verici. Bu artışın ve merakın sebebi kuşkusuz tarihiyle, kültürüyle 8500 yıllık bir geçmişe sahip olan İstanbul gibi ikonik bir kentin varlığı. Böyle bir geçmiş ve her dönem tüm ziyaretçilerini büyüleyen yönüyle İstanbul’un mercek altına alınması şaşırtıcı olmayan bir gelişme. İstanbul bu anlamda zamanlar üstü, her yönüyle de palimpsest bir kent. Kazıdıkça altında yeni bir medeniyet, yeni bir tarih ve bambaşka hikâyeler çıkıyor. Bir Zamanlar İstanbul’un ortaya çıkışındaki temel saik de bu çizdiğim perspektiftir aslında. Kendi İstanbul ansiklopedime mütevazi bir giriş olması heyecanıyla yola çıktım. Bu yolda yürürken de uzun yıllardır satır satır okuduğum her metni, biriktirdiğim her türlü malzemeyi bu kitabın çerçevesini çatarken kullandım diyebilirim. Bir Zamanlar İstanbul bu yazınsal bellek kaydının giriş kitabıdır diyebilirim. Bir giriş kitabı ama İstanbul’u her yönüyle bütünleyen kompakt bir ilk adım kitabı… Onun için böylesi bir kitaba İstanbul’dan daha güzel bir bahane, ilham kaynağı bulmak da pek mümkün değil.
Kitapta derlenen yazılar, Osmanlı’nın son dönemlerinden Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar uzanıyor. Bu tarihsel geçiş süreci, İstanbul’un tarihî atmosferini çok güçlü bir şekilde yansıtıyor. Bu atmosferi oluşturmak için nasıl bir araştırma, çalışma yürüttünüz?
Güç bir süreç, açıkçası el emeği göz nurundan da öte ilmek ilmek dokunmuş her satırın hakkını vererek bu kitabı oluşturmak gerekiyordu. İstanbul üzerine yazılmış binlerce yazıdan bu kadar sınırlı bir içerik oluşturmak oldukça güç bir süreçti. Hazırladığım her kitapta öncelikli olarak kitabın bütünlüklü hikâyesini ve kavramsal çerçevesini oluşturmak gibi bir derdim olur. Bu kitapta da bu dert beni çepeçevre kuşattı. Kitabın çatısını çattıktan sonra doğru isim ve yazılara yer vermeye sıra geliyordu. O nedenle de kitabın hem İstanbul’u kelimenin en arı anlamında dillendirecek metinlere hem de onu en iyi resmeden görsel malzemeye ihtiyacı vardı. Tüm bunları yaparken de hem yazınsal zenginliğini ve gücünü korumalıydı hem de bilimsel ve estetik olanı da hiçbir zaman kapı dışarı etmemeliydi. Bu güç işin üstesinden bir nebze de olsa geldiğimi düşünüyorum.
Bir Zamanlar İstanbul ile İstanbul’un tarihi dokusunu, sokaklarını ve mahalle yaşamını bu kadar canlı betimlemek İstanbul’un yazınsal ve görsel bellek kaydını oluşturmak için hangi kaynaklardan ya da özel deneyimlerinizden faydalandınız?
İstanbul denince, İstanbul’un sokakları ve insan hâlleri denince akla ilk önce Ahmet Rasim gibi büyük bir isim gelir. Mahmut Sadık, Ahmet Haşim, Sermet Muhtar Alus ve daha niceleri de peşi sıra bu listeye eklenir. İstanbul her hâliyle geçmişten bugüne edebiyatımızın, sanatımızın soluk aldığı biricik mekân olmuş. Şiirine, romanına, öyküsüne girmeyen tek bir sokağı yok neredeyse. Bir Zamanlar İstanbul’daki en önemli kaynaklarım doğal olarak bu geniş ve alabildiğine bitimsiz olan zengin mi zengin İstanbul yazınının varlığıydı. İstanbul’un pek çok seyyaha, ressama ev sahipliği yapmış olması da ıska geçilmemesi gereken bir öneme sahip. Dünyada hiçbir şehre nasip olmadığı kadar fazlasıyla bu türden bir ilgiye mazhar olmuş. Dünya edebiyatındaki yeri görece zayıf olsa da görsellik için aynısını söylemek mümkün değil. Bir Zamanlar İstanbul tüm bu zenginliklerin çok küçük bir kısmına yer verebildi.
Bir Zamanlar İstanbul içerisinde nostalji ile geçmişe duyulan özlem temalarını da barındırıyor. Sizce geçmişe duyulan bu özlem, modern okur için neden bu kadar etkileyici?
Nostalji yitip gitmiş olana derin bir özlemi barındırır içerisinde. Ama aynı zamanda geçmiş hiçbir zaman bütünüyle hatırlanamaz ve asla tekrar yaşanamaz; her hatırlama eylemi geçmişi yeniden kurgulamak anlamına gelir. Nostaljiyi bu anlamda kaybedilmiş bir geçmişin yasını tutmaktan ziyade modern insan için bir iz sürme eylemi olduğunu düşünmüşümdür hep. Modern okur için de bir yokluğun ve geri dönülemez bir geçmişin izini sürme arzusu olduğu için bu kadar etkileyici olduğunu söylemek mümkün. Bu arayış asla tam olarak doyuma ulaşmaz çünkü geçmiş ancak şimdide bir iz olarak var olabilir.
Onun için modern insanın, okurun bu deneyimi için nostalji bir yanılsama değil olsa olsa varoluşun temel bir deneyimi olacaktır.
Kitap boyunca İstanbul’un değişen yüzü ve kimliği ele alınmış. Sizce bugünkü İstanbul, geçmişteki ruhunu ne kadar koruyabiliyor?
İstanbul’un geçmişteki kimliğini koruduğunu söylemek mekân ve insan dolayımı açısından ne kadar mümkündür bilinmez. Ama bilinene ve belki de farkında olmadan sırrına varabildiğimiz bir gerçek varsa o da adına İstanbul dediğimiz her zamanı ve mekânı kendi potasında eriten bir efsundan bahsedebiliriz. Zaman değiştikçe İstanbul’un katman katman iç içe geçmiş bu büyülü varoluşu her şeye rağmen kendisini hep hissettiriyor ve her şeye rağmen hep “ben buradayım” demeye devam ediyor.
Yazım süreci boyunca sizi en çok zorlayan kısım neydi? İstanbul’un tarihsel bir gerçeklik ile yazınsal ve görsel bellek kaydını oluştururken nasıl bir yol izlediniz?
Her şeyden önce böylesi devasa bir konu ve zengin içerik en zorlayıcı kısımdı. İstanbul’un tarihselliğini oluşturan her birim kendi içerisinde bağımsız olarak ele alınamayacak bir içeriğe sahip. O nedenle de bir kuyumcu titizliğiyle ilmek ilmek dokumanız gereken bir kent belleği var önünüzde. Hem bir şair duyarlılığıyla hem de bir mimar edasıyla yaklaşmanız bir zorunluluk. Bu zorunluluğun hakkını verdiğinizde kitabı oluştururken önünüzde var olan tüm gerçeklik biçimleri tali konular olmaktan öte bir anlam taşımaz hâle geliyor. Kitaptaki temel çerçeve kronolojik bir tarihsel ve yazınsal sürece yaslanmadığı için tematik olarak bütün bölümleri tek tek işlemekten başkaca da bir şey yapmanız gerekmiyor. Her şeye rağmen bu kitapta izlenen yol, tercihler nihayetinde hazırlayıcısının öznel tercihleriyle var olduğu için estetik yönünün tarihsel gerçekliğini de yok saymaması gerekir. Bu kitap bütünüyle bu alanlara hakkını veren özel bir çalışma oldu diyebilirim.
Bir Zamanlar İstanbul sadece bir dönemi değil, aynı zamanda insanlık hâllerine dair derin bir analiz sunuyor. İnsan psikolojisine bu denli derinlemesine inebilmek için özel bir çalışma yaptınız mı?
Sanırım en özel çalışma her zaman İstanbul’un kendisi oldu. Çünkü İstanbul tarihinin her döneminde insana dair temel duygu ve yaşanmışlıkları her taşına nüfuz ettirmiş bir kent. İstanbul üzerine ne yazılmışsa temel insanlık gerçeğine dahil olan her özelliği yazılan her satırda, mısrada ve terennüm edilen her şarkıda, türküde bulmak mümkün. O nedenle de İstanbul üzerine yazılmış her yazınsal metin bu kentin psiko-biyografisidir aynı zamanda.
İstanbul’un bugününü yaşayan bir yazar olarak, şehrin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?
İstanbul, yalnızca bir şehir değildir; zamanın ve belleğin iç içe geçtiği hikâyelerin üst üste bindiği, geçmişi ve geleceği aynı anda soluyan bir “varlıktır”. Onu anlamak, yalnızca bugüne bakmak değil, aynı zamanda geçmişin izlerini sürerek geleceğin ihtimallerini sezmektir diye düşünüyorum. Bugünün İstanbul’u, bir yanıyla hâlâ o eski şiirlerdeki, anlatılardaki büyüsünü koruyor; diğer yanıyla hızla dönüşüyor, kalabalıklaşıyor, belki de kendisini kaybediyor. Şehir, tarihini unutma eşiğinde ama aynı zamanda kendisini hatırlatma çabasında. Yıkımlar, yeniden inşalar, dönüşümler arasında İstanbul, kendi kimliğini arıyor. Benim için İstanbul’un geleceği, onun belleğini ne kadar koruyabildiğiyle doğrudan bağlantılı. Eğer bu şehir, sokaklarına sinmiş sesi, Boğaz’ın derinliğinde yankılanan tarihini, taşların ve caddelerin içindeki edebiyatını, şiirini, insanlarının ortak hafızasını yitirmeden geleceğe yürüyebilirse İstanbul hâlâ İstanbul’dur. Ama belleğini kaybederse yalnızca bir beton yığınına, ruhsuz bir metropole dönüşebilir. Bu yüzden İstanbul’un geleceği üzerine düşündüğümde mesele yalnızca mimari değil, hafızadır; mesele yalnızca planlama değil, hatırlamaktır. Şehir, sadece içinde yaşayanları barındıran bir mekân değil, onların geçmişiyle, hikâyeleriyle, duygularıyla var olmalıdır. İstanbul’un geleceği, belki de en çok geçmişine ne kadar sahip çıkacağıyla ilgilidir. Eğer şehrin ruhu yazarların kaleminde, sanatçıların fırçalarında, insanların sesinde ve sokaklarında yaşamaya devam ederse İstanbul hep var olacak.
Okurlarımıza İstanbul’u yeniden keşfetmek için ne gibi önerilerde bulunmak istersiniz?
İstanbul’u yeniden keşfetmek yalnızca yeni yerler görmek değil şehrin geçmişini, sesini, hikâyelerini ve ruhunu duymaktır. O nedenle İstanbul’u anlamak isteyen bir okura öncelikle zamanı yavaşlatmasını öneririm. İstanbul, hızla tüketilecek bir şehir değil; aksine durup bakmayı, dinlemeyi, hissetmeyi gerektiren bir labirenttir. Önce sokaklardan başlamalı. Tarihî Yarımada’da eski taşların, hanların, camilerin, unutulmuş avluların arasında yürümek, şehrin belleğini solumaktır. Kendi geçmişiyle yüzleşmek isteyen biri, Süleymaniye’de sabah vakti ezan sesine karışan martı çığlıklarını, Balat’ın dar sokaklarında yankılanan çocuk kahkahalarını, Kapalıçarşı’nın kadim taşlarında sessizce duran zamanı hissetmelidir. Sonra kitaplara dönmeli. İstanbul’u tanımak isteyen biri, yalnızca onun sokaklarını değil, onu yazanları da tanımalı. Ahmet Rasim’i, Reşad Ekrem Koçu’yu, Sermet Muhtar Alus’u Refik Halid’i, Sait Faik’i ve daha nicelerini okumalı. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir’inde, Yahya Kemal’in şiirlerinde ve İstanbul sevdasını bıkmadan anlatan İstanbul anlatılarında, romanlarında gezinmeli. Çünkü İstanbul sadece bir coğrafya değil bir yazı, bir dil, bir hatıra mekânıdır. Boğaz’ı unutmayın. Bir vapura binin, Kadıköy’den Karaköy’e geçerken suyun yüzeyindeki değişimi, rüzgârın getirdiği eski hikâyeleri dinleyin. Kuruçeşme’de bir taşın üzerine oturup denize bakın, Galata Köprüsü’nden yürüyün, belki de en çok Eyüp sırtlarından Haliç’e doğru bir bakış atın. Şehir size kendini anlatacaktır. Ve son olarak, İstanbul’u keşfetmek isteyenler kaybolmayı göze almalı. Planlı yürüyüşler değil, tesadüfi karşılaşmalar, bilinmedik sokaklar, eski bir kahvede oturup çay içmek, hiç tanımadığı biriyle şehrin eskiliği üzerine sohbet etmek… İşte İstanbul’u gerçekten hissetmek budur. Bu şehir, her gün yeniden keşfedilmeyi bekleyen bir hikâyedir. Onu bir okur gibi değil bir şair gibi gezmeli, görmeli, dinlemeli… İstanbul, sadece binaların değil, seslerin, hatıraların, gölgelerin de şehridir. Ve o sesleri duyabilenler için İstanbul her zaman yeni bir keşiftir.
Son olarak okuyucularımıza iletmek istediğiniz bir mesaj ya da öneri varsa aktarmaktan memnuniyet duyarız.
İstanbul’u okuyun, onunla konuşun, ona dokunun. Onun mısralarının kalbinize dokunmasına her zaman izin verin. Onun şarkısına her zaman kulak kabartın. Çünkü bir şehri anlamak, sadece ona bakmak değil, onunla birlikte düşünmektir. Ve en önemlisi: Kelimelere, sessizliğe ve zamanın akışına güvenin çünkü edebiyat da şehirler gibi kendini anlatmak için bazen sessizliğe, bazen kelimelere, bazen de unutulmuş bir hatıraya ihtiyaç duyar.
Bu güzel söyleşi için teşekkür ederim. Albaraka Yayınları’nın titiz, incelikli yayıncılık anlayışı ve editoryal bakışı için de bir kez daha teşekkürler…